Mutlu Hesapçı
"Sanat filmiyle ödül almak işsiz bırakabiliyor"
Nilay Erdönmez ile Adana Altın Koza Film Festivali’nde tanıştım. Yıllar önce onu Adana’da ‘Gözetleme Kulesi’nde izlemiş ve büyülenmiştim. Yıllar sonra ‘Yüzleşme’ filminde yine kendisini Adana’da izledim ve filmde en çok sevdiğim o oldu. Nitekim jüri de en çok onu beğendi ki Adana’dan ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ ödülü ile döndü. Nilay Erdönmez kamerada büyüyen bir oyuncu ve oynadığı her rolde aslında başka, parçaları birleştirdiğinizde orada oynayan da oymuş diyorsunuz. Tiyatro ile olan bağını hiç koparmıyor, öyle ki tiyatroda hem oynuyor hem de proje bazlı yönetmenlik yapıyor. Ayrıca oyunculuk üzerine dersler de veriyor. Nilay ile anlamlı bir mekânda ‘Oyun Atölyesi’nde buluştuk. Yüzleşme filminden yola çıkarak uzun bir sohbetin içine daldık. Bundan sonraki durak Ankara Film Festivali’nde belki buluşuruz dedik ama festivalden bana yine davet gelmedi. Benim için Ankara Film Festivali yine “Orada bir festival var uzakta, gitmesek de görmesek de o bizim festivalimiz” olarak kaldı. Nilay ile Ankara’da buluşamadık ama Ankara Film Festivali’nin sonuçlarını bekledik. ‘Yüzleşme’ filmine ve Nilay’a Ankara’dan ödül çıkmadı ama zaten Nilay ödül beklemeyen bir oyuncu. İzlediğim projelerde alkışlarımı Nilay Erdönmez’e göndermeye devam ederek, sizi sohbetimizle baş başa bırakıyoruz. Herkese iyi pazarlar.
‘Yüzleşme’ filmini kabul etme sebepleriniz ne oldu ve projelerinizi neye göre seçiyorsunuz?
Öncelikle hikâye… Tabii zamanla aslında cevabı da değişen bir soru bu. Her iş bir deneyim, o deneyimleri biriktirerek ilerliyorsunuz. Her oyuncunun bu soruya cevabı da yolda değişiyordur. Ama şu noktada önce ben hikâyeye bakıyorum. Bir de artık kendime verdiğim bir söz daha var; gerçekten o insanla dünya görüşümüz tutuyor mu, tutmuyor mu? Öyle bir şeye bakmanın, hakikaten hikâyeyi birlikte, keyifle anlatabileceğin insanlarla bir arada olmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Birlikte o yolculuğu yapabilecek miyiz? Tiyatro ve sanat filmleri gibi projelerden hayatımızı sürdürecek bir şey kazanmıyoruz sonuçta. Sana kalan duygu, filmin hikâyesini yürekten paylaştığın bir ekip ve birlikte el ele festivallere gidebilmek, ödüllendirildiğiniz zaman da hep birlikte kutlamak. Sonuçta hiçbir projenin garantisi yok. Yönetmen senden audition alsa da sen o rolü berbat bir şekilde de oynayabilirsin ya da mükemmel bir audition verirsin ama belki de yönetmenin 5 tane filmi de olsa sete girdiğinde en kötü filmine denk gelebilirsin. Diğer filmleri mükemmel olabilir ama bu kötüdür. Ya da ilk filmini çeken bir yönetmenden mükemmel bir sonuç çıkabilir. Hep bir risk var. O yüzden bir proje geldiğinde hani yaptığı işlerine bakıyorum, sinemasını inceliyorum ve öyle karar veriyorum filan da diyemem, nitekim ‘Yüzleşme’ Filiz Kuka’nın ilk filmi ve bu yolculuğa birlikte çıktık. Çalışmak bir yana insan olarak da Filiz’i çok sevdim ve onunla çalışmaktan, onu tanımaktan mutluyum. ‘Yüzleşme’de konu çok ilgimi çekti çünkü tabu bir konu. Her ailenin aklından geçebilecek bir durum bu, ama dillendiremediği bir şey.
Filmin konusu ne?
Ailenin annesi hasta ve çok acı çekiyor belki de herkesin aklından geçen soru olabilir bu; “Acı çekmese de ölse daha mı iyi?” Ah be ölse de kurtulsa durumu var hayatta, çünkü insan bazen yaşlanıyor ve ölemiyor. Bazı hastalıklar çok acı çektirebiliyor insana. Hani derler ya ölümün bile temizi olsun diye işte öyle bir durum. Geçenlerde yakın bir arkadaşımın annesi aynı durumu yaşadı. Annesi geri dönüşü olmayan bir hastalığın içinde, iyileşemeyeceğini de biliyor ama ya mucize olursa beklentisi de bitmiyor insanda. Bir yandan da hani hakikaten bitse çilesi, bir yolu olsa diyorsun ve bulsak bir yolunu ikileminde kalıyorsun. Bizim film de bu konu çerçevesinde ilerliyor ve annenin ölmesiyle birlikte ailenin kendi içindeki çatışmalar, yüzleşmeler yaşanıyor. Türkiye’de daha önce ötenaziden yola çıkarak böyle bir konuyu anlatan filme rastlamadım ben. Böyle bir konuya değinecek bir filmin içinde olmak heyecan vericiydi. Ailenin kendini sorgulayıp yüzleşmeler yaşayacağı bir film bırakmış olduk.
“Hayatta bir şeylerin hesabını soran karakterler bağ kuracağımız karakterler oluyor”
Oynadığınız karakter Kader, yüzleşmelerin fitilini ateşlemek isteyen ailenin tek kişisi...
Başlarına gelen bu olaydan dolayı da belki Kader’e cesaret gelmiş olabilir ve başka bir insana dönüşmüş olabilir. İsyankâr, doğrucu, açık sözlü bir karakter. Benim babam yapmaz öyle şey diye düşünürken sen yaptın, ben de senden bunun hesabını soracağım diyerek hareket ediyor. Kader’in bu olayla birlikte bir uyanışı oluyor ve değişimi de böylece başlıyor. Hayatta bir şeylerin hesabını soran karakterler bağ kuracağımız karakterler oluyor, seyircinin de Kader karakteri ile bir bağ kuracağını düşünüyorum.
“Acı çeken bir insanı acı çekmesin diye öldürmek çok acayip”
Ötenazi bizim ülkemizde yok, dünyada bazı ülkelerde var ve hâlâ en çok tartışılan konular arasında. Bir arkadaşımın babası yıllarca sadece nefes alarak yaşadı ve mucize bekledik, şu anda Kenan Işık’ın durumu gibi aslında. Tıpta yapılabilecekler bitiyor ve mucize bekliyorsun. Başınıza gelse ne yaparsınız?
Bu çok zor bir şey, başıma gelse ne yapardım, bilmiyorum. Sonuna kadar hastana bakmak istiyorsun, için rahat etsin diyorsun. Şöyle yapsaydım belki de ölmezdi ya da şöyle yapsaydım daha uzun yaşardı soruları yaşadığımız müddetçe bitmeyecek. Yakın zamanda ben de babamı kaybettim bütün ölümlerde nasıl daha çok yaşatabilirdim sorusu hep zihnimizde olacak. Hayatını sonlandırmasına nasıl vesile olabilirsin ki! Acı çektiğini düşünüp ötenazi ile hayatına son verme durumunda ise ‘Sen mi veriyorsun bu kararı ya da vereceksin’! Filmdeki gibi bilseydi baba bu kararı veriyor, kararı aileyle paylaşsaydı acaba babasına katılacak mıydı Kader, ondan şüpheliyim. Herkesin bu konuda kararı farklı olacaktır ve değişecektir zaman zaman. Çünkü acı çeken bir insanı acı çekmesin diye öldürmek çok acayip... Düşünmesi bile çok zor bir şey! Bizim gibi toplumlarda kadercilik var ve baskın bir duygu... Hastalık bu, başa geldi, çekeceğiz diyoruz. Benim anneannem yatalaktı, son yılları öyle geçmişti, çok zordu ama umudu hiç kaybetmiyorsun. Kalkmayacak ayağa bir daha ama bir şekilde umut devam ediyor, varlığı böyle de olsa olsun diyorsun, kaybetmek istemiyorsun. Gitmesek de görmesek de orada o, devam ediyor bir şekilde var olmaya. Ölüm anlamında kaybolduğunda bir insan, geriye ondan bir şey kalmıyor; çünkü anılardan ve eşyalardan başka, o fikri kaybetmek istemiyoruz... Duruyor, olsun, öyle veya böyle nefes alarak dursun bir yerde! Umarım böyle bir sınav yaşamam hayatta.
“Türkiye’de yasal bile değil, hiç düşünmedim, bilmiyorum”
Kendiniz için ötenazi ister misiniz?
Türkiye’de yasal bile değil, hiç düşünmedim, bilmiyorum. Çok zor bir soru, karar. Bunu yapabilen veya yapamayanı da yargılamam, yargılayamayız diye düşünüyorum. Yapanı da anlayabilirim, yapamayanı da anlayabilirim. Yasal hakkı olmasına rağmen o ülkelerde bunu uygulayamayanlar da vardır. Bizde yasa itibariyle mümkün değil ama yasanın verdiği hak da olsa bu kolay yapılabilecek bir şey değil. Aslında filmde yasalardan bağımsız bunu konuşuyoruz ve tartışmaya açıyoruz. Kişilerin kendileri bu kararı vererek ölmek istiyorum diyorlar ya işte orada başlıyor bütün sorgulama…
“İşte aile böyle bir şey!”
Filmin sizde bıraktığı etki ne oldu, izlediğinde ne hissettiniz?
Ötenaziden yola çıkarak bende aslında ilk bıraktığı, işte aile böyle bir şey!
Nasıl bir şey?
Kuralları keskin ve net fakat uygulanamaz bir şey. O kuralların etrafında uyum yakalanamıyor yani. Aile ömür boyu hayatından çıkmayan bir şey en derin bağların da var olduğu ama bir yandan da en büyük kaosların da yaşandığı yer galiba hayatta.
“Şansımız annemizdi, annemiz hayata sıkı tutunan güçlü bir kadındı”
Bir yerde okudum “kötü bir çocukluk geçirdim” demişsiniz.
Zordu, rahat ve konforlu değildi. Babam çok çatışmalı bir insandı, bizi de çatışmalarıyla yaşatan bir insandı. Maddi-manevi zorlukların içinden bugünlere gelmek zorunda kaldık öyle diyebilirim. Çocuksan inisiyatif hakkın yok. Ebeveyn neyin içindeyse ona maruz kalıyorsun aslında. Ben de kardeşim de baba tarafından buna maruz kalarak büyüdük. Şansımız annemizdi, annemiz hayata sıkı tutunan güçlü bir kadındı. Annem sanata meraklı olduğu için bütün çocukluğum tiyatrolarda geçti. Hayata karşı motivasyonu yüksek bir kadın ve bu şansla aktı bir şeyler değişti, aktı.
Babanız hayattayken yüzleşme yaşayabildiniz mi?
Evet oldu, gerçi kimse bir şey anlamıyor sen sadece söylemiş oluyorsun. O onun kaderi, bu senin kaderin. Ben şuna inanıyorum; anne, baba bile olsa senin o deneyime ihtiyacın vardır ve o yüzden o evde doğdun. Seçemiyoruz ya aslında bir şeyler oraya seni gönderiyor diye düşünüyorum. Yani o onu anlasın diye mi ben vardım, anladı ya da anlamadı mı, bilemiyorum ki herkes payına düşeni yaşadı sonuçta. O babamın yaşantısıydı, bu benim yaşantım. Babamız da bu hayatta kendi deneyimini yaşadı ve geldi, göçtü, gitti bu dünyadan.
“Adana Altın Koza bana uğurlu geliyor, ödül getiriyor”
Sizi bu rol nasıl buldu?
‘Gözetleme Kulesi’ filminden beri yönetmenimiz Filiz’in aklındaymışım. Hatta filmi için bakanlık başvurularına benim ismimi de sunarak gittiğini söyledi. Önce filmde başka bir rol için beni düşünmüş, sonra yaşım dolayısıyla Kader karakteri oldu. Ben senaristimiz ve yönetmenimiz Filiz Kuka’ya çok inandım, saygı duyduğum ve sevdiğim bir insan oldu. Kendisinin yapmak istediği sinemanın diliyle benim işçiliğimin uyumu da benim için çok tatmin edici oldu diyebilirim.
Bu rol size Adana’da En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülü getirdi, tebrikler. Ödül bekliyor muydunuz?
Ödül beklemiyordum öyle ki hatta ödül gecesi yakın zamanda kardeşimin nişanı olacağı için Mersin’e ailemin yanına gittim, oradan Aydın’a geçmek için yola çıkacaktık. Telefonuma bir anda bir sürü mesaj geldi, ödül aldığımı öyle öğrendim. Aileme şaşırarak “Ben ödül almışım” dedim, çok şaşırdım çünkü hiç beklemiyordum! Ödül aldığımı öğrenince yola çıkıp bu defa geri döndük Adana’ya, ödülü sahnede alamadım tabii ama çok mutlu oldum. Bu ödülün benim için başka bir anlamı daha var ‘Gözetleme Kulesi’ ile yıllar önce Adana’dan En İyi Kadın Oyuncu ödülü almıştım ve yıllar sonra tam 11 yıl sonra ilk kez Adana’ya festival sebebiyle geldim ve yine ödüllendirildim. Adana Altın Koza bana uğurlu geliyor.
Ödüllerin önemi nedir peki bu durumda?
Sanat filminde oynuyor bu diyerek işsiz bırakması. Bunu bu şekilde yaz lütfen!
Sanat filminde oynuyor diye işler size gelmiyor mu?
Bu sanat filminde oynuyor, ağır ödüller alıyor o yüzden iş beğenmez ya da çok para ister gibi düşünceler var herhalde kafalarında. Niye beğenmeyeyim, oyuncuyum ben. İşim bu benim, proje neyi gerektiriyorsa onu oynuyorum ve ona göre oynuyorum.
Hep sanat filmlerinden mi teklifler geliyor?
Film olarak evet. Elbette dizilerde oynuyorum ve dizi teklifi de geliyor ama film söz konusu olunca evet hep sanat filmleri geliyor valla yoksa ben örneğin komedide de oynamak çok isterim. Ama nedense hangi projeyle fark ediliyorsan, neyle giriyorsan işe öyle yaftalıyorlar ve oradan ilerliyorsun. Hatta sette bir gün “Bundan sonra komedi oynamak istiyorum” dedim, yardımcı yönetmenimiz “Komedi gelmez sana” dedi, düşünün. Sanırım riske girmek istemiyorlar ama bu düşünce saçma çünkü oyuncu dediğin her şeyi oynayandır. Ezber bir şey üzerinden gidiliyor ve değişmiyor bu, bir filmde ya da işte bir yerde görüp öyle ilerliyorlar. Oyuncunun bununla biraz mücadele etmesi gerekiyor maalesef. Neyse ki en azından bazı şeyleri Şahmaran’daki rolümle kırabildiğimi düşünüyorum. En son Gülcemal dizisinde oynadım o diziyle de TV seyircisiyle de aslında uzun sayılabilecek bir aradan sonra bir arada oldum.
“Film tekrar keşfedildi diyebilirim, durdukça demlendi aslında”
‘Gözetleme Kulesi’ size uğurlu gelmiş ama sanat sineması oyuncusu algısını oluşturmuş çok acayip. Film çok iyiydi hatta yıllar geçtikçe daha da kalıcı bir filme dönüştü. Dolayısıyla oyunculuk kariyerinizde de önemli bir proje diyebilir miyiz?
Evet, tabii. O zaman bana diyorlardı ki Türk sinemasında yıllar geçtikçe yerini bulacak bir film, şu an anlamıyor olabilirsin… Hatta ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ filmine benzetenler oluyordu. O zaman ben çok anlamamıştım ama pandemide film tekrar fark edildi, gündeme geldi ve izlendi. Film tekrar keşfedildi diyebilirim, durdukça demlendi aslında. Yeni çekilmiş gibi bir muamele gördüm, seyircilerden güzel mesajlar aldım.
“Benim ‘Gözetleme Kulesi’ne ihtiyacım olduğu gibi o rolün de bana ihtiyacı vardı”
Ne güzel, anlamını bulup kalıcı bir iş yaptığını yıllar sonra görebilmek çok güzel olsa gerek. Üstelik ‘Gözetleme Kulesi’ filmi ile ödüller de aldınız.
Evet, ama orada da tabii filmin anlattığı hikâyedeki sağlamlık ve yönetmenin gücü onu sağlıyor. İlk ödülümü aldığım zaman sanat filmiyle ödül alan oyuncu olarak en az bir yıl işsizsin geyikleri yapılmıştı. Hakikaten bir yıl işsiz kaldım ama filmle de durmadan ödül alıyordum sene boyunca o ayrı. Benim ‘Gözetleme Kulesi’ne ihtiyacım olduğu gibi o rolün de bana ihtiyacı vardı. Biz bir şekilde buluştuk yani o denklem öyle yürüyecekmiş ve öyle de oldu.
“‘Ben ödül aldım!’ falan olmadım, herhalde insan birazcık şaşkın oluyor”
Peki, ödüllerin size hissettirdiği duygu ne?
O zaman ödüller alırken, insan pek anlamıyor, çok da ne yapacağımı bilemiyordum açıkçası biraz öyleydi. Şimdi dönüp bakınca görüyorum. Ben konservatuarda da bir şeyleri profesyonel mantıkla yapardım hâlâ öyle biraz mükemmeliyetçiyim. Yüzde yüz savunabileceğim şekilde, açık bırakmadan yapan biriyim. Neyi neden yaptığımı çok iyi bilerek ve seçerek yapıyorum. O yüzden o filmde de öyle oldu. Ama zaten Pelin Esmer gibi bir yönetmenle çalışıyorsun, daha ne olsun, daya sırtını yürü gibi bir durum da var. Tabii o zaman o kadar da anlamıyordum ve sinema yapıyoruz. Bu alanda yönetmenler üzerine deneyimim de yoktu. Şimdi bunu yazıya dökünce kibirli olarak algılanabilirim ama ödül aldığımda öyle ‘Ben ödül aldım!’ falan olmadım, herhalde insan birazcık şaşkın oluyor. Şimdi sonraki adımın ne yani ne yapacaksın? Bana katkısı ne ya da bununla ne yapmam lazım? Bu bilgiyle ne yapmak gerekiyor? Sorularla ilerleyen bir süreç aslında.
“Bir işte sana ihtiyaç varsa o iş mutlaka sana geliyor”
Peki, şey yok mu? Hani okulda okurken hayaller kurup işte sinema filmlerinde oynayacağım, ödüller alacağım hikâyesi.
O zaman öyleydi, trend bir şeydi. Popüler işlerde oynayanların kariyer hedefi bağımsız işlerde oynamak ve ödül almaktı. Önce popüler işlerde oynamak ardından kariyer olarak sanat sineması… Benimki sanırım tersten kariyer. Ben hep söylüyorum benimki tersten kariyer inşallah 50-60 yaşında ;))) popüler işlerde taht kuracağımı düşünüyorum. Şaka bir yana ben hep şuna inanıyorum; bir işte sana ihtiyaç varsa o iş mutlaka sana geliyor.
Kısmet ve şans hikâyesi kendiliğinden işliyor mu diyorsunuz aslında?
Yani, yazılmış gerçekten ruh katılarak oluşturulmuş her projede o ruhların buluşmasına inanıyorum. Oynadığımız hiçbir rolün de tesadüf olarak gelmediğini düşünüyorum, bizim o rolle buluşmamızın da bir manası olduğuna hakikaten inanıyorum. Tabii ki tesadüflere de alan vererek, verilmiş kararların değiştirilmesine de alan vererek, akışa teslim olabileceğin bir şekilde düşünme yapısı oluşturarak ilerliyorum. Bu konuda eğitim de veriyorum. Kontrolü alın! Yani burada planlı olun yoksa sonu depresyon, o rolü ben niye alamadım, niye alamadığımı niye öğrenemedim vs. Bunlar bitmez…
“Ben oynamayı seviyorum o kadar”
Bir şey hedefleyince insan yapar diye düşünüyorum ama hayaller işin içine girince karışıyor tabii mevzu.
Ben açıkçası böyle bir hayatım olacağını düşünmüyordum. Bir repertuvar tiyatrosunda akşamları işte oyun oynayan falan öyle biri olacağımı düşünüyordum ama repertuvar tiyatrosu olmadığının farkında değildim. Okurken de ünlü olayım gibi hayallerim olmadı ya da ödüller alayım, filmlerim olsun demedim. Ben oynamayı seviyorum o kadar.