Boray Acar
Bir Cenazenin Anatomisi…
Yakın tarihte “ne istedilerse verdikleri” bir yapılanma devletin tüm organlarına sızmak suretiyle ülkenin başına bela olduysa da o tarihten bu güne cemaatlerin hayatımızdaki yerinde bir değişiklik olmadığı, hatta önemlerini korudukları aşikâr. Ülkeyi yöneten iradenin bir yönüyle cemaat yapılarına yaslandığı, dahası onlardan beslendiği, yaşadıklarından ders almadığı ve onlarla iş tutmaya devam ettiği de bilinen gerçek.
Mahmut Ustaosmanoğlu’nun vefatı üstüne ortaya çıkan resim bu gerçeğin altını bir kere daha çizmemize vesile oluyorken, cemaatlere karşı hoşgörünün ve onlarla olan ilişkinin ülkeyi yönetenlerle sınırlı olmadığını gösterdi. Ülkenin, birliktelik gerektiren politik sorunları bile iktidar ile muhalefeti bir araya getiremiyorken, söz konusu zat-ı muhteremin, uzak görünen siyasi uçları bir araya getirme gücüne sahip olduğunu gördük. Tabii bu durum salt Ustaosmanoğlu’nun şahsına özgü değil. Birileri bayrağı devralacak ve biraz eksik, biraz fazla aynı güce ve etkiye sahip olacak. Aynı durumda farklı cemaat yapılarının da olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla giden açısından rahmet okunarak kapanacak bir defter gibi görünse de, kalanlar nezdinde yani ülkenin geneli için sorunun yapısallığı ve kalıcılığı ortada.
Bunlar toplum ekseriyetinin aşina olduğu tarihi gerçekler. Sadece; toplumun belli bir kesimi tarafından “sorun” olarak görülse de, siyasi iktidarı destekleyen toplum vasatı nezdinde bir sorun veya tehlike olarak görülmüyorlar. Veya öyle görülmeleri için AKP reisinin bunu teyit eden laflar etmesi gerekiyor, fakat kısa vadede -yeni bir paylaşım kavgası olmadığı takdirde- böyle bir çıkış da beklenmiyor. Hülasa bu kesimin kafası genelde olduğu gibi rahat, yani düşünme zahmetine girmelerini gerektiren bir durum yok ortada.
Ancak; bu yapıları tehlike olarak gören, kısmen kurucu değerleri benimseyen, kendini solcu, demokrat olarak konumlandıran veya siyasi fikirlerden azade seküler hayat tarzını benimseyen toplum kesimi için böyle değil… Yakın dönemde “hoşgörü” örtüsü altında bu kesimden birilerini de etkilemeyi başaran Gülenci Yapı’nın parlak dönemleri dışında da, bu tutum hiç değişmedi. Etkilenen zümre yaşananlar karşısında ağzının payını almış da olsa, atı alanın Üsküdar’ı geçtiği durumlar var.
Kastım şudur; laik – seküler kesim için dengeler eskiye göre oldukça farklı. Artık siyasi arenada bir karşılıkları yok. Bugün demokratikleşmenin teminatı olarak görülen “Altılı Masa”nın oy karşılığı itibariyle olmasa da, sayıca kayda değer bir kısmı siyasi iktidarın türevleri ve cemaatler ile de içli dışlılar. Bunlar bir yana; laik – seküler hayat tarzının teminatı olarak görülen CHP’nin mensupları da bu merasimlerde boy gösteriyor. Her ne kadar demokratik teamüllerde yeri olmasa da, “vesayetin taraf değiştirmesi” gerçeği neticesinde “ordu” da artık terazide bir denge unsuru değil. Velhasıl dinci yapıların hareket sahasının oldukça genişlediği ve siyasi oluşumların çoğuna mütecaviz bir hâl aldığı dönemi yaşıyoruz.
Bunlar toplumsal aynadaki yansımalar ve şekil dışında bir önemi de yok. Zaten kimsenin cemaat ve tarikat yapılanmalarının ontolojik kökenlerine inmek, nasıl yuvalandıklarını irdelemek ve sorunu kaynağında çözmek gibi bir derdi de yok. Bakın, daha birkaç ay önce “Siyasal İslam’dan Kurtulmak Önemli Bir Adım Olacaktır” başlıklı yazımda şöyle yazmışım:
“Tarikat ve Cemaatlere yakından bakıldığında; ezilene arka çıkmak, gelir adaletini sağlamak, zenginden alarak dar gelirlinin iaşe derdini çözmek, kendi lonca hukukunu tesis etmek, eğitim, sağlık gibi temel hizmet alanlarında faaliyet yürütmek ve sosyal adaleti sağlamak gibi, bir çağdaşlık göstergesi olan Sosyal Devlet sorumluluklarının tamamına cüret ettikleri görülecektir. Bu süreç kendiliğinden gelişmemiş, “oy deposu” olarak görülmeleri hasebiyle büyük bir iktidar desteğini de arkalarına alarak, zamanla müesses nizamın önemli bir unsuru olmayı başarmışlardır.”
Velhasıl, tarikat ve cemaatler; sosyal devlet olamamanın, bilgi toplumu olamamanın ve dinin yerine devleti koyan laisizm anlayışının sonucunda kurumsallaştılar ve güçlerini her geçen gün artırıyorlar. 28 Şubat’ların yaşandığı ülkemizde, bu gerçeklerin vurgulandığı bir parti programı ve uygulanması noktasındaki kararlılığı görmediğimiz müddetçe, bugün gelinen noktanın bir adım ötesine gitme imkânı olmayacaktır. Günün sonunda siyaset, ölenin ardından rahmet dilemekle dilememek arasındaki dilemmada sıkışıp kalacak, bu tiyatronun izleyicisi de toplum olacaktır.