Oğuz Pancar
Lady D’Arbanville / Cat Stevens
My Lady d’Arbanville, why do you sleep so still?
Kadınım d’Arbanville, neden bu kadar hareketsiz uyuyorsun?
I’ll wake you tomorrow
Seni yarın uyandıracağım
and you’ll be my fill, yes, you will be my fill
ve sen benim eşim olacaksın, evet, eşim olacaksın
My Lady d’Arbanville, why does it grieve me so?
Kadınım d’Arbanville, neden böyle kederleniyorum?
But your heart seems so silent
Ama kalbin o kadar sessiz ki
Why do you breathe so low, why do you breathe so low?
Neden böyle az nefes alıyorsun, neden böyle az nefes alıyorsun?
My Lady d’Arbanville, why do you sleep so still?
Kadınım d’Arbanville, neden bu kadar hareketsiz uyuyorsun?
I’ll wake you tomorrow
Seni yarın uyandıracağım
and you’ll be my fill, yes, you will be my fill
ve sen benim eşim olacaksın, evet, eşim olacaksın
My Lady d’Arbanville, you look so cold tonight
Kadınım d’Arbanville, öyle üşümüş görünüyorsun ki bu gece
Your lips feel like winter
Dudakların kışı andırıyor
Your skin has turned to white, your skin has turned to white
Cildin beyaza dönmüş, cildin beyaza dönmüş
……..
I loved you my lady, though in your grave you lie
Seni sevdim kadınım, şimdi mezarda olsan da
I’ll always be with you
Daima seninle olacağım
This rose will never die, This rose will never die
Bu gül hiç solmayacak, bu gül hiç solmayacak…
Patti d’Arbanville –adından da anlaşılacağı üzere- bir Fransız asilzadenin kızıdır, haliyle zengindir de. Ne var ki, gönül bu, o sıralar yoksul bir müzisyen olan Cat Stevens’a aşık olur. Çok severler birbirlerini. Fakat heyhat, zalim baba (Dük olsun) ilişkilerine şiddetle karşı çıkar, kızını ne Kont’lar, ne Marki’ler istemektedir, vara vara çulsuz bir şarkıcıya mı varacaktır. Gençler kaçarlar birlikte yeni bir yaşam kurmak için. Ama bütün bu olaylardan Patti’nin narin bedeni güçsüz düşmüştür, ince hastalığa yakalanır. Cat Stevens Patti’nin iyileşmesi için çırpınmakta ancak elinden birşey gelmemektedir. Bir sabah uyandığında yanında yatan Patti’nin bedeni taş gibi hareketsizdir, biricik aşkı gece uyurken ruhunu teslim etmiştir. Bu büyük acıyla hemen gitarına sarılır ve “Lady D’Arbanville” şarkısı kendiliğinden gitarın tellerinden dökülüverir. Aradan aylar geçer ancak geçen zaman Cat’in acısını hafifletmek bir yana içindeki hicran günden güne büyümektedir. Müslümanlığı kabul eder Cat Stevens avuçlarını semaya açarak, ruhu ancak o zaman biraz huzur bulur.
İnternetin olmadığı yıllarda safça inandığımız öykü aşağı yukarı bu şekildeydi, tabii bunun farklı sürümleri de vardı ama Patti’nin Fransız asilzadesi olması, erken yaşta ölmesi ve Cat Stevens’ın müslümanlığa geçişi tüm öykülerdeki ortak noktalardı. “Fransız Dük”ü yerine “Zengin Fabrikatör” yazıldığında 1950 ve 60’ların tipik Türk filmlerine dönüşüveren bu öyküye inanan sadece biz değildik, şarkının hikayesi neredeyse tüm dünyada bu ya da buna benzer biçimde anlatılan bir şehir efsanesine dönüşmüştü.
Oysa ki şarkının yazıldığı sıralarda Patti Smith bırakın kara toprakta yatmayı, Los Angeles’ta gününü gün etmekteydi.
The Factory
Patti D’Arbanville 1951 yılında New York şehrinde doğar; annesi bir sanatçı, babası bir barmendir. Aile asil olmadığı gibi zengin de değildir. Soyadı, baba tarafından çok uzun zaman önce Fransa’dan göç eden atalarından mirastır sadece.
Patti’nin sanat yaşamı çok erken başlar, 9 yaşındayken bir üniversite öğrencisinin yaptığı, bir kız çocuğu ve kedisi hakkındaki “Tuesday and Blue Silk” filminde başrol alır. Evlerinin karşısındaki bir kafede yetişkinlerle santranç oynarken, gençliği ve güzelliği ile, tesadüfen aynı kafeye uğrayan Andy Warhol’un dikkatini çeker. Warhol Patti’ye onu bir filminde oynatmak istediğini ama önce annesinden izin alması gerektiğini söyler; Patti annesinin haberi olmadan “The Factory”ye gider ve “Flesh” filminde küçük bir rol alır [Andy Warhol’un ünlü sanat atölyesi “The Factory” (Fabrika), sanatçının resim, heykel ve film çalışmalarının merkezi olduğu gibi o yıllarda tüm New York sanat çevrelerinin uğrak yeridir; Nico, Lou Reed, Bob Dylan, David Bowie, Mick Jagger, Grace Jones, Edie Sedgwick, Truman Capote, Salvador Dali, Allen Ginsberg ve Jean-Michel Basquiat, mekana belirli aralıklarla uğrayan sanatçıların sadece küçük bir kısmıdır].
Patti filmden sonra modellik yapmaya başlar, Roma, Paris ve Londra çok sık seyahat ettiği şehirler arasındadır. 1968’de Londra’da, konukları arasında Jimmy Page, Steve Winwood, Ginger Baker ve Eric Clapton gibi ünlü müzisyenlerin de olduğu bir partide Cat Stevens ile tanışırlar. Cat Stevens o sıralarda bir yıllık iyileşme dönemini yeni tamamlamaktadır. 1967 yılında çıkardığı iki albümün (“Matthew and Son”, “New Masters”) sonunda tüberküloza yakalanmış ve bir yılı evde dinlenerek –ve yaklaşık 40 beste yaparak- geçirmek zorunda kalmıştır [Yani öyküde bir ince hastalık var aslında ama Patti D’Arbanville’in değil].
O akşam birbirlerinden çok etkilenirler ve kısa bir süre sonra ilişkileri başlar. Patti, çekim ve podyum çalışmalarından dolayı çok sık seyahat etmek zorunda kalsa da Londra’ya her gelişinde Cat Stevens’ta kalmaktadır. Gayet mutlu bir şekilde yürüyen ilişkileri araya bir kara kedinin girmesiyle bozulur, bu kara kedinin adı Mick Jagger’dir. Daha önceden de tanışan ikili, müdavimi oldukları The Factory’de yakınlaşırlar ve Patti, Cat Stevens’i Mick Jagger için terkeder [Zaten o yıllarda müzik ya da moda dünyasındaki ünlü kadınlar ikiye ayrılmaktadırlar: Mick Jagger’la sevgili olmuş olanlar ve –henüz- Mick Jagger’la sevgili olmamış olanlar. Çoğunluğu iyi müzisyenlerden oluşan ve 1965-72 yılları arasında görece iyi müzik yapmış olan Rolling Stones’un sonraki yıllarda müziklerinden çok, genellikle kadınları ve uyuşturucuyu içeren sansasyonel öykülerle gündemde kalması yazık. Bu yazı için internette gezinirken, Rolling Stones için, “Dünyanın En İyi Rock Grubu”, “Satisfaction” için de “Gelmiş Geçmiş En iyi Rock Şarkısı” ifadelerine –yeniden- denk geldim. Bu yazıları Keith Richards kendi yazıyor olmalı, başka mantıklı bir açıklaması olamaz, çünkü Rolling Stones dünyanın en iyi rock grubu değildir, yakınından bile geçmez; “Satisfaction” da son derece vasat bir şarkıdır].
Lady D’ArbanvIlle ve
WIld World
Stones’u gömdüğümüze göre devam edelim. Cat Stevens “Lady D’Arbanville”i terkedilmenin acısıyla besteler. Şarkının sözlerinde Patti D’Arbanville’i sanki ölmüş gibi resmeder. Burada verilen “benim için öldün” mesajı açıktır ancak sonraki albümde (“Tea for the Tillerman”) yer alan “Wild World”ün de Patti’yi –bu kez daha iyi dileklerle ve öğüt verircesine- anlattığını düşünürsek Cat Stevens’ın bu ayrılığın etkisinden kurtulması biraz zaman almışa benzer.
Patti ise bu ayrılık hikayesini farklı anlatıyor: “Steven [Steven Demetre Georgiou gerçek adıdır] bu şarkıyı ben York’a gittiğimde yazdı. Bir ay için gitmiştim. Bir ay nedir ki, değil mi? Ama o “Lady D’Arbanville, neden bu kadar hareketsiz uyuyorsun’ diye yazdı, sanki ölmüşüm gibi. Demek ki ben New York’ta iken onun için tabutta yatan bir ölüydüm. Bunu yazdı çünkü beni özlemişti, üzgündü. Bu çok üzücü bir şarkı. İlk duyduğumda ağladım, çünkü tamamen bitmiş olduğunu ilk o zaman anladım”.
Patti’nin anlattıkları doğru ise, bu bir ilişkiyi şarkıyla bitirmenin ilk örneği olmalı; düşünsenize sabah kalktınız, kahvaltı yapıyorsunuz, sonra birden radyoda şarkıcı sevgilinizin yeni bir şarkısını duyuyorsunuz ve şarkıda sevgiliniz ilişkinizin bittiğini duyuruyor tüm dinleyicilere. Tabii ki bu eylemin alkışlanacak bir yanı yok ama çok yaratıcı olduğu konusunda hakkını teslim etmek gerek.
Jagger’la ilişkisi kısa süren Patti modellik ve sinema oyunculuğu kariyerine devam eder, aktör Don Johnson ile uzun süreli beraberliğinden bir oğlu olur. Sonraki yıllarda daha çok TV dizilerinde yer alır [Bunlar arasında en tanınanları “The Sopranos” ve daha yakın zamanlı “The Sinner” dizileri]. Başından birkaç evlilik daha geçen Patti D’arbanville 2011’de New York’u terkeder ve Kuzey Carolina’daki Tyron kasabasına yerleşir. O zamandan bu yana Tyron’daki Güzel Sanatlar ve El Sanatları Okulu’nda eğitmenlik yapmakta ve takı tasarımı ile uğraşmaktadır [Şimdiki yaşantısına göz atmak isterseniz: