Oğuz Pancar
Ramases ve Selket-I
Duyduğum bir şarkı değildi, ‘Hep bu kadar tatlı kal, hiçbir şeyin seni değiştirmesine izin verme…’ Ama bu sözleri bir başkasından da duymuştum ben! Birkaç hafta önceydi, restorandaki yaşlıca bir erkek müşteri bana uzaktan seslenmiş ve yanına gittiğimde, gülümseyerek birebir aynı sözleri söylemişti, aman tanrım!
Children of the Green Earth
Yeşil Dünya’nın Çocukları
Come to the star field get there tonight
Yıldız tarlasına gel, bu akşam orada ol
Come to the star field we'll get there soon
Yıldız tarlasına gel, yakında varacağız
Come to the star field blazing with light
Işıkla parıldayan yıldız tarlasına gel
Come to the star field on the other side of the light
Işığın öte yanındaki yıldız tarlasına gel
Gold in the summers, gold in the dawn
Yazları altın, gün doğumunda altın
Gold in the hand on the rod you have worn
Elinde taşıdığın asadaki altın
Body of Isis, softer within
İsis’in bedeni, daha yumuşak içi
Now on the wings of your flight you begin
Yeni başladığın uçuşun kanatlarında
Children, children of the green Earth
Çocuklar, yeşil Dünya’nın çocukları
What makes your mind to run with mirth
Hangi şey neşeyle koşturur sizi
Children, children of the green Earth
Çocuklar, yeşil Dünya’nın çocukları
What makes you want to give birth
Sizi çoğalmaya ne ikna eder
Children, children of the bright sun
Çocuklar, parlak güneşin çocukları
What makes your feet so fast to run
Nasıl bu kadar ayağına çabuksunuz
Children, children of the bright sun
Çocuklar, parlak güneşin çocukları
What makes ideas so quickly, quickly come.
Fikirler nasıl bu kadar çabucak geliyor aklınıza
Children, children of the bright star
Çocuklar, parlak yıldızın çocukları
What makes your eyes to see so far
Gözleriniz nasıl bu kadar keskin
Children, children of the bright star
Çocuklar, parlak yıldızın çocukları
Will you know just who and what you are
Kim ve ne olduğunuzu bilecek misiniz
Children, children of the great sky
Çocuklar, engin gökyüzünün çocukları
What makes your wings so quickly fly
Kanatlarınız nasıl bu kadar hızlı
Children, children of the great sky
Çocuklar, engin gökyüzünün çocukları
Where will you go to when you die
Öldüğünüzde nereye gideceksiniz
Kudretli bir Mısır firavunun ağzından dökülecek sözlere benzemiyor pek değil mi? Aynı düşüncedeyim, hiç benzemiyor, ancak öyle olduğuna inanan uçrak, ayrıksı birisi geldi geçti dünyadan. Bu gezegendeki konaklaması çok uzun sürmedi, 1976’da yaşama veda ettiğinde 42 yaşındaydı Barrington Frost ya da sonradan aldığı adıyla Ramases…
Barrington Frost 1934’te, sinemalarda sessiz filmlere fon müziği olarak piyano çalan bir annenin ve şarkıcı bir babanın tek çocuğu olarak Sheffield’de dünyaya gelir. Gitar çalmayı ve şarkı söylemeyi küçük yaşlarda öğrenir doğal olarak. Yirmili yaşlarında zorunlu askerlik hizmeti için RAF’a (Kraliyet Hava Kuvvetleri) katılmak zorunda kalan Barrington, terhis olduktan hemen sonra, 1960’ta Sheffield’e geri döner. Sonrasını eşi Dorothy Laflin anlatsın(1).
Merhaba, Seni Arıyordum
“Bir aile dostumuzun Felixstowe’daki restoranında garsonluk yapıyordum. Bir akşam kapıdan genç bir adam girdi ve beni görür görmez hemen yanıma doğru gelerek ‘Merhaba’ dedi, ‘seni arıyordum’, ‘Gerçekten mi?’ diye karşılık verdim hayretle. ‘Evet, hem de çok uzun zamandır’ dedi, ‘Artık seni bulduğuma göre asla bırakmam’. Çok şaşkındım, bana mesaimin ne zaman biteceğini sordu ve çıkışta beni eve bırakmayı teklif etti. Neden bilmiyorum ama kabul ettim.
İş çıkışında deniz kenarına gittik, biraz konuştuk, sonra birden şarkı söylemeye başladı. Aman tanrım, bu ne kadar güzel bir ses! Duyduğum bir şarkı değildi, ‘Hep bu kadar tatlı kal, hiçbir şeyin seni değiştirmesine izin verme…’ Ama bu sözleri bir başkasından da duymuştum ben! Birkaç hafta önceydi, restorandaki yaşlıca bir erkek müşteri bana uzaktan seslenmiş ve yanına gittiğimde, gülümseyerek birebir aynı sözleri söylemişti, aman tanrım!
Sonra hemen ailemle tanışmak istedi, çok alışılmadık bir durumdu ama ‘Olur tabii’ dedim; ertesi gün akşamüstü çayına bizdeydi. Anneme, hayatının aşkı olduğumu, benimle evlenmesi gerektiğini söyledi ve nasıl yaptı etti bilmiyorum ama annemi ikna etmeyi başardı!
3 hafta sonra evlendik ve Londra’ya taşındık. Başlangıçta Barrington birkaç kulüpte caz söyledi ama kazandığı çok azdı, geçinemiyorduk. Ben de uzun süre iş bulamadım. Bunun üzerine Barrington, ısıtma-soğutma sistemleri kuran bir şirkette işe girmek zorunda kaldı. Daha sonra ona şirketin İskoçya şubesinin başına geçmesini teklif ettiler ve kabul ederek Edinburgh’a taşındık. Ancak aradan daha bir ay geçmemişti ki şirket iflas etti. ‘Nasıl olsa işi öğrendin, kendi şirketini kursana’ dedim ona. Glascow’a taşındık ve orada bir işyeri açtık. Birlikte çalışmaya başladık; broşür bastırdık, işyerini ben tasarladım ve döşedim.
Vitrindeki Yansıma
İşler fena gitmiyordu. Sonra bir akşam Barrington bana bir caddedeki mağazanın önünden geçerken vitrinde kendi yansıması olarak uzay giysileri giymiş bir adam gördüğünü söyleyiverdi, bir başlık giymesine rağmen saçlarının kazınmış olduğu anlaşılıyormuş ve yüzü tıpkı onunki gibiymiş!
‘Saçlarımı kesmem gerekiyor’ dedi, ‘Tamam, olur’ diye karşılık verdim. Önce makasla kısaltarak ve sonra da usturayla saçlarını kazıdı. Garip görünüyordu ama ona yakıştı da aynı zamanda…
Sonra benim de saçlarımı kazıtmamı istedi. Bir an kararsız kaldım, annemi aradım telefonla. Bana Barrington’ın saçlarına ne isterse yapabileceğini ama benim kesinlikle saçımı kesmemem gerektiğini söyledi. Saçlarım kurtulmuştu…
O sırada evde sık sık çocuk şarkıları söyleyip kasetlere kaydederdik. Larry Page adında menajer şarkılarımızı çok sevdi ve bunları plak yapmalıyız dedi. Şarkıları bir stüdyoda kaydettik ama plağa basmadan önce bize bir isim bulmamız gerektiğini söyledi ve ‘Güzel ve Çirkin’i önerdi. Tabii ki kabul etmedik, kayıtlar da plağa basılamadan öylece kaldı.
Bir süre sonra Glascow’dan Sheffield’e taşındık ve orada eski Roma’dakileri andıran bir ev kiraladık; biliyorsunuz ünlü Hadrian Duvarı(2) da Sheffield’e kadar uzanır. Sonra bir gün Barrington’la birlikte bir kitapçıya yolumuz düştü. Etrafta bakınırken nedensizce raftaki kitaplardan birini çekiverdim, Eski Mısır üzerine bir kitaptı bu, kapağında çok değişik ve süslü giysiler giymiş Mısırlı bir kadının resmi vardı, Tanrıça Selket’miş(3) bu kadın (daha sonra kitapta okudum). Kapaktaki kadının saçları biraz farklıydı ancak yüzü tıpkı benimki gibiydi! Sonra Barrington geldi yanıma ve kitabı görünce, ‘Kadının sana benzediğini düşünüyorsun değil mi?’ diye sordu gülerek, ‘Eee evet, bilmem ki’ diye yanıtladım ama gerçekten de çok benziyordu. ‘Bu kitabı sevdim, alalım’ dedi.
Evde kitabı birlikte okumaya başladık; kitabın bir yerinde II. Ramses’in saçlarını tamamen kazıtan ilk firavun olduğu yazıyordu. Ona dönerek ‘Aa sen de saçlarını 2 yıl önce kazıttın’ dedim; o da ‘Evet, tamam. O zaman ben Ramasses’im, sen de Selket’sin(4)’ dedi. Bunu son derece inanarak söylemişti.”
Reenkarne II. Ramses
Barrington Frost, ya da yeni adıyla Ramasses, bundan sonraki yaşamını, Selket’le birlikte dünyayı daha iyi bir yer yapmak için II. Ramses’in barış ve iyilik dolu mesajlarını müzik yoluyla yaymaya adayacaktır. Ancak yeniden-doğumu (reenkarnasyonu) olduğuna inandığı II. Ramses böyle biri midir, çok kuşkuluyum. Çünkü II. Ramses, 66 yıl süren uzun hükümdarlığı süresince askeri başarıları, kurduğu kentler ve tapınaklarıyla öne çıkan, iz bırakmış bir firavun olsa da dinsel konularla ilgilendiği pek görülmüş değil. Zaten dünyanın daha iyi bir yere dönüştürülmesi düşüncesinin, 3.300 yıl önce yaşamış bir firavunun zihin dünyasında kendine yer bulması epey anakronik olmaz mıydı?
[Aslına bakarsanız Ramases’in yeniden-doğum karakteri olarak, II. Ramses’ten yarım yüzyıl önce yaşamış firavun Akhenaton’u(5) seçmesi daha mantıklı olurdu. Akhenaton, Ra, Maat, Hathor, İsis, Nephthys ve Set gibi kadim tanrıları reddederek, tek tanrının -kendini Güneş suretinde gösteren- Aton olduğuna iman etmiştir. Kısa süren hükümdarlığından sonra eski tanrılar tekrar itibar kazanmış olsa da, Aton dini bilinen ilk tek tanrılı inanç olduğu için önemlidir. Bu dinin onu izleyen Museviliğin öncülü olması, hatta Musa öncülüğünde Mısır’ı terkeden kitlenin, inançları yüzünden zorbalık gören Aton inananları olması olasıdır(6).]
II. Ramses’in ve Ramases’le Selket’in öykülerine haftaya devam edelim…
- Dorothy Laflin’in 2014 yılında çekilen “The Saga of Ramases” belgeseli için verdiği röportajdan.
- İngiltere’yi işgal eden Romalıların, kuzeydeki pagan kabilelerden korunmak için inşa ettikleri, adayı doğu-batı doğrultusunda ikiye bölen duvar. Duvarın uzunluğu 100 km’den fazla olup yüksekliği yaklaşık 4 mt’dir.
- Selket ya da Serket, Mısır’ın en eski tanrıçalarından biri. Simgesi akrep olan Selket, doğurganlık, çocukların ve kadınların korunması, zehirli yaraların iyileştirilmesi konularında güç sahibidir.
- Türkçedeki “Ramses” adı İngilizcede daha yaygın olarak “Ramesses”, “Ramasses” olarak geçer.
- Asıl adı “Amenhotep” ya da “Amonhotep”tir, “Amon’un sevdiği” demektir; adını “Aton’un hizmetkarı” anlamına gelen Akhenaton’a çevirmiştir.
- Ancak yine de Aton otoriter bir tek-tanrıdır; Atonizm’de, yaşamın kutsanması, dünyanın herkes için daha güzel bir yer olması gibi bir ülkü anılmaz.