Oğuz Pancar
Öykü I / Theseus
O ana dek onları boş gözlerle izleyen Theseus Minos’un adını duyar duymaz hiçbir şey söylemeksizin boğaya yönelir, gittikçe hızlanan adımlarla yürürken bir yandan tunç kılıcını kınından sıyırır ve iki eliyle kavrayarak, herşeyden habersiz otlamakta olan boğanın boynuna indirir bütün gücüyle
Attika’nın(1) on iki özerk beyliğinden birinin kralı olan Aigeus’un çocuğu olmamaktadır. Tam ardında bir vâris bırakmadan bu dünyadan göçeceğini kabullenmişken karısı Aithra ona müjdeli haberi verir, gebedir. Aigeus sevinçten ne yapacağını şaşırır; heyecan ve endişeyle geçen ayların sonunda Aithra’nın sağlıklı ve üstelik bir erkek bebek doğurması üzerine, komşu beyliklerdeki soyluları da davet ederek günlerce süren ziyafetler verir, şenlikler düzenler. Sonraki aylarda çocuğunun olmasında komutanlarından Antilokhos’un “ufak bir katkısı” olduğu söylentileri kulağına kadar gelse de duymazdan gelir Aigeus. Ancak aradan bir süre geçip de söylentiler hâlâ devam edince Antilokhos’tan uzak diyarlara gitmesini ve asla geri dönmemesini ister; teklifi kabul eden komutanın heybesini de gümüşle doldurur(2). Antilokhos konağı sevinç içinde terkederek yola koyulurken bilmediği şey, ağzı sıkı üç muhafızın Aigeus’un emriyle yolun ıssız bir kısmında ona pusu kurdukları ve gideceği yegâne uzak diyarın Hades(3) olduğudur…
Adı Theseus konan bebek, dadıların gözetiminde binbir ihtimamla yetiştirilse de yaşı biraz büyüyünce ele avuca sığmaz bir çocuk olup çıkar; bir delikanlı olduğunda da aklı fikri gymnasiuma(4) gitmek ve orada arkadaşlarıyla birlikte spor yapmaktır; güreş, kılıç ve mızrakta da oldukça ustalaşmıştır. Babasının ona, ileride miras alacağı ünvana hazırlamak için dönemin en tanınmış filozoflarından aldırdığı dersler hiç ilgisini çekmez; aklındaki tek şey, yarım kulakla dinlediği dersler biter bitmez arkadaşlarıyla beraber Attika tepelerinde geyik ve domuz avına çıkmaktır. Öyle ki kimi zamanlarda bu av seferleri birkaç güne uzar; Aigeus, muhafızlarını yollamak zorunda kalır oğlunun Attika tepelerinde aranması ve bulunup geri getirilmesi için.
Eşkiyalar
Bu av seferlerinin birinde Theseus’la arkadaşlarının karşısına üç kişilik bir eşkiya çetesi çıkar. Bunlar, yollarda pusu kuran ve kurban olarak özellikle yalnız, yaşlı ya da güçsüz kimseleri seçen sıradan haydutlardır; üç kişiye karşı koyamayan kurbanlarını soyup soğana çevirmekte, karşı çıkmaya yeltenenleri de acımadan öldürmektedirler.
Haydutları tepelemek Theseus ve kalabalık arkadaş topluluğu için zor olmaz, her biri gymnasiumda edindikleri savaş becerilerini gerçek hayatta uygulamak için can atan genç ve güçlü erkeklerdir.
Theseus ve yoldaşları eşkiyaların ganimetleriyle birlikte (birkaç eski tunik ve sandaletler, beş amphora zeytinyağı ve şarap) kente döndüklerinde dosdoğru Pallas Athena Tapınağı’na yönelirken, aralarından Patroklos da Aigeus’un sürüsünden besili on koç seçmek için ağıla yollanır. Patroklos, birkaç çobanla birlikte güçlükle sürükleyebildikleri koçlarla birlikte tapınağa vardığında Theseus’u çevresinde toplanan kalabalığa eşkiya çetesini nasıl bozguna uğrattıklarını anlatırken bulur. Yalnız Theseus’un anlattığı olay sanki birkaç saat önce onun da tanık olduğundan biraz farklıdır sanki. Üç sıradan eşkiya yaklaşık on kişilik bir haydut çetesine dönüşmüştür ki aralarından bazıları da Herakles kadar iri yarıdır. Tabii haydutların çoğunu Theseus’un tek başına öldürmüş olduğunu eklemeye gerek yok; onun ölüm saçan kılıç ve harbesinden(5) kaçabilen birkaç kişi canını kurtarabilmiştir yalnızca.
Kehanet
Besili koçlar Athena’ya kurban olarak kesilir bir bir sunakta; kurbanların tütsü olarak yakılan iç yağlarının kokusu her yeri sarmışken, kentin önde gelen kâhinlerinden biri kurbanların karaciğerini ve bağırsaklarını uzun uzun inceler ve sonunda kehânetini bildirir; Theseus, adı ve şanı yedi iklimde de bilinen büyük bir kahraman olacaktır. Tabii Theseus‘un kâhine, kimse duymadan, yirmi besili koç vaat etmesinin bu kehânete etkisi olmuş mudur bilinmez.
Olayın komşu Attika beyliklerinde de duyulmasıyla kendini büyük bir cengâver ve hatta bir kahraman olarak görmeye başlayan Theseus, tüm Attika’nın koruyucusu pozuna bürünür. Yoldaşlarıyla birlikte dağ tepe demeden eşkiya arasa da kendisine şan kazandıracak yeni bir çete bulamazlar.
Oğluyla gizliden gizliye gururlanan Aigeus, Theseus’un gelecekteki krallık dönemine hazır olması için kent işleriyle de ilgilenmesini arzu etmektedir. Theseus’tan, her yedi yılda bir Girit Kralı’na haraç olarak yolladıkları haracın teslimi için yapılacak seferin başında gitmesini ister.
[Bundan yirmi yıl kadar önceki Panathenaia(6) oyunlarına katılan Minosoğlu Androgeos katıldığı tüm oyunları kazanmış, ancak başarısını çekemeyen rakipleri tarafından kalleşçe öldürülmüştür. Oğlunun katledildiğini duyan Girit Kralı Minos, topladığı orduyla Attika ve bağlaşığı Megara üzerine sefer düzenlemiş, ancak kuşatılan Atina uzun süre direnmiş ve düşmemiştir. Sonunda Attika’nın her yedi yılda bir Minos’a, yedi tane yüzlük tabaklanmış öküz derisi ve yedi tane yüzlük talent(7) ağırlığında tuncu(8) haraç olarak ödemesi karşılığında kuşatma sona ermiştir.)
Theseus sevinçle karşılar babasının teklifini, Giritliler hakkında çok şey duymuştur, muazzam büyüklükteki Knossos sarayı, erkek gibi rahat davranan güzel Giritli kadınlar…
Girit
Hazırlanan haraç yükleri, Atina’nın hemen dışından akan İlisos ırmağı üzerinden Pireaus ve Phaleron kentleri arasındaki korunaklı körfeze taşınır büyük sallar üzerinde; sonra hepsi iskelede onları bekleyen bir uniremeye(9) yüklenir. Theseus yoldaşlarından yalnızca beşini yanına alabilmiştir; babasının, yolları epey uzun olduğu için yanına yalnızca iyi kürek çekebilen denizcileri almasındaki ısrarıyla, başta Patroklos olmak üzere yalnızca en yakın arkadaşları eşlik edebileceklerdir ona bu seferde.
Yolculukları on gün kadar sürer. Hava durgundur, çoğu kez yelken açamazlar, kürekle yol alır gemileri. Denize alışkın olmayan Theseus ve arkadaşları için zorlu geçen bir yolculuktan sonra Knossos’a yakın Amnisos iskelesinde karaya çıkarlar. Yükler, onları bekleyen Giritlilerin getirdiği, öküzlerin çektiği büyük arabalarla Knossos’a taşınır.
Saraya vardıklarında Attikalılar gördükleri karşısında büyülenirler, Knossos Sarayı bildikleri her yapıdan çok daha büyük, süslü ve gösterişlidir. Üç katlı ve sayılamayacak kadar çok odası olan bu saray yalnızca büyüklüğü ve süslemeleriyle değil, onu çevreleyen bahçelerinin güzelliğiyle de göz alıcıdır.
Girişteki saray muhafızları tarafından -sıradan bir ziyaretçiymiş gibi- üzerindeki kılıcı ve harbesi emanet alınan ve yanına arkadaşlarından kimseyi almasına izin verilmeyen Theseus’un morali bozulur. Buraya gelirken farklı şeyler hayal etmiştir oysa; Minos’la uzun uzun sohbet edeceklerdir, belki de onu bu haracı kaldırması için ikna edecektir, kimbilir belki de Minos bu yiğit Attikalıyı o kadar beğenecektir ki kızlarından birini teklif edecektir ona gelin olarak.
Knossos’un Labirentleri
Labirent gibi sağlı sollu uzun koridorlar boyunca, zemindeki mozaikleri ve duvarlardaki olağanüstü freskleri hayranlıkla seyrederek, hızlı adımlarla önünde yürüyen mihmandarı takip eden Theseus sonunda büyük bir salonun girişine varır. Mihmandar, gelişini Kral’a haber vereceğini ve orada beklemesini söyler. Theseus, Minos’a ne söyleyeceğini kafasında kurarken, geri dönen mihmandar, Minos’un onu kabul etmeyeceğini ve Attikalıların oyalanmaksızın adayı terketmelerini buyurduğunu bildirir.
Uğradığı aşağılanmayla allak bullak olmuş bir şekilde, geldiği labirent gibi uzun koridorları mihmandarın peşinde tekrar kateden Theseus sonunda saray dışına varabildiğinde sinirden titremektedir; adamlarına derhal gemiye döneceklerini söyler, arkadaşlarının sorduğu ısrarlı sorulara yanıt bile vermez.
Hızlı adımlarla ve bu kez yüksüz olarak, birkaç saat içinde ulaşırlar gemiye. Theseus denizcilere derhal demir almalarını emreder. Kıyıdan biraz uzaklaştıklarında, Knossos’ta en az birkaç gün kalacaklarını zanneden denizcilerin su ikmali yapmadıkları ortaya çıkar. Denizcilerden biri, gün batımı yönünde kıyı boyu yol almalarını önerir; yarım günlük yolda pek çok tatlı su kaynağının olduğu sulak bir bölge olduğunu, su hydralarını(10) oradan doldurabileceklerini söyler. Denizcinin sözünü ettiği bölgeye ulaştıklarında, gemiye bağlı küçük sandala aldığı kadar boş hydra yerleştirilir ve kaynaktan doldurmak üzere kıyıya taşınır.
Tüm hydraların doldurulmasının birden fazla sefer gerektireceği ve birkaç saat zaman alacağı anlaşılınca, Theseus ve arkadaşları da önlerindeki uzun deniz yolculuğundan önce karada biraz zaman geçirebilmek için kıyıya inerler.
Ariadne
Theseus’un öfkesi, demir aldıklarından bu yana durmaksızın Minos’a lânetler savurmasına rağmen hâlâ azalmamıştır. Kıyıda yine öfkeli bir şekilde volta atarken adamlarından biri biraz ötelerindeki alçak tepede koyun otlatan bir kadın farkeder. Theseus ve arkadaşları merakla ona doğru yürürken, genç kadın hiçbir tedirginlik belirtisi göstermeden ve umursamaz bakışlarla izler onları. Yanına ulaştıklarında da hiç kaçmaya yeltenmez kadın. Yanına vardıkları kadın keskin yüz hatlarına sahip, dalgalı saçlı, güzel bir kadındır; üzerindeki uzun elbisenin önü, göğüslerini açıkta bırakacak şekilde bele kadar açıktır. Memleketlerinde hiç böyle giyinen kadın görmemiş olan Attikalılar şaşırırlar(11). Koyunların biraz ilerisinde gösterişli bir boğanın da otlamakta olduğu gözlerine çarpar o sırada. Patroklos adını ve kim olduğunu sorar kadına, “Ariadne’dir adım” diye karşılık verir kadın, “Beyim Nereos’tur. Burada yaşarız iki başımıza, koyun yetiştiririz” der sonra. Patroklos başıyla boğayı işaret ederek, “Boğa kimindir peki?” diye sorar, “Adadaki bütün boğalar Minos’undur.” diyerek yanıt verir kadın, “Üç elin parmakları kadar gün doğumundan sonra oyunlara(12) katılacak o” der geriye dönüp boğaya doğru gururlu bir bakış atarken.
O ana dek onları boş gözlerle izleyen Theseus Minos’un adını duyar duymaz hiçbir şey söylemeksizin boğaya yönelir, gittikçe hızlanan adımlarla yürürken bir yandan tunç kılıcını kınından sıyırır ve iki eliyle kavrayarak, herşeyden habersiz otlamakta olan boğanın boynuna indirir bütün gücüyle. Boğa korku ve şaşkınlıktan fal taşı gibi kocaman açılan gözleriyle, havayı dövmek ister gibi bir o yana bir bu yana savurur kocaman boynuzlarını; tuncun ete gömüldüğü derin kesikten fıskiye gibi kan püskürmektedir; devasa boğa uzaklaşmak ister gibi yana doğru iki sarhoş adım atar ama daha fazla uzaklaşamaz, önce ön ayakları üzerine çöker, bir an öyle kalsa da, titreyen arka bacakları da çözülür hemen sonra ve güçlü hayvan olduğu yere yığılır.
[Boğa kültü Giritlilerin kadim zamanlarda Anadolu’dan adaya göçerken beraberlerinde getirdikleri çok eski bir inanıştır oysa. Girit’te boğalar kutsal sayılır, öldürülmeleri yasaktır. Adada her yıl düzenlenen boğa oyunlarında kazanan hayvanın sahibi şan alır ve cömert ödüllerin sahibi olur.
Ariadne’nin boğanın Minos’a ait olduğunu söylerken kastettiği budur ancak Theseus Minos’un adından sonrasını işitmemiş, boğanın Minos’a ait olduğunu sandığı için, biriken tüm öfkesini zavallı hayvandan çıkarmıştır.]
Gözlerinin önünde gerçekleşen bu olaydan sonra herkes donup kalır bir süre, sonra Ariadne şaşkın ve öfkeli çıplıklar atarken Patroklos Theseus’un yanına koşar hemen, “Tanrılar yaptığını bağışlasın Theseus” der, “Ama şimdi bu kadından da kurtulmamız gerek”. Theseus bir süre boş gözlerle arkadaşına bakar ve sonra bir rüyadan uyanmış gibi, bir yerde yatan boğaya bir de Ariadne’ye bakar, masum bir kadını boğazlamak düşüncesinden dehşete düşer o an, “Onu da yanımıza alacağız, tanrılar karar versin kaderine” diye karşılık verir.
Ariadne’yi de zorla kucaklayarak apar topar gemiye dönerler; hızla demir alırlar; geminin her iki yanındaki, suya hızla inip çıkan uzun ve güçlü kürekler kıyıdan uzaklaştırır onları kısa sürede.
Poseidon’un Gazabı
Üçüncü gün Naksos adası açıklarında yol alırken ani bir fırtına patlar, koca gemi dalgaların üstünde fındık kabuğu gibi bir o yana bir bu yana savrulur. Denizciler bundan sağ çıkabilmek için Poseidon’a bağırışlarla yakarır ve adak adarlarken bordadan vuran dev bir dalga hepsini gemi içinde savurur; küreklerin de yarısını kırar.
Dalganın şaşkınlığı geçtikten neden sonra yerde hareketsiz yatan Ariadne’yi farkederler; oturmakta olduğu sıradan birkaç metre öteye savrulmuş ve boynu kırılmıştır. Theseus büyük bir acı ve pişmanlık duyar o anda, elleri suçsuz bir kadının kanıyla kirlenmiştir.
Naksos’un korunaklı bir koyuna zar zor sığındıkları anda, aniden bastıran fırtına başladığı gibi birden bire diner. Patroklos ve diğerleri, Ariadne’nin ölümüyle derin bir oh çekmişlerdir, tanrılar hükmünü vermiş, başlarına büyük belâlar açabilecek bir mesele kendiliğinden çözülmüştür. Kadının cansız bedenini denize atmayı ve bu olayı sonsuza dek unutmayı teklif ederler Theseus’a. Üzgün Theseus kabul etmez tekliflerini, neden olduğu ölümle zaten tanrıların öfkesini üzerine çekmiştir, o yüzden tanrıları daha fazla kızdırmayacağını, Ariadne’ye geleneklere uygun bir cenaze töreni yapılacağını söyler.
Kıyıda topladıkları odunlarla büyük bir yığın yaparlar; sonra da üzerine yerleştirdikleri cansız bedeni ateşe verirler. Birkaç saat sonunda kömüre dönüşen bedenden kemikler ayıklanır, iyice temizlenir ve sonra toprağa gömülerek üstü taşlarla örtülür zavallı Ariadne’nin.
Dönüş yolunun kalanında Theseus’un ağzını bıçak açmaz, küpeşteye dayanıp denizi seyreder uzun uzun yalnızca. Phaleron’a vardıklarında onları karşılayanlar arasında babası Aigeus da vardır; gelişlerini uzaktan görüp haber vermiştir gözcüler. Mutlulukla sarılır Aigeus iskeleye ayak basan oğluna. Ancak ondaki durgunluğu farkeder hemen sonra. Nedenini sorduğunda Theseus olan biteni olduğu gibi anlatır, oysa gemideyken, başlarından geçenleri kimseye anlatmamak üzere ant içmişlerdir hep birlikte; ama yol boyunca vicdan azabının yiyip bitirdiği Theseus saklayamaz olanları babasından.
Olanları duyunca Minos’un ve tanrıların gazabından paniğe kapılan Aigeus’a inme iner oracıkta, ertesi gün de son nefesini verir hasta yatağında.
Ege
Masum bir kadından sonra öz babasının da ölümüne kendisinin neden olduğunu bilen ve bunun acısını ömrünün sonuna dek çekecek olan Theseus, babasının anısını onurlandırmak için, o güne dek “Adalar Denizi” olarak adlandırılan ve Anadolu kıyılarıyla Yunanistan ana karası arasındaki denizin “Aigeus Denizi” olarak anılmasını ister Attikalılardan yeni kralları olarak. O gün bugündür bu denizin adı “Aigeus” yani “Ege” olarak bilinir ve söylenir.
Yukarıda anlattığım öykü tamamen kurmaca, hayal ürünü yani. Aigeus’un Attikalı bir kral, Theseus’un da onun oğlu olduğu bölümü gerçek, Ege Denizi’nin adını Aigeus’tan aldığı da -muhtemelen- doğru ancak -olay örgüsü benzer olsa da- diğer bölümleri mitolojideki Theseus efsanesinden çok farklı. Hangisi gerçeğe daha yakın derseniz, haftaya Theseus efsanesini yazacağım, siz verin kararı…
- Yunanistan’da Atina kenti ve çevresini kapsayan bölgenin antik çağlardaki adı.
- M.Ö. X. yüzyılda da gümüş değerli bir metaldir ve mal değişiminde kullanılır, ancak standart şekil ve ağırlığa sahip damgalı gümüş paranın yani sikkenin ortaya çıkması için biraz daha zaman geçecektir.
- Hades hem ölüm tanrısı hem de ölüler diyarına verilen addır.
- Eski Yunanlılarda hem eğitim hem de spor ve talim için kullanılan okul.
- Kısa saplı mızrak.
- Attika’da Tanrıça Athena onuruna düzenlenen, Marathon yarışmalarına benzer spor şenlikleri.
- Yaklaşık 27 kilograma denk gelen eski bir ağırlık birimi.
- Bronz.
- Tek katlı ya her iki yanında yirmi beşer kürek gücüyle yol alan, tek yelkenli tekne.
- Su testisi benzeri bir çömlek cinsi.
- Minos Uygarlığı’nda kadınlar önü göğüslerini açıkta bırakacak şekilde bele kadar açık uzun elbiseler giyerlerdi; ancak Minos’ta, geçmişteki diğer pek çok kültürde de olduğu gibi, kadın memesi yalnızca bebek emzirmeye yarayan bir organ olarak görülür ve cinsellik yüklenmez; kadın memesinin cinsellik kazanması çok uzun zaman sonradır.
- Minos Uygarlığı döneminde, her yıl yapılan ve boğalarla yapılan oyunlar ve gösterilerin merkezde bulunduğu spor şenlikleri.