Oğuz Pancar
Zeytin Ağacı
Barbarlar yine başaramayacaklar, bu günler de geçecek ve zeytine, doğaya, yaşama düşman olanların bedenleri toza karıştığında da zeytin ağaçlarıyla süslü olacak memleketim…
Bir gün Atina Akropolü’nün kuzey tarafındaki -Athena ve Posedion onuruna yapılmış- Erehteyon Tapınağı’nı ziyaret ederseniz, tapınağın Doğu’ya bakan yüzündeki İon stili dört sütunun hemen önünde bir zeytin ağacı göreceksiniz. Size bu ağacın 2.500 yaşında olduğunu söyleseler de inanmayın, zeytini bilen herhangi biri bu ağacın 100 yaşında bile olmadığını kolayca fark edebilir. Aslında ağacın doğum yılını biliyoruz, 1952. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman işgali sırasında zarar gören “özgün” ağaçtan saklanmış bir dalın, yerdeki gövdeye “aşılanmasıyla” can verilmiş bu güzel ağaca. Ağaç o kadar yaşlı değil belki ama 2.500 yıl önce dikilmiş o zeytinle aynı yerde dikili olduğunda herkes hemfikir.
İlk ağacın öyküsünü şöyle anlatırlar; Baştanrı Zeus Atina kentinin koruyucu tanrısını seçmek için Tanrıça Athena ve Tanrı Poseidon arasında bir yarış düzenler; kazanan, Atinalılar tarafından belirlenecektir. Poseidon, üç dişli yabasını büyük bir kayaya indirdiğinde bir pınar fışkırır; ne var ki pınarın suyu tuzludur. Athena’ysa mızrağını toprağa saplar, açılan deliğe bir tohum atar ve o tohumdan, dalları simsiyah olgun zeytinlerle dolu bir ağaç boy verir anında(1).
Atinalılar hiç duraksamadan Athena’nın armağanını seçerler; tamam su önemlidir ama tuzlu su kimin işine yarar ki? Ama zeytin öyle mi; meyvesi yenir; yağı hem içilir, besler, hem bedene sürülür, şifadır, hem de kandilde yakılır, ışıktır; gövdesinden her tür eşya yapılır, kuru dalları ısıtır soğuk gecelerde.
O günden sonra kent, adını Athena’dan alır.
Atinalılar bu kutsal ağacı, tohumlarını Attika’nın(2) dört bir yanına dikerek(3) çoğaltırlar. O günden başlayarak, zeytin Atinalılara ve giderek tüm Yunanlılara bereket yağdırır; meyvesiyle besler, yağıyla tat verir, iyileştirir, aydınlatır. Bir süre sonra Yunanlıların ticarette takas olarak kullandıkları en değerli ürün olur bu meyvenin yağı. Amforalara doldurulan yağlar, ticaret gemilerinin ambarlarında bilinen dünyanın dört bir köşesine taşınır; karşılığında kürk, maden, cam, tuz, papirüs ve tahıl getirilir dönüşte.
Yarışlardan zaferle çıkan atletlerin başını süsler zeytinin yapraklarından yapılan taçlar.
Tüm Attika’da kutsal sayarlar zeytini, yalnızca ahlaklı, dürüst insanların zeytin ağacı yetiştirmesine izin verirler, zeytin hasadını da yalnızca bakire genç kızlar yapar. Bir zeytin ağacını kesmenin cezasıysa ölümdür.
Atinalılar Tanrıça’ya minnetlerini M.Ö. 525’te diktikleri Athena Polias(4) Tapınağı’yla gösterirler; tapınağın içine yerleştirilen büyük ahşap oyma Athena heykelini de zeytin ağacından yaparlar.
Ne var ki Atinalıların bolluk ve barış içinde geçen yılları çok uzun sürmez. Önce Kral II. Kiros ve sonra torunu Darius’un yönetiminde tüm Anadolu ve Trakya’yı ele geçiren Ahamenişler(5) gözlerini Yunan ülkesine dikmişlerdir. Darius ve onun ölümünden sonra tahtı devralan Serhas’ın yönettiği, o güne dek görülmüş en kalabalık orduyla yürütülen işgal Atina’yı da vurur. M.Ö. 480’de kenti ele geçiren Persler tüm Atina’yla birlikte Akropol’deki tapınakları da ateşe verirler. Athena’nın diktiği kutsal ağaç da bu yangının kül ettikleri arasındadır.
Ancak Ahamenişlerin yaver giden talihi, Salamis’te birleşik Yunan donanmasına karşı bozguna uğramalarından sonra döner. Hemen ertesi yıl Platea’daki kara savaşında da yenilen ve Küçük Asya’ya çekilen Persler, bugünkü Söke yakınlarındaki Mykale(6)’de de kaybedince Yunanistan’ı ele geçirme rüyalarına veda ederek geri çekilirler.
Perslerin yenilgisinden çok sonra, kent yeniden kurulunca, yakılan Akropol tepesine, Athena’nın zeytin ağacının dikildiği yerin hemen yanına Erehteyon Tapınağı’nı kurar Atinalılar.
Tabii bunlar Yunanlıların, her şeye bir söylence uydurmada pek becerikli olan komşularımızın anlattığı, yoksa zeytin ağacının öyküsü Atina’dan da Athena’dan da çok daha eskilere uzanıyor. Firavun Tutankhamun’un tacını süsleyen yapraklar da zeytindir örneğin. M.Ö. 2.500’lerde yapılmış Sakkara Piramidi’nin duvarlarında zeytin sıkma işlemini betimleyen figürler var; üstelik bunlar en eski tarihli olanlar da değil, İsrail’in Hayfa kentindeki kazılarda bulunan yağ değirmenleri neredeyse günümüzden 6 bin yıl öncesine ait.
Bu ağaç yalnız Atinalılar için değil, daha eski her uygarlık için de kutsal. Habil ve Kabil’in kardeşi Şit(7)’e verilen üç ağaç tohumundan biri zeytindir. Nuh’un, suların çekilip çekilmediğini anlamak için gönderdiği güvercinlerin ağzında getirdiği dal da zeytindir(8), başka bir ağacın dalı değil, çünkü en çok zeytin güneşli ve bereketli toprakların müjdecisidir.
Zeytinin yağı da kutsaldır, Yahudi peygamberlerin ve kralların yağlanması en eski dinsel ritüellerden. O kadar ki Hristiyanlığın adı bile zeytinyağıyla bağlantılı. Mesih, “mesh edilen”, yağlanmış, yağ sürülmüş anlamına gelir ki, onun Yunanca karşılığı olan “ Khristós”tan türer “Hristiyanlık” sözcüğü.
Zeytinin geçtiği öyküler anlatmakla bitmeyecek kadar çok, yetiştiği topraklara her zaman bolluk ve refah getirmiş çünkü bu ölümsüz ağaç. Ölümsüz, çünkü ne kadar uzun yaşayabildiği bilinmiyor, bugün 3.000 yaşında ve sağlıklı olan zeytin ağaçları var. Ülkemizde de var böyle yaşlı zeytinler, Manisa'nın Kırkağaç ilçesindeki ağaç yaklaşık 1.650 yaşında örneğin, üstelik hâlâ meyve veriyor. Neredeyse Bizans İmparatorluğu’yla yaşıt, Osmanlı’nın kuruluşunda bile 1.000 yaşındaymış; Fatih’i, Kanûnî’yi, Mustafa Kemal’i görmüş ve hâlâ dimdik ayakta.
Zeytin ağacı ölmez, kesilse de, yakılsa da köklerinden birkaç dal sürgün verir mutlaka ve yaşar. Ama bu kutsal ağaca musallat olan bir kanser türü var bugün; doymak bilmeyen, doyuramadığımız açlıklarıyla, her yere metastaz yapmaya çalışan bu kötü huylu, kötü ruhlu “tümör”, yine zeytinliklere dikti gözünü. Zeytini, altındaki toprak örtüsüyle beraber kazıyıp süpürmek ve altındaki kömürü çıkarmak istiyor. Kapıyı kapatsanız bacadan girmek istiyor, orayı kapatsanız pencereyi zorluyor, doymuyor, doymuyor, doymuyor. Sinop’tan Mersin’e, Edirne’den Kars’a her karışı kapsayan tek bir maden ruhsatı alsa da doymayacak bir açlık onlarınki.
Benim için Ege Kula’da biter, ötesinde zeytin yetişmez çünkü. Vatanım, Zeytinistan; zeytin silkelemiş olanlar, yakın akrabalarım; zeytin ağacı görerek büyüyenler tek hemşerilerim…
Athena’nın ağacının yanıp kül olduğunu söylemiştik ama öykü orada bitmiyor, devamını eski dostumuz Herodotus anlatsın, “Barbarlar tabii bütün tapınakla beraber bu zeytin ağacını da yakmışlardı. Yangının ertesi günü, kralın kurban töreni için göndermiş olduğu Atinalılar, kutsal yere vardıkları zaman, yanan zeytin ağacından bir filiz sürmüş ve şimdiden bir dirsek boyuna varmış olduğunu gördüler. Yani onlar böyle anlatmışlardı”.
Barbarlar yine başaramayacaklar, bu günler de geçecek ve zeytine, doğaya, yaşama düşman olanların bedenleri toza karıştığında da zeytin ağaçlarıyla süslü olacak memleketim…
- Yarışma sahnesi, Parthenon’un Batı’ya bakan yüzündeki frizde canlandırılmıştır.
- Antik çağda Atina ve çevresini kapsayan bölge.
- Günümüzde zeytin, tohumlarının dikilmesinden çok, ıslah edilmiş zeytin ağacının dalından yapılan “kalem”in, yabani zeytin (delice) ağacına “aşılanmasıyla” çoğaltılır; zeytin tanesini tohum olarak toprağa diktiğinizde tutma olasılığı çok yüksek değildir, tutarsa da delice zeytin ağacı olur.
- “Kentin Athena’sı” anlamına gelir.
- M.Ö. 550’de kurulan Pers İmparatorluğu, “Ahameniş” sözcüğü Eski Farsçada “imparatorluk” anlamına gelir.
- Bugünkü adı Dilek Dağı/Samsun Dağı’dır, antik Priene kentinin yaslandığı dağdır (Priene kenti de olağanüstüdür, görmemiş olan çok şey kaybeder).
- Kabil’in Habil’i öldürmesinden 5 yıl sonra doğmuştur. Cennet bahçesinin bekçiliğini yapan melek, Şit’in duası üzerine İyi Kötü Ağacı'ndan aldığı üç tohumu ona verir ve babasını gömmeden önce tohumları onun ağzına koyması gerektiğini söyler. Adem kısa bir süre sonra ölür ve Tabor Dağı yakınındaki Hebron Vadisi’ne gömülür. Adem’in gömüldüğü yerde yeşeren üç ağaç zeytin, sedir ve servi’dir.
- Zeytin dalının barış simgesi olmasını bu öyküye bağlarlar.