ÖYKÜLÜ ŞARKILAR, ŞARKILI ÖYKÜLER

“ ‘Her şeyin sonuna bakmalıdır; tanrı çok insana mutluluğu yem olarak sunar, sonra da çeker alır elinden.’
Bence bunlar, zaten Atinalıya pek değer vermeyen Kroisos’un hoşuna gidecek sözler değildi ve bu, eldeki şeyleri hor görüp, her şeyin sonuna bakmayı öğütleyen dar kafalı adamı kapı dışarı etti.”

Solon da bu arada Sardes’e gelen Atinalılar arasındaydı. Atinalılar onun kendilerine yasalar yapmasını istemişler, o da bu yasaları yayımlamış, sonra dünyayı göreceğim diyerek, on yıllık bir yolculuk için denize açılmıştı. Aslında kendisini, koyduğu yasalardan herhangi birini kaldırmaya zorlamasınlar diye gidiyordu,  çünkü Atina halkı bunu kendiliğinden yapamazdı, Solon’un yasalarını on yıl uygulamak için büyük yemin vermişti.

Solon

30. — İşte bu önemli nedene başka yerleri görme isteği de katılmış. Solon yurdundan ayrılmış, Mısır’a,  Amasis’in yanına gitmişti ve en son Sardes’e, Kroisos’un yanına geliyordu. Orada, kralın konuğu oldu sarayda, üçüncü ya da dördüncü gün, Kroisos’un buyruğunu alan adamları Solon’a hazineleri gezdirdiler. Kroisos ona şunu sordu: “Atinalı, ”dedi, “benim konuğum, bir filozof olarak sana bunca ülkeyi gezdirten meraklı yaradılışının ve bilgeliğinin ününü birçok kez biz de duyduk, bundan ötürü sana şunu sormak isteği uyandı bende, acaba mutlulukta başka herkesi geride bırakan bir kimseye rastladın mı?” Böyle soruyordu, çünkü kendisi bu adam olmakla övünürdü bütün talihli insanlar arasında, ama Solon, ona yaranmayı aklına bile getirmeden ve yalnız gerçeği düşünerek, “Atinalı Tellos’u gördüm, ” dedi. Bu cevaba şaşıran Kroisos bir soru daha sordu: “Tellos’u niçin bu kadar talihli sayıyorsun?” – “Tellos, ” dedi Solon, “zengin bir ülkede yaşıyordu, güzel ve erdemli çocukları vardı ve evinde başka çocukların da doğduklarını ve hepsinin de yaşadıklarını gördü, üstelik bizde talih bakımından gerekli olan geniş ve maddi rahatlığı da vardı, ama asıl şu ki, ömrü parlak bir sonla taçlandı, Atinalıların komşu kente karşı  verdikleri bir savaşta, Eleusis’te yurdunu savunurken ve düşmanı önüne katıp kovalarken buldu   ölümlerin en güzelini ve Atinalılar ulusal tören yaptılar onun için, düşmüş olduğu yerde ve onu çok ululadılar.”

32. — Solon, böylece, ikinci sırayı da bu genç adamlara vermiş oluyordu. Kroisos öfkelendi: “Atinalı yabancı, ” dedi, “ya biz, bizim mutluluğumuzu sen hiçe mi sayıyorsun ki, bu basit insanları koyuyorsun ikinci sıraya?” – “Kroisos, ” dedi Solon, “sen tanrının insanlara karşı ne kadar kıskanç olduğunu ve ona hiçbir zaman güvenilemeyeceğini bilen bir kişiyi sorguya çekiyorsun. İnsan bir ömür boyunca, görmek istemeyeceği çok şeyi görebilir, çok eziyet çekebilir. Ben aşağı yukarı yetmiş yıl sayıyorum insan ömrünü. Bu yetmiş yıl, artık ayları saymazsak, yirmi beş bin iki yüz gün yapar, ama aylarla mevsimlerin denk düşmesi için yıla iki yılda bir, bir ay eklersek, yetmiş yıldan başka, bu artıklı aylardan otuz beş ay daha eder ve bu ayların gün sayısı bin ellidir. Ve bütün bu günler de, ki hepsi yirmi altı bin iki yüz ellidir ve yetmiş yıla denk gelir, kesin olarak bir tek olay yoktur ki, bugünkü yarınkine benzesin. Şu halde ey Kroisos, insan için yalnız talih ve talihsizlik vardır. Evet, görüyorum, sen çok zenginsin, çok insana hükmediyorsun, ama benden istediğin şeye gene de cevap veremem; çünkü önce ömrünün güzel bir sona bağlandığını öğrenmem gerekir. Zira çok zengin insan vardır ki, kıt kanaat yaşayan insandan hiç de daha mutlu değildir, eğer talih, zenginlik içinde geçen ömrünün sonuna kadar ona yâr olmazsa. Nice insan vardır ki, masallardaki kadar zengindir, ama mutsuzdur; niceleri de vardır ki, şöyle böyle geçinirler, ama talihlidirler. Çok zengin olanın, eğer mutlu değilse, talihli olandan yalnız iki ayrıcalığı vardır; ama talihli olanın mutlu olmayan zengine bakarak pek çok ayrıcalıkları vardır; birisi için her dilediğini yapmak ve büyük bir para kaybını karşılamak çok kolaydır; ama bir de öbürünün üstünlüklerine bakalım: Elbette büyük bir kaybı ve aşırı istemleri öbürü gibi karşılayamaz; ama talihi onu bundan korur; üstelik sağlam yapılıdır, hastalık bilmez, üzüntü tanımaz, görmelere layık çocukları arasında mutludur. Bırak bir de bütün bunlara taç olarak ömrünü mutlu bitirsin ve işte mutlu adam sözüne layık kişi, senin aradığın kişi budur. Ama ölmeden önce, dilini tut, mutludur demek için acele etme,yalnız talihli de, o kadar.

Her şeyin sonuna bakmalıdır; tanrı çok insana mutluluğu yem olarak sunar, sonra da çeker alır elinden.

33. — Bence bunlar, zaten Atinalıya pek değer vermeyen Kroisos’un hoşuna gidecek sözler değildi ve bu, eldeki şeyleri hor görüp, her şeyin sonuna bakmayı öğütleyen dar kafalı adamı kapı dışarı etti. (1)

Sakızlı Mikis

Halikarnaslı Herodotos’un (M.Ö. 484-425)  bundan 24 yüzyıl önce Tarih’inde aktardığı ve Atinalı Solon (M.Ö. 640-560)  tarafından söylenmiş bu bilgelik dolu sözleri ilk okuduğumda lise 2. sınıftaydım, demek ki aradan 40 yıla yakın bir zaman geçmiş. O yaşlarda bilgece sözlere çok kulak asmıyor insan, başkalarının deneyimleri çok fazla iz bırakmadan, yapışmadan akıp gidiyor üzerinden, kendisi deneyimlemeden kolay kolay öğrenemiyor.

Aradan geçen yıllar içinde pek çok kez hatırladığım –ve tekrar tekrar doğrulanan- bu sözleri aklıma getiren kişi Chios’lu (Sakız) Mikis Theodorakis. Güya bu haftanın yazısı, bestesi Theodorakis’e, şiiri Yannis Ritsos’a ait ünlü Epitaphios(2) şarkısı olacaktı. Ancak yazı için araştırma yaparken, düşünceleri yüzünden hapishane, toplama kampı ve sürgün cenderelerinden geçmiş ve özgürlüğün, halkların kardeşliğinin ve barışın sembolü olmuş birinin, yaşlandıkça bütün geçmişini inkar edercesine etnik milliyetçiliğe kaydığını –tekrar ve üzülerek- hatırlamam yüzünden, yazının konusu değişti.

Mikis Theodorakis 1925 yılında Sakız Adası’nda doğar. Annesi 1922’deki “Küçük Asya Bozgunu”  yüzünden hemen karşıdaki Sakız Adası’na sığınmak zorunda kalan bir Çeşme’li, babasıysa  1912 Balkan Savaşları’na katılmış ve muhalif kimliğiyle tanınan Giritli bir kamu avukatıdır. Babasının memuriyeti yüzünden çocukluğu Midilli, Kefalonia, Patras, Pyrgos ve Tripoli gibi farklı şehirlerde geçer.

Müziğe düşkünlüğü ve yatkınlığı küçük yaşlarda ortaya çıkar, hiç müzik eğitimi almadan kendi bestelerini yapmaya başlar, okul ve kilise korolarının değişmez üyesidir. Müzik zevki, yaşadığı adaların, kasaba ve şehirlerin yerel şarkıları, Bizans ayin şarkıları ve amcasının verdiği tek tük plaklardan dinleyebildiği klasik eserler üzerinde temellenir. Tripoli’de, ailesinin piyano almaya gücü yetmediği için varlıklı bir komşularının evinde onlar yokken piyanoyu kendi kendine öğrenir. Matematikte iyidir, ailesi mimarlık okumasını istemektedir ancak sinema salonunda izlediği bir Alman filminde ilk kez duyduğu 9. Senfoni’nin (Beethoven) final bölümünden o denli etkilenir ki ailesine hayatı boyunca müzikten başka bir şeyle uğraşmak istemediğini söyler; babası da da onu alıp Atina Konservatuvarı’na kaydettirir.

İşgal yılları

            Bu arada II. Dünya Savaşı patlamış, İtalya’nın 1940 sonunda Arnavutluk üzerinden saldırısıyla başlayan çarpışmalar, Almanya’nın 1941 baharında Yunanistan’ı işgaliyle sonuçlanmıştır. İşgale karşı başlayan destansı direniş hareketi, Almanya’yı savaş sona erene dek önemli bir savaş gücünü Yunanistan’da tutmaya mecbur bırakacaktır(3).

1942 Mart’ında, işgalin başlamasından bir yıl sonra, Tripoli’nin işgaline karşı “Ulusal Özgürlük Cephesi (EAM)” ‘nin örgütlediği sokak gösterilerinde tutuklananlar arasında 17 yaşındaki Mikis de vardır. İşbirlikçi polis tarafından günlerce işkence edilen genç delikanlının işkenceyle ilk tanışmasıdır bu, ancak son olmayacaktır [Öncesinde koyu bir Ortodoks olan Theodorakis, ruhban sınıfının ve dindar halk kesimlerinin işgalcilere karşı işbirlikçi tutumlarından dolayı dini sorgulayacaktır, polisteki sorgulamalar sırasında onunla birlikte işkence gören EAM üyesi komünist emekçilerin ve diğer sıradan insanların direnç ve yurtseverliklerine tanık olması, Marxist ideolojiye yakınlık duymasının ana nedeni olacaktır, hatta yıllar sonra “Tanrı bana yüzünü bir emekçi  şeklinde gösterdi” diyecektir].

Sonraki yıllar daha da zorlu geçer, artık EAM’ın silahlı kolu olan ve Alman/işbirlikçi kuvvetlerine karşı silahlı mücadeleye girişen “Halkın Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELAS)” üyesi olan Theodorakis pek çok kez yakalanır, acımasız işkencelere uğrar, hatta bir keresinde başına aldığı darbeler yüzünden öldü sanılarak atıldığı morgda şans eseri arkadaşları tarafından bulunur, örgüt üyesi doktorlar tarafından yapılan bir dizi ameliyatla kurtarılır (sağ gözündeki görüş kaybı o zamandan kalmadır).

Nazi Almanyası ve Faşist İtalya’nın yenilmesi de bu güzel ülkeye huzuru getirmez, Yunanistan bu kez kendini “Soğuk Savaş”ın ilk arenası olarak bulur. Savaştaki halk direnişinin öncüsü ve örgütleyicisi olan “Yunanistan Komünist Partisi (KKE)” ve ona bağlı EAM/ELAS’ın dönüşmesiyle oluşan “Yunanistan Demokratik Ordusu (DSE)” iktidar hayalleri kurarken, Yunanistan bu kez ABD destekli İngiliz birliklerinin işgaline uğrar. İngilizlerin savaş öncesi siyasi kadroları tekrar başa geçirmesiyle ülke bu kez dört yıl sürecek (1945-1949) kanlı bir iç savaşa savrulur.

Makronisos cehennemi

ABD/İngiltere destekli iktidar ve yeni oluşan Sovyet Bloku destekli KKE arasındaki silahlı mücadelenin ön saflarındaki gençlerden biri de genç Mikis’tir, askerler tarafından her ele geçirildiğinde çoğunlukla adalarda kurulmuş meşum toplama kamplarından birine atılır [Bu adaların en bilinenleri Makronisos, Samos (Sisam), Lemnos (Limni) ve Agios Efstratios (Bozbaba) adalarıdır]. En son gönderildiği ada, en kötü şöhrete sahip olanıdır: Makronisos [Attika yarımadasının hemen karşısında bulunan bu ince uzun küçücük ada, iç savaş sonrasında da, 1970’lere dek, siyasi hükümlülere işkence edilen kamplardan biri olacaktır]. Adada rehine olarak tutulan ve çözülmeyen (devlete bağlılık bildirmeyen) binlerce siyasi  mahkumun infaz edildiği bu uğursuz adanın kurbanlarından birinin Theodorakis olmasına ramak kalır iki kez; birisinde idam mangasının infazında diğerindeyse işkencede öldü sanılarak toplu mezarlara atılır Mikis, ancak yine –sağ olduğunu farkeden- diğer mahkumlar tarafından kurtarılır [adadaki mahkum dostlarından biri de Yannis Ritsos’tur, yıllar sonra Ritsos’un bir şiirine Theodorakis’in yapacağı beste Yunan devrimci hareketinin marşı olacaktır: Epitaphios, ama bu, başka bir yazının konusu olacak kadar uzun bir öykü].

1949 yılında vücudundaki çeşitli kırıklar ve geçirmekte olduğu ağır tüberküloz nedeniyle –genellikle umut kesilmiş tutukluların ölmeleri için yollandığı, tedavilerinin göstermelik yapıldığı- Askeri Hastane 401’e yollanır. Oğlunun durumunu haber alan babası hemen hastaneye koşar, ancak oğlunu hastanede bulamaz; halbuki  koridorda sedyede yatmakta olan Mikis’in yanından birkaç kez geçmiştir; oğlu gördüğü işkencelerden tanınmaz durumdadır, o yüzden babası onu tanımamıştır; o babasını görmüş olsa da elini kaldıracak kadar bile takati yoktur, çenesi kırık olduğu için ses de çıkaramamıştır.

Hastane 401’den sonra tekrar Makronisos’a gönderilen Theodorakis gördüğü işkenceler yüzünden yine hastanelik olur, araya hatırlı birilerini sokmayı başaran babasının yardımıyla –daha önce yapmayı reddettiği askerlik görevini yapması koşuluyla- serbest bırakılır.

Askerlik hizmeti için Türkiye sınırına yakın Alexandropoulis’e dağıtımı çıkar.

Birliğine teslim olmadan önceki kısa arada Atina’da son sınavlarını verir ve konservatuvarı bitirir.

Falaka

Askerliği boyunca da uğradığı işkenceler sona ermez, en son yatırıldığı ağır “falanga” sonrasında barut tozu içerek yaşamına son vermeye çalışır [bizdeki “falaka” Yunanca “falanga”dan gelir, sözcüğün kökeni “phalanx”tır, parmak kemiği ya da ayak baş parmağı anlamına gelir(4)]. Bir akıl hastanesine kapatılır; hastane neredeyse Makronisos kadar kötüdür, hastalar her gün sık sık sıra dayağından geçirilmektedir. Yardımına yine babası koşar, araya hatırlı dostlarını sokarak kalan askerliğini Girit’te tamamlamasını sağlar.

Bu arada iç savaş sona ermiş, İngiltere ve ABD destekli iktidar (görünüşte sivil ama aslında askeri) kazanmıştır.

Mikis Theodorakis’in sonraki yaşam öyküsü de daha az hareketli ya da daha az ilginç değil. Daha lise yıllarında başladığı –ve toplama kamplarında da sürdürdüğü- ve ona siyasallaşmış kitlelerde hatırı sayılır bir tanınırlık sağlayan beste çalışmalarına hız verecek, uzun yıllardır nişanlısı olan Myrto Altinoglou ile evlenecek, 1954’te  Paris Konservatuvarı’na kabul edilecek,  1967’deki Albaylar Cuntası’nın gerçekleştirdiği askeri darbeye karşı ülkesine geri dönecek ve yeraltı direniş hareketi başlatacak, yakalanacak, hapis yatacak, Oropos adasındaki toplama kampına gönderilecek, uluslararası baskı sayesinde serbest bırakılarak Paris’e sürgüne gönderilecek; ama faşizme karşı mücadelesi hiç bitmeyecek.

Aradan onurlu mücadelelerle dolu bir yarım yüzyıl geçer.

Makedonya Yunandır

2018 Şubat başı, Atina’daki ünlü Sintigma Meydanı. Tekerlekli sandalyedeki Mikis Theodorakis de sahnede ancak bu kez meydandaki kalabalık onun şarkılarını dinlemeye gelenlerden oluşmuyor, alışılageldik izleyici topluluğundan çok farklı bunlar: askeri üniforma giymiş milisler, Ortodoks papazları, yüzlerini boyamış fanatikler ve ellerindeki mavi-beyaz Yunan bayrağını dalgalandıran onbinler. Durmaksızın “Makedonya Yunandır” sloganı atıyorlar.

Aşırı sağcı (siz faşist diye okuyun) Altın Şafak Partisi’nin girişimi ve ülkedeki tüm sağcı kesimlerin katılımıyla gerçekleştirilen bir miting bu. 1991’de kurulan Makedonya Cumhuriyeti’nin adına itiraz ediyorlar ve “Makedonya” adının Yunanistan’ın tekelinde olduğunu öne sürüyorlar(5). Mikis Theodorakis de bir konuşma yapıyor ve  “Makedonya geçmişte Yunan’dı, şimdi de Yunan ve gelecekte de Yunan kalacak” diye haykırıyor.

Faşistlerle herhangi bir konuda aynı fikirde olmak zaten yeterince netameli bir şey.  Bunun üstüne,  93 yaşında ve hastayken, üstelik tekerlekli sandalyeyle, faşistlerin düzenlediği bir mitinge katılmak ve ateşli bir konuşma yapmak, aynı fikirde olmanın çok ötesine geçen bir durum, ve çok üzücü [Miting sonrası sol gruplar tarafından, Theodorakis'in evinin duvarına, "Sen ki verdiğin mücadelelerle dağlarda yüceldin; şimdi milliyetçiliğin lağımında kayboluyorsun" yazıldı, çok haklılardı].

Gerçi bu Theodorakis’in ilk aşırı milliyetçi tepkisi değil; daha önce de Yunanistan’da oynatılan Türk dizileri için “Uyanık olmalıyız. Düşman sinsice içimize sızıyor. Bu dizileri izlemeye devam ederseniz ülkemizi ve dilimizi kaybedeceğiz. Yunan TV'leri Türk propagandasına hizmet ediyor." dediği yansıdı bütün gazetelere. Bunu söyleyen kişi yıllarca Türk-Yunan halklarının kardeşliği için emek vermiş bir insan, sıradan bir Yunan milliyetçisi değil.

Yugoslavya İç Savaşı sürecinde Miloseviç’i destekleyen demeçleri  ve onunla çektirdiği samimi fotoğraflar da hala hafızalarda.

It ain’t over till it’s over

Belki insan yaşlandıkça sevmek için gereken enerjisini kaybediyordur, belki nefret kendisine gereken enerjiyi kendi üretebilen bir duygudur; belki insan  yaşlandıkça başkalarını suçlamak ve başkalarından nefret etmek en kolayıdır; empati yapmaktan bıkıyordur belki insan bunca yıl; ya da yaşlandıkça beyinde ölen nöron ve sinapslardır –bazı- insanları daha hoşgörüsüz, daha ırkçı, daha nefret dolu hale getiren, bilmiyorum (bu genellenebilecek bir şey değil tabii ki, ama bazı yaşlılarda sıklıkla gözlemlediğim bir durum)…

Mikis Theodorakis hala sağ ve 95 yaşında.

Umarım şanlı hatırasını lekeleyecek başkaca söz ve eylemi olmadan huzur içinde tamamlar yaşamını. Çünkü Solon’un ve profesyonel beyzbolcu/amatör filozof Yogi Berra’nın dediği gibi "It ain't over till it's over" (“Sona ermeden bitmiş sayılmaz”).

Kroisos’a ne olduğunu merak edenlere: Kroisos gördüğü bir rüyayı ve Delphi’deki kahinlerin kehanetlerini yanlış yorumlayarak Pers Kralı Kyros’a savaş açar; ayrıntılarını atlayacağım bu savaşın sonunda Lidya başkenti Sardes düşer ve Kroisos tutsak edilir; muzaffer Pers kralı Kyros, Kroisos’un yakılarak öldürülmesini emreder. Kroisos, odun yığını üzerinde yakılmayı beklerken inleyerek üç kez “Solon” diye haykırır. Kyros’un meraklanması üzerine ona Solon’un kendisine anlattıklarını, o zaman ona kızdığını ama şimdi kendi halini görünce Solon’un söylediklerine ne denli hak verdiğini anlatır. Anlatılanlardan etkilenen Kyros düşmanının canını bağışlar, adamlarına Kroisos’u danışmanı olarak atadığını bildirir ve kendisine gerekli saygının gösterilmesini emreder. Kroisos ömrünün sonuna kadar Pers kralının danışmanı –ve tutsağı- olarak yaşamını sürdürür.

 (1) Herodot Tarihi, Çev. Müntekim Gökmen, Remzi Kitabevi, 1973

 (2) Epitaphios sözcüğü, ölmüş İsa ve onun yasını tutan Meryem’i resmeden nakışlı örtü anlamına gelir, cam (ikona) ya da mermer üzerine işlenmiş epitaphios’lar da yaygındır; İngilizce “mezar yazıtı” anlamına gelen “epitaph” sözcüğünün de kökenidir.

(3) Aslında Balkanlar’ın ve Yunanistan’ın işgali Almanya’nın planları arasında yoktur, ancak İtalya’nın Yunanistan üzerindeki emelleri nedeniyle 1940 Ekim’inde başlattığı saldırının başarısız olması Almanya’yı müttefikinin yardımına koşmaya mecbur bırakmıştır. Almanya’nın, Yugoslavya ve Yunanistan işgalleri yüzünden önemli bir askeri gücünü Balkanlarda tutmak zorunda kalmasının, kısa bir süre sonra başlayan Barbarossa (Rusya’nın işgali)  harekatını en az bir ay ertelediği ve bunun da tüm harekatın sonucunu etkilediğini düşünen tarihçiler vardır (kış bastırmadan önce bir ay daha zamanı olsa Wehrmacht’ın Stalingrad ve Moskova’yı alacağı neredeyse kesindir).

(4) Phalanx sözcüğü aynı zamanda savaş meydanında dikdörtgen ya da kareler oluşturacak sıralar şekilde dizilmiş ağır silahlı piyadelerin savaş düzenine verilen isimdir, Sümerlilerden bu yana bilinir, Yunan ve Roma ordularının temel savaş düzenidir.

 (5) Yunanistan “Makedonya”nın kendi sınırları içindeki bir bölgenin adı olduğu gerekçesiyle Makedonya Cumhuriyeti adına itiraz etmektedir; Büyük İskender’in de doğum yeri olan ve antik Makedonya Krallığı’nın başkenti olan Pella, bugünkü Yunanistan sınırları içinde kalmaktadır ancak Makedonya Cumhuriyeti topraklarının neredeyse tamamı da geçmişte antik Makedonya Krallığı sınırları içinde yer almaktaydı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi