Boray Acar
AKP’nin “Yeni Türkiye” distopyası…
George Orwell’in “1984” romanındaki karanlık distopyası, yaşadığımız çağda o kadar da uzak ve fantastik görünmüyor. Özellikle pandemi döneminde yaşananlar, evrenin sırrını çözmek idealine yaklaşan(!) bilimsel gelişmişlik düzeyinin bile çaresiz kalabileceğini ve bu çaresizliğin de daha fazla otoriterleşme imkânı arayan idarelerin elinde araçsallaşabileceğini gösterdi dünyaya. Müzik, festival ve etkinlik yasaklarına bir de bu açıdan bakalım. Toplumun pandemik olarak “abuklamaya” başladığı bir dünyayı anlatan yeni Netflix dizisi “Sıcak Kafa”yı bundan beş yıl önce izlemiş olsaydık bu kadar ilgimizi çekmeyebilirdi. Malum; bir şeyin ilgi çekici olması veya müşteri bulabilmesi, hayatın gerçekliği içinde kendisine yer bulabilmesiyle de ilişkili… Ve geldiğimiz noktada, distopyalar ile hayatın gerçekliği arasında somut ortak noktalar bulabilmek mümkün.
Otoritenin abukladığı bir ortamda, onu tartışmasız ve ulaşılmaz güç ve dünyayı dize getiren irade olarak gören toplumun da abuklamaya başladığını sokak röportajlarından izliyoruz. “Putin bile yanımızda, daha ne olsun…” diyen yurdum insanının, bu neticeye uzun boylu analizler ile ulaşmadığı ortada. Yani bu yorumlar, büyük işler yapıyor gibi görünen iradenin sokağa yansıması, toplumsal tezahürüdür bir yerde. Bu da toplumsal gelişmişlik düzeyini artırmayı önceleyen, toplumu rehabilite etmeyi hedefleyen girişimleri, programları ve vizyonu önemsememizi gerektiriyor.
Geçtiğimiz cumartesi günü, Türkiye’nin iki yanında yapılan toplantıları ve açıklamaları da bu bilinçle değerlendirmek lazım. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, global düzeyde itibar sahibi bilim insanlarının da katılımıyla “İkinci Yüzyıla Çağrı Vizyon Belgesi”ni açıkladı. Kılıçdaroğlu’nun mutat hitabet zaafları yanında, -“Tek Adam” sorununun ana gündem olduğu bir düzlemde- “ben vurgusu” irrite ediciydi. Her şeye rağmen; içeriğin umut verici olduğunu söyleyebiliriz. Tabii; toplantıya katılan saygın isimlerin yukarıda da ifade ettiğim gibi global düzeyde kabul görmüş insanlar olması, farklı kutuplarda farklı bakış açıları ile ele alındı. Küreselleşmenin ne demek olduğunu bilen ama an itibariyle işine gelmeyen birileri de şizofren ve paranoyak yerelciler de toplantıyı “Türkiye’nin Amerika’dan yönetileceğinin ilanı” olarak okudular.
Hasta kafalar için zaten söylenebilecek bir şey yok. Zira onların çözüme yönelik bir motivasyonları yok, kaynakları komplo teorileri. Ancak; iktidar destekçilerine, AKP’nin ortaya çıktığı ve hızla güçlendiği dönemdeki onay mercilerinin kimler olduğunu, yirmi yıl gibi –reel siyaset için- uzunca bir süre ayakta kalabilmenin temelinde kimlerin onayı ve referansı olduğunu sormak gerekiyor. Üstelik, “demokrasiyi yeri geldiğinde inilecek bir araç” olarak gördüklerini söyledikleri “o muhteşem diskurları”(!) viral olduktan sonra, “Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını” ifade ederek ikna etmişlerdi o malum çevreleri… Dolayısıyla; AKP’yi bir örnek olarak önümüze koyduğumuzda, muhalefetin bu girişiminin yanlış olduğunu söyleyemeyiz. İktidar mahfillerinde de bu denli ciddiye alınmasının ve üstüne konuşulmasının nedeni, bu tespitin kanıtı niteliğindedir…
Elbette; olası yeni iktidarın, yeniden bir otoriterleşmeye dönüşmemesi gerekiyor. Bu gerçeğin muhalefet de farkında olmalı ki, Anayasa Öneri Metni’nin açıklanmasının, “Tek Adam” rejiminin sona ereceğinin Anayasa ile teminat altına alınacağının ilanı sonrasında bu toplantı düzenlendi. Siyasi strateji açısından da doğru bir sıralama olduğunun ve düşünülerek hareket edildiğinin altını çizmek gerekiyor. Toplantıyı sadece fazla akademik olması ve halka yeterince inilmemesi ile eleştirebiliriz. Bunun da yıpranmamış bir aday ve yeni iletişim stratejileri ile zamanla çözülecek bir sorun olduğunu düşünmek şu an için rahatlatıcı olabilir. Açıkçası fazla rehavet de zaten muhalefete yaramıyor.
Ana muhalefet Türkiye’nin ikinci yüzyılı için bir gelecek vizyonu ortaya koyarken, Cumhurbaşkanımız da Urfa’da İbrahim Tatlıses ile miting yapmakla meşguldü. Bu iki resmi yan yana koyduğumuzda, rekabetin düzeyi veya neyle neyin yarıştığı meselesi ayan beyan ortaya çıkıyor. Bir yanda; en azından bir ütopyayı niyet olarak ortaya koyma gayretini görüyoruz. Diğer yanda ise kabalığın, kadına şiddetin, toplumsal arabeskleşmenin ikonu olarak nitelendirilebilecek bir adamın, bugünün iktidarının toplum ile kurduğu bağın sembolü olarak, eline tutuşturulan mikrofon ile binlerce katılımcının önünde abuklamasına şahit oluyoruz. Muhalefetin vizyonunun; ülkeyi çağdaş, demokratik ve dogmatizmi çöpe atmış ülke ütopyasına ne kadar yaklaştırabileceğini zaman gösterecek. Ancak, mevcut iktidarın yolunun bizi bir “Yeni Türkiye Distopyası”na taşıdığı gerçeğini görmek için daha fazla zamana ihtiyacımız yok.