Oğuz Pancar
Otoportreler - I
Ancak Romanesk ve Gotik sanat dönemlerinin ardından gelen Rönesans’la birlikte Hümanizm ve Bireycilik’in ortaya çıkışıyla bu durum değişmeye başlar yavaş yavaş. Önce mahcupça kendilerini resmin içine gizleyen ya da kalabalıktaki insanlardan biri olarak resmeden sanatçılar bir süre sonra doğrudan kendilerini konu edinmeye başlar
“Bir kimse neden kendi kendisinin resmini yapar? Kendi resmini yapmaya yönelten pek çok güdüden biri, portresini yaptırmak isteyenleri heveslendiren güdüyle aynıdır. Bir zamanlar bu dünyada var olduğuna ilişkin ardında bir tanıklık bırakmak."(1)
Sahra Çölü’nün Gilf Kebir bölgesinde bulunan Hayvanlar Mağarası’nın(2) duvarlarına çizilmiş ve yaklaşık 8 bin yıl öncesine tarihlenen bir resim göreceksiniz sayfada. Büyük hayvanları ve çok sayıda insanı betimleyen, kök boyayla yapılmış bir resim bu. Resimdeki insanlardan biri acaba bu resmi boyanan kişiyi mi temsil ediyordur, büyük olasılıkla öyle…
Amazonlarla Savaşan Phidias
Mısır Firavunu Akhenaton’un baş heykeltraşı Bak’ı karısıyla birlikte gösteren kabartma ilk otoportrelerden biri sayılıyor, günümüzden neredeyse 3.500 yıl önce yapılmış. Eski Yunan vazolarında, sanatçıların resmedilen insanlar arasına kendilerini de eklemeleri görülmemiş bir şey değil. Antik çağın ünlü heykeltraşı Atinalı Phidias’ın, Partheneon Tapınağı’nda bulunan Athena Parthenos(3) heykelini yaparken, Tanrıça’nın devasa kalkanına işlediği “Amazonlarla Savaş” betimlemesine kendini de eklediğini, bu yüzden kimi Atinalıların onu kınadığını da biliyoruz.
Ancak bu örnekler görsel/plastik sanatlarda bir gelenek oluşturacak denli yaygınlaşmaz Batı’da. Kendilerini, temalarını neredeyse tümüyle mitoloji ya da dinden alan sanata konu ederlerse, burnu büyük ve kendini bilmez olarak nitelenmekten çekinmiş olmalı sanatçılar. Ancak Romanesk ve Gotik sanat dönemlerinin ardından gelen Rönesans’la birlikte Hümanizm ve Bireycilik’in ortaya çıkışıyla bu durum değişmeye başlar. Önce mahcupça kendilerini resmin içine gizleyen ya da kalabalıktaki insanlardan biri olarak resmeden sanatçılar bir süre sonra doğrudan kendilerini konu edinmeye başlar.
[Sanatçının toplumsal konumu, Rönesans öncesinde, yetenekli bir mobilyacıdan ya da bir ünlü taş ustasından çok da farklı değildir. Şaşırabilirsiniz ama Rönesans’a kadar ressamların eserlerini imzalamalarına neredeyse hiç rastlanmaz. Eserine imza atması hoş karşılanmayan sanatçının resminde kendine yer vermesinin nasıl karşılanacağını tahmin edebilirsiniz. Bunun değişmesini sağlayan, yeni bir burjuva sınıfının doğuşudur.
Yeni bir kıtanın keşfi ve yeni denizyolu rotalarının bulunmasıyla patlayan ticaret ve taşımacılık, artan ticaret hacmine koşut olarak çoğalan anapara ve tüm bunların yönetilmesi için yeni finansal araçların türetilmesi, burjuvazinin dönemin egemen sınıflarına karşı yeni ve güçlü bir toplumsal sınıf olarak ortaya çıkmasını sağlar. O güne dek neredeyse yalnızca aristokrasi ve Kilise için eser üreten sanata yatırım yapması, burjuvazinin, kazandığı güçle orantılı saygınlık arayışının bir sonucudur.]
Albrecht Dürer
Bugünkü anlamıyla otoportrenin ilk örneklerini Albrecht Dürer’de görüyoruz. 1493 tarihli “Elinde Devedikeni, Sanatçının Portresi” tablosundaki tek figür, yirmi iki yaşındaki sanatçının kendisidir. Devamı da gelir, sanatçının farklı yıllarda yaptığı otoportrelerin sayısı on ikiyi bulur.
[Dürer’in otoportresini yapan ilk ressamlardan olması şaşırtıcı değil; Dürer yaptığı her resme imzasını da atan bir sanatçıdır; öyle ki imzasının taklit edilmemesi için -o güne dek bir sanatçı için görülmedik bir şey olarak- mahkemeye başvurmuş ve imzasını onaylatmıştır.]
Ancak uzun zaman sanıldığının tersine, Dürer’in otoportresinden önce de Batı Sanatı’nda, bazı ressamların “sızdığı” resimlerin olduğu ortaya çıkar sonradan. Bunlardan en eski tarihlisi Flaman Jan van Eyck’in 1434’te yaptığı “Arnolfini Portresi” tablosu(4). Uzun yüzyıllar boyunca yalnızca Kilise ve soyluların hizmetinde olan sanatın artık daha çok burjuvaziye çalışacağının ilk habercilerinden bu resim.
Işığın kullanımı, ayrıntılardaki titizlik, yatay/düşey perspektiflerdeki ustalık, zengin renk kullanımı ve olağanüstü bir simgesellik gibi nitelikleriyle bir başyapıt olan “Arnolfini Portresi”, bir tüccar olan Arnolfini ve eşinin evlilik törenlerine konuk ediyor bizi. Eser, bir yansıtıcı yardımıyla resim hacminin genişletilmesinin de ilk örneklerinden aynı zamanda. Resim ayrıntılı bir çözümlemeyi hak etse de bugün bizi asıl ilgilendiren duvardaki dışbükey ayna.
Resmin tam odağına yerleştirilmiş aynaya doğru yaklaşalım biraz; daire şeklindeki aynayı çevreleyen on küçük madalyonda İsa’nın çarmıha gerilmesi anlatılıyor; biraz daha dikkatli bakınca arkadan Arnolfini çiftini ve onların karşısındaki iki kişiyi görüyoruz; bunlardan kırmızı giysili olanı ressam, yani Jan van Eyck, diğeriyse -herhalde- yardımcısı. Aynanın hemen üzerine bakınca, duvarda “Johannes van Eyck fuit hic 1434” (Jan van Eyck buradaydı 1434) yazdığını fark ediyoruz sonra; usta ressam ancak dikkatli gözlerin görebileceği şekilde gizlemiş kendini kendi eserinin içine.
Utangaç Ressamlar
Jan van Eyck’in dâhice yöntemini kullanan başka “utangaç” ressamlar da çıkar sonradan. Bunlardan biri de 17. yüzyılın az sayıda kadın ressamlarından biri, Clara Peeters. Daha çok bir masa ya da ziyafet sofrasındaki yiyecekleri natürmort olarak resmetme konusunda olağanüstü usta olan Peeters’in, neredeyse parlak metal bir nesne bulunan her resminde kendi yansımasını da görebiliyoruz. Örneğin ressamın 1612 tarihli “Çiçekler ve Altın Kupalarla Natürmort” resmine bir göz atalım. En sağdaki parlak metal kupanın üzerinde bulunan gözyaşı damlası biçimindeki kabartmalara dikkat ederseniz, kupanın üzerinde açısı izleyiciye bakan her kabartmada elinde boya paleti tutan Peeters’in yansımasını göreceksiniz. Olağanüstü!..
17. yüzyılda kendini yansımalarla resmine dahil eden, Pieter Claesz ve Pieter Gerritsz van Roestraten gibi başka ressamlar da var. Bunlar, vanitas (boşuna, beyhude) adı verilen ve yaşamın geçiciliğine dikkat çeken türdeki natürmortlarında gizlemişler kendilerini(5).
Dikkatinizi çekmiş olabilir, burada sözü edilen “utangaç” tüm ressamlar, yani van Eyck, Peeters, Claesz ve van Roestraten, tümü Flaman ya da Hollandalı. Kendini eserine gizleyen ressamlar arasında iki ana üslup göze çarpar. Birincisi Kuzey Avrupalılar gibi, kendini ancak çok dikkatli gözlerin fark edeceği şekilde ve genellikle yansımalarda göstermek, diğeri de kendini kalabalıkta kaybettirmek ki bu ikincisi genellikle İtalyan ressamların yeğlediği bir yöntem.
Kalabalıkta kaybolan ressamların ilginç örneklerini de haftaya bırakalım…
- John Berger, 2018, Portreler, s.79, Metis Yayınları
- Resimdeki insanların yüzmeyi andırır hareketler yapmaları nedeniyle bu mağara “Yüzücüler Mağarası” olarak da bilinir.
- Bakire Athena; “bakire” Athena’nın sıfatlarından biridir.
- Jan van Eyck’in bundan bir yıl önce yaptığı “Kırmızı Türbanlı Adamın Portresi”ndeki modelin kendisi olduğu da öne sürülür, ancak bunu doğrulayacak bir kanıt yoktur.
- Vanitas natürmortlar, yaşamın geçiciliği ve ölümün kaçınılmazlığını vurgulamak için yaşam ve ölümü simgeleyen objelerin (çiçek ve kurukafa gibi) bir arada resmedildiği resimlere verilen addır.