Boray Acar
Başlıyoruz…
İktidar kanadının Kürt kartına yönelik HÜDAPAR hamlesi ile genel başkanının soyadı kontenjanından bir ayrıcalığı olan “Kadın Düşmanı” Yeniden Refah Partisi’ni ve bazı tabela partilerini kapsama alanına dâhil etme girişimleriyle saflar iyiden iyiye netleşmeye başladı. Çöküşe sebep olmak bir korku psikolojisini de beraberinde getirmiş olmalı ki siyasi ilkelerini de çöpe atarak tüm düğmelere basıyorlar. Devlet Bahçeli’nin, futbol maçında açılan “Haydutlar ve Toros” posterleri ekseninde yaşanan vandallıklara dair hezeyanları ile başlayan haftanın, HÜDAPAR ile ittifak girişimleriyle sonuçlanması; iktidar kanadının millilik üzerine kurduğu iletişim dilinin nasıl bir palavradan ibaret olduğunu da gözler önüne serdi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti nazarında terör örgütü sınıfında olan yapılara terör örgütü diyemeyen ve benzerlerinden İslami motiflerinin baskınlığı ile ayrışan Kürt hareketi ile nasıl bir birliktelik tasavvur ettiler, göreceğiz.
Bu gördüklerimize, kaybetme korkusunun siyasi stratejileri belirleyen anormal tezahürleri de denebilir. Toplumsal karşılığın zayıflaması neticesinde böyle anormallikler normalleşiveriyor. Bu kampanya dönemini diğerlerinden ayıran önemli bir fark da iktidar siyasetçilerinin ve onların medyadaki uzantılarının söylem dillerini daha çok muhalefet eleştirileri üstüne kuruyor olmaları… Bunun iki açık nedeni var. Birinci neden, anlatacakları hikâyelerinin kalmamış olması ve başarı diye pazarladıkları her şeyin tepelerine çökmüş olması. Diğer nedeni ise muhalefetin ve onun artık tescilli lideri olan Kılıçdaroğlu’nun, benzemezleri bir araya getirmekteki ve bir arada tutmaktaki başarısı. Ne yalan söyleyeyim, bu kadarını ben de beklemiyordum. Bu şaşırtıcı irade, masanın milliyetçi kanadını temsil eden ve ontolojik aidiyetleri itibariyle uzlaşmazlık kültüründen gelen Akşener’i bile somurtarak da olsa masaya yeniden oturtmayı başardı. İktidarın da hevesini kursağında bıraktı. Velhasıl Kılıçdaroğlu’nun ferasetinden çekinmekte haklılar…
Biraz geriye gidecek olursak bu yola “Helalleşeceğiz…” denerek çıkıldı. Gerçi bugünlerde AKP’nin reisi de helalleşmekten bahsediyor ya, onunkisi zamana yayılacak bir siyasi üsluptan ziyade ana hitap eden bir cenaze ritüeli tadında… Öyle olmasaydı, muhalefet eden eleştirel yaklaşımları not aldıklarını söyleyerek subliminal tehdit mesajları vermek yerine mahcubiyet gösterir, özeleştiri yapardı. Veya tribünlerdeki protestoları cezalandırmak yerine tepkilerin nedenini anlamaya çalışır ona göre davranırdı. Dolayısıyla; Kılıçdaroğlu’nun bir araya getirdiği siyasi yelpaze ve yapıcı söylem dili, onun helalleşme vaadini gerçekçi ve inandırıcı kılıyor. Lafı eğip bükmeden direkt söylemek gerekiyor.
Cumhuriyetin köklerini temizleyecek ve tüm kitlelere koşulsuz ulaşmayı hedefleyecek bir helalleşme stratejisi Kürt yurttaşlarımızdan bağımsız düşünülemez. Onların demokratik siyasi zeminde karşılıkları bellidir. Gereken adımların atıldığını görmek de ayrıca mutluluk vericidir. Bu girişimlerin kararlılıkla sürdürüleceğine ve sübuta erdirileceğine inanıyoruz. Bu konuda yapılacak olanlar ihanet değil, aksine ihtiyaçtır. CHP’nin kendi ruh köklerindeki arınmaya da işaret eden bu yürekli tutumun, partiden kopan diğer unsurları ve henüz sayısal olmasa da duygusal olarak toplumda karşılık bulan sosyalistleri ikna edememesi zaten düşünülemez.
Umarım tüm baskılara rağmen hukukun üstünlüğü adına direnen, liyakatsiz dayatma adayları başkan yapmama kararlılığını gösteren ve seçim öncesinde demokratik hakkını HDP’ye teslim eden AYM üyeleri, bundan sonra alacakları kararlarda tahriklere kapılarak ve korkularına yenilerek kampanya dönemine zarar vermezler. Keşke “Eşit koşullarda bir kampanya dönemi izlememize vesile olurlar” diyebilseydik ya, ne mümkün. Devlet imkânlarının tümüyle iktidar partilerine angaje olduğu, halkın vergileriyle göz göre göre propaganda makinesine dönüştürdükleri medya organlarını koşulsuz olarak kendi lehlerine kullanacakları bir kampanya dönemi olacağını geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz.
Muhalefetin de kampanya stratejisini oluştururken ne denli bir pervasızlıkla karşı karşıya kalacağını dikkate alması icap eder. Sahaya inmenin, Tayyip Erdoğan’ın siyasi terminolojisinde önemli bir karşılığı olduğunu ve daima bundan bir fayda sağladığını da unutmayalım. Bu vesileyle; özellikle deprem acısı döneminde bir saygı ifadesi olarak muhalefet adına ortaya konan “renksiz kampanya” stratejisini hiç de doğru bulmadığımı ifade etmeliyim. Kısa bir süre sonra felaketten sorumlu olanların asgari düzeyde de olsa böyle bir hassasiyetlerinin kalmayacağını göreceğiz. Savcı Sayan, bu süreçte Erdoğan’ı desteklemenin “imani bir görev” olduğunu söylüyor. Tayfun Atay’ın tabiri ile “söz konusu şahsiyete yönelik zihinsel jestlerin artık bir amentü aşamasına yükseltildiğine tanık olduğumuz” günlerin arkasını da varın siz tahmin edin.