Oğuz Pancar
Rosetta Taşı
Şimdi gerek duydukları tek şey şanlı bir geçmiştir, tıpkı bizde de bir dönem çok hızlı zenginleşen sonradan görme kimi ailelerin ilk iş olarak antikacıdan herhangi bir Osmanlı paşası portresini satın alarak “Paşa Dedemiz” diyerek duvara asmaları gibi.
Geçen hafta Napoleon’un Mısır Seferi’ne, Fransız ordusunun, Memlukler karşısında kazandığı zaferin ardından Kahire’ye girmesiyle ara vermiştik.(1)
Vivant Denon büyük bir heyecanla, bozguna uğrayınca kurtuluşu kaçmakta bulan Memluk hükümdarı Murad Bey'in peşi sıra hızla Yukarı Mısır'a ılgar eden General Louis Desaix’nin ordusuna katıldı. Napoleon’un en gözde komutanlarından olan generalin bayıldığı, kimileri çocuk denecek yaştaki askerlerin şaşkınlık ve hayranlıkla izlediği elli bir yaşındaki bu ilginç adam, yorgunluğa ve sıcak havaya aldırış bile etmiyordu. Daha gün ağarırken çadırından fırlıyor, yanında taşıdığı ağırlıklara aldırmadan, yorgunluktan tükenmiş atıyla öncülerin önüne geçiyordu. Konaklama sırasında, hatta yürürken bile her gördüğünü resimliyordu. Hiçbir anı kaçırmaya tahammülü yoktu, yavan asker karavanasıyla karnını doyururken bile resim defteri elinden düşmüyordu. “Silah başına!” Şimdi bir çarpışmanın tam ortasında kalmıştır; resim kağıtlarını sallayarak askerleri coşturur. O anda şurada resmini yapmaya değer bir sahne gözüne çarpar, çarpışmanın tam ortasında, bulunduğu yeri unutur ve gördüğü sahneyi kağıda geçirmeye başlar!
Birkaç hafta sonra Denon ilk kez bir hiyeroglifle karşı karşıya geldi. Onlar üstüne hiç bilgisi yoktu, işin kötüsü onun bilgi susuzluğunu giderecek kimse de bulunmuyordu çevresinde. Ama her olasılığa karşı tümünü kağıda geçirdi. Onun uzman olmayan ama pür dikkatli gözü, hemen üç tip hiyeroglifi ayırt etti: çukur, yassı kabartma ve derin kazılmış. Denon bunların farklılıklarını değişik çağlara ait olmalarıyla açıkladı ki bu, doğruydu.
Sakkara'da Basamaklı Piramit'in, Dendera'daki devasa geç dönem Mısır kalıntılarının resmini yaptı; yüz kapılı Teb'in geniş yıkıntılarında, her gördüğünü yorulmaksızın çizerken, yola devam komutu gelince hemen başıboş dolaşan birkaç askeri toplardı, bunlar çarçabuk, aceleden elleri ayakları dolaşarak, henüz resmedilmemiş bir heykelin başını topraktan temizlerdi ki kalan kısa sürede Denon onu da kağıda geçirebilsin.
Böylece bu serüvenli sefer Assuan'a, Birinci Çağlayan'a kadar sürdü. Elephantine'de III. Amenophis'in zarif, sütunlarla çevrelenmiş küçük tapınağının resmini yaptı ve bu, 1822'de yıkılan tapınaktan geriye kalan tek anı oldu.(2)
Rosetta Taşı
Bu arada Kahire'de "Mısır Enstitüsü" kurulmuştu. Denon'un gördüklerini resimlediği sırada diğer bilim ve sanat adamları arazi yüzeyinde bulunan her şeyi ölçüyor, hesaplıyor, inceliyor ve topluyordu. “Yüzeyinde” diyoruz, çünkü el değmemiş o kadar eser açıkta yatıyordu ki küreğe sarılmaya gerek bile yoktu. Kalıplar, notlar, yazıt kopyaları, desenler, bitki, hayvan ve madenlere ilişkin örneklerin yanında koleksiyonda yirmi yedi heykel de vardı. Bunların çoğu heykel parçaları, birçokları da lahitti. Ancak bunlar arasında biri vardı ki diğerlerinden hemen ayırt edilebiliyordu: Siyah renkli ve perdahlı bazalt stel(3) üzerine, üç dilde ve üç çeşit yazıyla yazılmış ile bir yazıttı bu.
Bu ilginç dikit, 1799’da askeri mühendis François Xavier Bouchard tarafından Nil Deltası’nda bulunan Port Saint Julien yakınlarındaki -adı Fransızcaya Rosetta olarak çevrilecek- El-Rashid’te bulunur. Bouchard’nın komutanı olan ve bir kale duvarına gömülü hâldeki bu taşın önemli olabileceğini fark eden General Menou, taşı İskenderiye’ye yollar. Orada alçı kalıpları ve kopyaları çıkarılan bu garip taş, tarihin o güne dek çözülememiş bir gizemine anahtar olacaktır…
Rosetta Taşı İskenderiye’de uzun süre kalmaz. Denizde yakalayamayınca, Fransızlardan aylar sonra Mısır’a askeri birlik çıkaran İngiltere, Fransızları bozguna uğratır ve Napoleon’un Mısır Seferi hüsrânla sona erer. İngilizler, Fransızların ele geçirdiği, Kahire ve İskenderiye’de bulunan bütün eski Mısır eserlerini British Museum’a gönderirler ki Rosetta Taşı o günden bu yana orada bulunur.
Yakın Doğu Yağması
[1753’te British Museum’un kurulmasıyla, egemen Avrupa güçleri arasında eski eser toplayıcılığı da başlar(4). Bu savaşım Yakın Doğu’daki güç çekişmesiyle bağlantılı olsa da, özellikle eski Yunan ya da Roma eserleri söz konusu olduğunda Avrupalılar bunları ortak tarihlerinin geçmişe yönelik uzantıları olarak görür. Başka bir deyişle, eski eserlerin toplanması, -seçilmiş kimi- geçmiş uygarlıkların, Batı Uygarlığı’nın meşru ve paylaşımsız miras hakkı olduğunu savunmanın bir aracı olarak ortaya çıkar.
Aslına bakılırsa Avrupa, Rönesans’a dek kültürel anlamda tarihe ancak soluk bir iz bırakabilmiştir. Ama sonrasında sömürgeciliğin ortaya çıkışı, yeni ticaret yollarıyla hammadde, ürün ve insan taşımasındaki büyük hacim artışları, matbaayla birlikte bilgi dolaşımının hızlanması, ilk finansal piyasaların oluşması ve burjuvazinin giderek güçlenmesiyle hızla zenginleşir Avrupa. Şimdi gerek duydukları tek şey şanlı bir geçmiştir, tıpkı bizde de bir dönem çok hızlı zenginleşen sonradan görme kimi ailelerin ilk iş olarak antikacıdan herhangi bir Osmanlı paşası portresini satın alarak “Paşa Dedemiz” diyerek duvara asmaları gibi.
Bunu yaparken de arsızlıkta sınır tanımaz yayılmacı Avrupa devletleri. Osmanlı’nın Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın Luksor dikilitaşını 1830’da Fransa’ya hediye etmesi üzerine, eseri taşımak için özel olarak inşa edilen geminin kaptanı Amiral Verninac şöyle diyebilecektir örneğin: “Fransa bu dikilitaşı, Nil Nehri’nin taşıdığı ve durmadan yükselmekte olan çamurdan kaçırmakla, veya bugün bile bu zarif taş sütunlara yalnızca devrilmelerinden korktukları, devrildikleri taktirde döküntülerini yontmaktan âciz olacakları için saygı gösteren Türklerin vahşi cehaletinden kaçırmakla, antik eserlerin değerini bilen yegâne kişiler oldukları için hepsine sahip olmayı hak eden Avrupa’nın minnettarlığına lâyıktır. Eskiçağ, meyvelerini toplamak amacıyla onun toprağını sürenlerin doğal hakkı olan bir ülkedir.“
Avrupa’nın kendine “Paşa Dede” seçtiği kültürel miras, Atina, Roma ve Kudüs’ten yükselen bir sacayağı biçimindedir; ayaklardan Atina akılcı düşünce ve demokrasiyi, Roma, tarihsel, kültürel, siyasi birliktelik ve emperyal gücü, Kudüs ise Hristiyanlığı simgeler. Mısır, bu üçlünün dışında yer alsa da, hepsinden daha eski olması ve tümünü etkilemiş olması yüzünden büyük değer taşır.]
Vivant Denon, hüsrânla biten Mısır Seferi’nden Paris’e dönüşünde Napoelon tarafından Louvre Müzesi genel yöneticisi olarak atanır ve on iki yıl boyunca bu görevi sürdürür. Napoleon ordularının peşi sıra, onların zafer kazandığı bölgelerdeki pek çok sanat eseri ya da arkeolojik kalıntıya ganimet olarak el koyar ve Paris’e gönderir. Louvre’da bugün bile sergilenmekte olan pek çok eser, o dönem Denon tarafından yağmalananlardandır.
Vivant Denon, 1825’te yaşama veda eder ve ünlü Père Lachaise Mezarlığı’nda toprağa verilir.
Haftaya, Rosetta Taşı’ndaki sırrın çözülmesiyle sürdürelim…
- Alıntı metinler büyük ölçüde C.W. Ceram’ın 1949’da yayınlanan “Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler” kitabından alıntı, haddim olmayarak bazı yerleri kendi üslubuma göre düzelttim ya da değiştirdim.
- Denon’un ve seferde bulunan diğerlerinin çalışmaları, Eski Mısır Bilimi’nin (Egyptology) temelini atan yapıta, 1809-1829 yılları arasında tamamlanan “Description de l'Egypte” (Mısır’ın Tasviri) adlı katalog esere temel olmuştur.
- Stel veya stela, dikili duran, yüksekliği eninden uzun tek parça bir taştan yapılmış yazıttır, Yunanca “stele” yani "(dikili) duran blok"tan gelir.
- British Museum’u diğer Avrupa başkentlerinde açılan müzeler izleyecektir kısa süre içinde.