Kızı Özden Toker'den İsmet İnönü

Bu hafta sayfamızı Tarih Vakfı Başkanı Mehmet Ö. Alkan’ın İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker’le yaptığı söyleşiden oluşan kitaba ayırıyoruz. Kitap sadece Özden Toker’in yaşamına değil, Türkiye’nin yakın tarihine ışık tutuyor. Üstelik cumhuriyetin ilk on yılında doğan bir çocuğun büyüme hikâyesini, eğitimini, çevresinde olan bitenleri nasıl algıladığını, babası İsmet İnönü ve annesi Mevhibe İnönü ile ilişkisini, kardeşleri Ömer İnönü ve Erdal İnönü’nün yaşamındaki yerini, İstanbul’un işgal dönemini, II. Dünya Savaşı’nı, Cumhuriyet Ankarası’nı, Gazeteci Metin Toker’le yaptığı evliliği, eşinin hapislik sürecini, çok partili döneme geçişi, Türkiye’nin darbelerle bölünen siyasal yaşamını okuyoruz. Mehmet Ö. Alkan’ın giriş yazısında da ifade ettiği gibi Özden Toker’in anlattıkları “bazı bakımlardan ilk kez okunacak bazı bakımlardan da bilinenleri hatırlatacak.” Özellikle genç kuşaklar için anılardan oluşan içinde fotoğrafların da yer aldığı kitap, Türk siyasal yaşamının önemli figürlerinden İsmet İnönü’yü tanımak için de önemli bir kaynak.


Lozan Barış Konferansı ve Antlaşması’nın 100.yılında kitabın yayımlanması daha da anlamlı. Çünkü İsmet İnönü’nün Lozan’da sergilediği diplomatik başarı tarihe geçmiş ve Lozan Antlaşması modern Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi olarak kabul edilmiştir. Atatürk’ün her yıl 24 Temmuz’da Lozan’ın yıldönümünde İsmet İnönü’ye gönderdiği tebrik mektupları da kitapta yer alan önemli ayrıntılardan. Bu mektuplar Heybeliada’da bulunan bir dönem İnönü ailesinin de yaşadığı bugün müze olarak ziyaret edilen İsmet İnönü Müze Evi’nde de yer alıyor. Müze Görevlisi Aynur Aydın ziyaretçileri kapıda karşılıyor, büyük bir heyecan ve özenle evi ve o döneme ilişkin ayrıntıları anlatmaya başlıyor. Yolunuz Heybeliada’ya düşerse müzeyi ziyaret etmeden adadan ayrılmayın. Orijinal halleriyle korunan eşyaların yanı sıra müzede İsmet İnönü ve eşi Mevhibe İnönü’nün giysileri, duvarda asılı fotoğraflar, mektuplar İnönü ailesini yakından tanımanızı sağlayacak. Ankara’da olanlar veya gidecekler için de Pembe Köşk yine Özden Toker’in çabasıyla yaşayan tarihi bir mekân.

İNÖNÜLERİN DOKUZ SENE SONRA BİRLİKTE YAŞADIKLARI İLK EVLERİ PEMBE KÖŞK

Tarihi olaylara tanıklık eden bir ev Ankara’daki Pembe Köşk. Özden Toker babası İsmet İnönü’nün teklifiyle Ankara’nın başkent olduğunu ve kale çevresinde bulunan şehrin nasıl Keçiören ve Çankaya’ya uzandığını anlatıyor. Keçiören ve Çankaya o dönem Ankaralıların çıktıkları yaylalar. Büyük bahçeler içinde bağ evleri var. İnönü’nün damadı Metin Toker’in isimlendirmesiyle ailenin yerleştiği bu ev ‘Pembe Köşk’ olarak anılmaya başlıyor.

1923 yılında satın alınan bu eve İsmet İnönü ve ailesi 1925 yılında taşınıyor. Aslında Pembe Köşk İsmet İnönü ve Mevhibe İnönü’nün de birlikte yaşadıkları ilk ev. Yani çift evlendikten dokuz sene sonra bir arada yaşamaya başlıyor. Toker’in anılarından İnönü çiftinin en sevdiği şeylerden birinin birlikte at binmek olduğunu öğreniyoruz. Pembe Köşk’te onlara İsmet Paşa’nın annesi Cevriye Temelli de eşlik ediyor. Eve ufak ilaveler yapılıyor ancak en önemli iş yemek odasında. Kalabalık misafirlerin ağırlanacağı büyük bir yemek masası ısmarlanıyor. Mobilyanın teslim edilmesi uzayınca Atatürk kendi köşkünden İnönü çiftine bir masa yolluyor. Bir müddet o masa kullanılmış, daha sonra ısmarladıkları masa gelmiş. Özellikle kitapta yer alan bu ayrıntıyla başlamak istedim. Çünkü Atatürk’ün sofralarında önemli kararların alındığını biliyoruz. İsmet İnönü’nün evi de bu anlamda büyük önem taşıyor. Atatürk silah arkadaşı İnönü’ye evle ilgili de el uzatıyor. Gerektiğinde borç veriyor ya da evinin eşyaları konusunda İnönü’ye yardım ediyor.

ATATÜRK VE İNÖNÜ’NÜN SİMETRİ TAKINTISI

Özden Toker babası ve Atatürk’ün girdikleri ortamlarda tabloları veya yamuk gördüğü eşyaları düzeltip yerlerine öyle oturduklarını da anlatıyor. Kitapta annesinin bir anısını paylaşıyor. “Paşa eve geldiği zaman, eğri resimleri, çarpık çerçeveleri veya halı kıvrılmışsa halıyı hemen düzeltirdi, en çok da çarpık insandan hoşlanmazdı.” Özden Toker babasının da intizamsız şeylerden, eşyalardan hoşlanmadığını vurguluyor. Bunu da ordu disiplinine bağlıyor.

Maçka Taşlık’taki İsmet İnönü Parkı’nın hemen arkasındaki ev de İstanbul’da ev ihtiyacı oluşunca yapılıyor. 1954 yılında Ömer İnönü bu evde yaşamaya başlıyor, evlendiğinde de yaşamını bu evde sürdürüyor.

HEYBELİADA GÜNLERİ

Pembe Köşk ve Maçka Taşlık’taki evin yanı sıra Heybeliada’daki evleri de İnönülerin yaşamında önemli yer tutuyor. 11 yıl meclis başkanlığı yapan, farklı bakanlıklarda da görev alan Abdülhalik Renda’nın yazdığı Günlükler kitabında yer alan bilgiye göre İnönü rahatsızlığı nedeniyle başbakanlıktan ayrılıyor ve Heybeliada’ya geliyor. Yemen’de kaptığı amipli dizanteri nedeniyle paşanın temiz havaya ihtiyacı olduğu saptanıyor. Heybeliada’da bir Rum evi kiralanıyor. 1924 yılında kiraladıkları bu evi aile 1930’larda satın almaya karar veriyor. 1934 yılında sahibi eşyalarıyla 25.000 lira istiyor. İsmet Paşa’ya fazla geliyor, eşyasız 9500 liraya evi alıyor. Müze evin duvarlarında İnönü ve ailesinin adada çekilmiş birçok fotoğrafı var. İnönü’nün meşhur denize çivileme atladığı fotoğraflar Heybeliada’da çekilmiş. Eşi Mevhibe İnönü paşanın denizde ne kadar süre kaldığını not edermiş. Muhalefette kaldığı dönemde adada daha fazla geçiren İsmet İnönü ada berberine tıraş olur, her gün kilosunu kontrol edip yazarmış. Ada evinin hemen girişinde sağda İnönü’nün çalışma odası var. Dönemin siyasi liderlerinin buluşma yeri olan küçük bir oda. Meşhur “ortanın solu” tabirinin bu evden çıkma olduğu anılarda yazılı. Solda ise büyük bir salon sizi karşılıyor. Yemek masasının arkasında İnönü ailesinin yer aldığı bir tablo ve Özden Toker’in resmedildiği kıyafeti sergileniyor. İsmet İnönü ve Mevhibe İnönü’ye ait kıyafetleri de salonda görmek mümkün. Adadaki yemek masası Atatürk’ün armağanı.

STALİN’İN İNÖNÜ’YE HEDİYESİ

Paşanın satranç merakı bilinir. Heybeliada’daki evde salondaki satranç takımı göze çarpıyor. Üst katta yatak odasındaki camlı dolapta da minik taşlardan oluşan satranç tahtası sergileniyor. Kitapta İnönü çiftinin Sovyetler Birliği’ni ziyaretini okuyoruz. Bolşevik hükümeti Türk heyeti ayrılırken çeşitli hediyeler vermiş. Bunlar arasında en dikkat çekeni piyonları değişik bir şekilde çizilmiş satranç takımı. O satranç takımının Pembe Köşk’te vitrinde sergilendiğini not düşelim.

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Ürdün Kralı Abdullah ile satranç oynarken, Celal Bayar ve Kâzım Karabekir izliyor (1947)

YAKUP KADRİ: BEN OLSAM GAZETECİYE KIZ VERMEZDİM!

İnönü çiftinin dört çocuğu oluyor. İlk bebekleri İzzet iki yaşında İsmet İnönü Sakarya Muharebesi’ndeyken ölüyor. Çiftin daha sonra Ömer ve Erdal adında iki oğulları oluyor. Ardından da kızları Özden doğuyor. İsmet Paşa Özden’in doğumunu sevinçle karşılıyor ve en yakın arkadaşıyla paylaşmak için o sırada Ankara’da komşuları olan Atatürk’ün bağ evine gidiyor. “Paşam nihayet bir kızım oldu, ona birlikte bir isim bulalım” diyor. Atatürk’le birlikte öz Türkçe bir isim buluyorlar. Özden. Özden Toker “Benden sonra gelen tüm Özdenlerin ablasıyım” diye anlatıyor isminin hikâyesini.

Özden Toker küçük yaşlarda Fransızca öğrenmeye başlıyor. Bunda evde bulunan mürebbiyesinin de etkisi büyük. Toker o günleri “Matmazel beni tam eski Fransız eğitimine göre yetiştirdi” diye anlatıyor. Bir de tabi Özden Hanım’ın değişmeyen günlük bir eğitim programı olduğunu öğreniyoruz. Söyleşi sırasında ilkokulda tamamlaması gereken bir ödevinden bahsediyor ve zorlandığını anlatıyor. Artık uyku vakti gelmiştir ama küçük Özden ödevini tamamlama telaşına düşer. Bunu gören babası “Benim akıllı kızım şimdi sabaha kadar uyumaz, derslerini bitirir, ödevini yapar. Temiz defterini temize çeker, yarın akşam da mışıl mışıl yatıp uyur, değil mi kızım” diyor. Zaten babasının öyle söylemesi de ona yetiyor. Ödevini tamamladıktan sonra uyuyor. Üniversitede İstanbul Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde İngiliz Filolojisi Bölümü’ne kaydoluyor. Üniversite eğitiminin ardından da Edinburg’a gidiyor. Özden Hanım Edinburg’da eğitimini tamamladığında İsviçre’de ağabeyi Erdal İnönü ile buluşur ve iki kardeş Türkiye’ye arabayla dönerler. İnönü Vakfı’nı kurma fikri de aslında Erdal İnönü’den çıkar. Toker “Yabancı memleketlerde önemli kişiler için aileleri tarafından açılan müzeleri gezmiş, ilgilenmiş ve ileride babam için de böyle bir vakıf açma düşüncesi edinmişti” diye anlatıyor Erdal ağabeyinin fikrini. İnönü ailesi Özden Toker öncülüğünde vakfı 1983 yılında kuruyor.

Toker çifti Özden Hanım’ın büyükannesi Cevriye Temelli ile birlikte
(Pembe Köşk, 1955)

Özden Hanım’ın Gazeteci Metin Toker’le evliliği ise 1955 yılında. İnönü evlenmeden önce Metin Toker’e “Sen benim damadım olunca, seninle uğraşacaklardır. Onu kaldıracak kadar, dayanacak kadar kendine güveniyor musun?” diye sormuş. Metin Toker “Aman efendim, muhakkak, ne demek, tabii” diye yanıtlamış. Birbirlerini seven iki genç evliliklerinde zorlu süreçlerden geçiyorlar ama Özden Hanım eşinin mesleğine hep saygı duyuyor. Hatta işinde mutlu olan eşin evde de karısını mutlu edeceğine inanıyor. Pembe Köşk’te Özden-Metin Toker çiftinin gelinlik ve damatlıklarıyla Özden Hanım’ın babaannesi Cevriye Temelli’yle de fotoğrafları var. Özden Hanım evlendikleri geceyi “Annemle babamın 28 sene evvel balo verdikleri salonda kızlarının gelinliğini görüp, mutluluğunu paylaşmaları… Patavatsız Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun söylediği “Ben olsam gazeteciye kız vermezdim” lafının bile keyiflerini kaçırmadığı bir akşam” diye anlatıyor. Ailenin Yakup Kadri ve eşi Leman Hanım’la dostlukları var ancak belli ki Özden Hanım, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun bu sözlerine içerlemiş ve anılarında bunu da anlatmış.

Evlendikten iki yıl sonra 1957’de Toker basın suçundan mahkûm oluyor ve tutuklanıyor. O sırada Özden Hanım ilk bebeği Gülsün’e hamile. Toker ikinci kez yeniden hapse girecektir. Buraya bir not daha düşelim. Toker’in Time dergisini örnek alarak yayımladığı Akis dergisinin tüm nüshaları İnönü Vakfı web sitesinde yer alıyor.

İsmet İnönü’nün viyolonseli

İSMET İNÖNÜ’NÜN MÜZİK MERAKI

İsmet İnönü’nün müzik merakı Yemen’de başlıyor. Çok sesli müziği ilk kez orada Ahmet İzzet Paşa sayesinde duyuyor. Özden Toker babam ondan iki şey öğreniyor diye anlatıyor: Biri briç oynamasını, bir de klasik müziği. Osmanlı döneminde Fransızlar Yemen’de bir demiryolu yapmaya başlamış, sonra yarıda bırakıp ayrılmışlar. Arkalarında da kapalı sandıklar bırakmışlar. Merak edip sandıkları açtıklarında içinden bir gramofon ve taş plaklar çıkmış. Askerler İzzet Paşa’nın teşvikiyle plakları dinlemeye başlamış. Önce dinledikleri müzik onlara gürültülü gelmiş, hoşlarına gitmemiş. Daha sonra dinledikçe sevmeye başlamışlar. İsmet İnönü için de klasik müzik bir tutku haline gelmiş. Hatta “Klasik müziği sabredip dinlemeniz lazım, dinleye dinleye zevkine varıyorsunuz” dermiş. Özden Toker “Babamın müzik merakı demek ki 1911’de başlıyor” diye anlatıyor. Hatta evliliklerinin ilk döneminde İsmet İnönü eşi Mevhibe Hanım’la uzun yıllar ayrı yaşamak durumunda kalıyor. İsmet İnönü cephede. Eşine ayrılmadan bir duvar piyanosu hediye etmiş ve piyano çalmayı öğrenmesi için hoca tutmuş. Her mektubunda da eğitiminin nasıl gittiğini öğrenmeye çalışmış. Uzun süre evin salonunda duran piyano İstanbul’un işgalinde tavan arasına kaldırılıyor. Elde avuçta ne varsa satılması gerektiğinde de en son satılan eşyalardan biri oluyor. İnönü’nün müzik merakı bununla da sınırlı kalmıyor. Toker’in anılarından İsmet İnönü’nün insan sesine en yakın çalgı olduğu için viyolonsel çalmayı öğrendiğini okuyoruz. Bir de İnönü ailesinin Ankara’daki konserleri kaçırmadığını da belirtmemizde fayda var.

Atatürk’le İnönü’nün dargın olduğu dönemde Atatürk’ün küçük Özden aracılığıyla İnönü’den haber aldığını öğreniyoruz. Çünkü Özden ve Ülkü oyun oynamak için veya doğum günü davetlerinde bir araya geliyorlar. Bu davetlerden birinde Atatürk küçük Özden’e “Baban dersler alıyormuş, neler yapıyor? Viyolonsel dersleri alıyormuş, bana ne zaman konser vermeyi düşündüğünü babana sor bakalım” diyor. Toker daha sonra babasının İngilizce öğrenmeye başladığını belirtiyor. Atatürk bunu öğrenince “Zaten hep isterdi, hep üzülürdü öğrenmedi diye, iyi olmuş, şimdi bak onu da öğrenecek, yakında Shakespeare okuyacak, Shakespeare’i daha iyi anlayacak. Shakespeare’i anlayacak duruma geldi mi?” diye sormuş.

Mevhibe İnönü ve kızı Özden

İNÖNÜ AİLESİ

İsmet İnönü’nün oğullarıyla ilişkisini Özden Toker şöyle anlatıyor: Ömer ağabeyime, sanki baba olmanın biraz hayranlığı, şaşkınlığı içinde ona ayrı bir yakınlığı var, onunla ilişkisi daha başka. Erdal ağabeyimleyse daha bir ciddi, kendisinin olmak istediği, yapamadığı, “Oğlum yapıyor” diye memnun kaldığı bir ilişkisi var. Bir de Erdal İnönü’nün babasıyla müthiş bir benzerliği var. O nedenle babasının da ona karşı zaafı olduğunu öğreniyoruz. Hatta adını da ona göre seçiyor. Toker bunu “Ailemizin Erdal kolu yanı erkek dalı olsun diye Erdal ismini koyuyor. Babamın icadı bu” diye anlatıyor yeni doğan bebeğe isim seçme macerasını.

Dış İşleri Bakanlığı da yapan Erdal İnönü’nün fiziğin Nobel’i sayılan Wigner ödülünü kazandığını da anımsatalım.

İNÖNÜ’DEN ATLET AYBAR’A: SÖYLE BAKALIM YARIŞA NİÇİN GİRMEDİN?

Özden Toker söyleşi sırasında anne ve babasının katıldığı yurtdışı gezilerinden de söz ediyor. Bu gezilerde neler yapıldığı, onlara eşlik eden isimler, kılık kıyafetleri gibi pek çok ayrıntı var.

Cumhuriyetin yedinci kuruluş yıl dönümünde Venizelos büyük bir heyetle Ankara’ya ziyarete gelmiş. O dönem davetler verilmiş, törenler yapılmış. Sıra iade-i ziyarete gelince İnönü ailesi Yunanistan’a gidiyor. Bu ziyaretin iki komşu devlet için anlamı büyük. Mevhibe İnönü de çağdaş Türk kadınını temsil edecektir. Mevhibe İnönü’nün kıyafetlerinin fotoğraflarda da çok sade olduğu göze çarpıyor. Toker annesini Yunanların beğendiğini, onun için “Adeta klasik bir Yunan güzelini andırıyor” diye söz ettiklerini belirtiyor. İlk olimpiyatların yapıldığı stadyumda futbol maçı yapıldığını, atletizm yarışları olduğunu öğreniyoruz. Programda bir tiyatro temsili de olmuş ve bu temsile Bedia Muvahhit katılmış. Yunanistan’daki programda dikkat çeken bir ayrıntı 1962 yılında Türkiye İşçi Partisi lideri olan Mehmet Ali Aybar’la ilgili. Aybar atletizmde Türkiye birincisiymiş. Toker atletizmde Türklerin iddialı olduğunu ancak Aybar’ın son dakika oyuna katılmaktan vazgeçtiğini söylüyor. Bu olaydan 34 sene sonra, 1965’te Mehmet Ali Aybar TİP Başkanı olarak meclise giriyor. Toker İsmet İnönü’nün Aybar’ı mecliste gördüğü günü şöyle anlatıyor: Babam onu mecliste ilk gördüğünde yanına çağırıp soruyor. Söyle bakalım, sen benimle Yunanistan’a geldiğin zaman o yarışlara niçin girmedin? Paşam o zaman kulağıma gelmişti hakemin dürüst olmadığı, hile yapacağı. Yunanlıları kazandıracaktı. Nasıl olsa beni kaybettireceklerdi, girmedim diye cevap vermiş. Tabi paşanın yıllar sonra o anı hatırlamasına Aybar şaşırıyor. Toker “Babam öyleydi, hiçbir şeyi unutmazdı” diyor.

ÜNİVERSİTE GİBİ SOFRALAR

Akademik yemek tanımı Özden Toker’a ait. Atatürk Pembe Köşk’ün daimi misafirlerinden. Bazen çocuklar da sofraya dahil oluyor. Toker, Ülkü Adatepe geldiğinde sofraya dahil olduğunu anlatıyor. Toker o yemeklerden “Benim akademik yemek dediğim Atatürk’ün sofrasında gördüklerim, dinlediklerim, benim için bir üniversite değerindeydi. Hiç unutmadım. Herkesi sevmeye mecbur değilsiniz. Ama herkesi saymaya mecbursunuz. Öfkeyle değil sabırla anlaşabilirsiniz. Tartışmalarınızda duygularınız değil aklınız hâkim olmalı” diye söz ediyor.

Özden Hanım’ın çocukluğuna dair hatırladığı önemli ayrıntılardan biri de Atatürk’ün onlarla konuşurken hep gözlerinin içine bakarak konuşması. Hatta Toker, Atatürk bize “İnsanların gözünün içine bakın” derdi ve kendisi de bakardı diye anlatıyor. Söyleşi sırasında Atatürk’ün eğitime ilişkin bir sözünü de hatırlatıyor. “Bir toplumun yarısı eğitilir yarısı eğitilmezse, o eğitilmeyen yarı, çocuk yetiştirecek olursa o toplumun bir yere ulaşmasına imkân yok.”

LATİFE HANIM VE İNÖNÜ AİLESİNİN DOSTLUĞU

Özden Toker anılarında Latife Hanım’la Mevhibe İnönü’nün mektuplaşmalarından, dostluklarından da söz ediyor. Atatürk’le Latife Hanım’ın ayrılacağı netleştiğinde bir gün Mevhibe Hanım Atatürk’ün köşküne gidiyor, Latife Hanım eşyalarını toplarken “Her şey çok karışık, ne yapıp ne edeceğimi bilemiyorum” diyor. Mevhibe Hanım daha sonra üzüntüsünü ve çaresizliğini kızına böyle aktarmış. İnönü ailesinin Latife Hanım’la dostlukları Atatürk’le olan ayrılığından sonra daha çok artıyor, bunun Atatürk’ün de özel ricası olduğunu öğreniyoruz. İnönü ailesi Latife Hanım’ı yalnız bırakmıyor. Toker “Annemle ben küçükken Atatürk’ü kaybettikten sonra, babam yeni cumhurbaşkanı olduğu dönemlerde, İstanbul’dayken Ayazpaşa’daki konağına onu ziyarete giderdik. Konağın bir köşesinde yüksek bir kule gibi kısım ona ayrılmıştı. Latife Hanım’ın kütüphanesi oradaydı. Merdivenlerle yukarıya çıktığımızı, kalın perdeler asılı duvarlarda, her tarafta Atatürk’ün fotoğraflarının asılı olduğu odada bizi karşıladığını hatırlıyorum” diye anlatıyor Latife Hanım’a yaptıkları ziyareti. Latife Hanım’ın iki kız kardeşi var; Rukiye Hanım ve Vecihe Hanım. Vecihe Hanım Hayri İlmen’le evleniyor. Hayri İlmen Süreyya Paşa’nın oğlu. Süreyya Paşa kimdir diyecek olanlar için Kadıköylüler bu isme aşina. Süreyya Operası binasını inşa ettiren ve Yoğurtçu Parkı’nda da heykeli bulunan Süreyya İlmen. Vecihe ve Hayri İlmen’in oğulları Erdem, Özden Toker’in amca kızı Mutlu ile evleniyor, aileler arasında böyle bir akrabalık da oluşuyor.

Toker’in anılarından Atatürk’ün ayrılığı bir İsmet İnönü’ye bir de kayınvalidesine söyleyemediğini öğreniyoruz. İnönü çifti Atatürk’ün Latife Hanım’la beraberliğinin devam etmesini istemiş. Toker annesinin bu ayrılıkla ilgili sözlerini aktarıyor: Babanın üzüntüden gözleri bile kızardı.

Atatürk’ün ölümünün ardından Çankaya’ya çıkan İsmet İnönü ve ailesi için yeni bir dönem başlayacaktır. Bir yıl sonra 1939’da da II. Dünya Savaşı patlak verir. İnönü ailesi Çankaya’ya taşındığında Mevhibe İnönü hasta bakıcılık kurslarına gitmiş, diploma aldıktan sonra da hastabakıcı olarak hastanelerde çalışmış, ameliyatlara girmiş. Mevhibe Hanım’ın aldığı bu hemşirelik eğitimi İnönü siyasetten çekildiğinde işlerine yarıyor, İnönü’nün iğnesini Mevhibe Hanım yapıyor.

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ABD Başkanı Franklin Roosevelt, İngiltere Başbakanı Winston Churchill. Süreyya Anderiman, Numan Menemencioğlu ve Cevat Açıkalın ile Kahire Konferansı’nda… (1943)

ROOSEVELT’TEN CHURCHILL’E: HAZIRLIKSIZ YAKALANDIN!

Kitapta 1943 yılında Adana Yenice Tren İstasyonu’nda İsmet İnönü ve İngiltere Başbakanı Winston Churchill’ün görüşmesine dair bir fotoğraf da var. Ayrıca Mehmet Alkan’ın sorusu üzerine Toker savaş sırasında amcasının Almanya’ya krom madeni satıp satmadığına ilişkin soruyu da yanıtlıyor. Krom madenlerinin devletleştirildiğini, babasının çevresine “Sakın ha, hiçbir zaman benim kardeşim diye özel bir muamele yapmayın” diye tembih ettiğini aktarıyor.

Kitapta yer alan önemli bir fotoğraf da Kahire Konferansı’na ait. İsmet İnönü, ABD Başkanı Franklin Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Winston Churchill yan yanadır. İki lider 1943 yılında Tahran’da Stalin’le görüşmüş, hemen ardından Kahire’ye İnönü de davet edilince paşa endişe duyar ve “Eşit şartlarda müzakere etmek içinse gelirim” der. Onu Ankara’dan Kahire’ye getirmek için özel bir uçak yolluyorlar. İnönü, Roosevelt ile ilk kez o toplantıda bir arada oluyor. Roosevelt çocuk felci geçirdiği için yürüyemiyor. O dönem toplantıya katılan Turgut Menemencioğlu o günleri şöyle anlatmış: Başkan Roosevelt tekerlekli sandalyeyle taşınırken polis etrafta bulunanların sırtlarını dönmelerini istermiş. Kahire’de devlet başkanlarının kaldığı Mena House sıkı koruma altındaymış. İsmet İnönü her sabah yürüyüş yapıyor fakat bu sıkı güvenlik önleminden rahatsız oluyor. Bunu da Churchill’e sohbet sırasında söylüyor. Churchill “Oo paşam, siz hiç bunları bilmiyorsunuz. Bunlara hiç güven olmaz. Bu bile yeterli değil. Almanlar Girit’ten kalkarlar, bizi bir bombardıman ederler, hiçbir şey yapamadan mahvolup gideriz” diyor. İsmet İnönü “Ben de merak ettim. Bu saydıklarınız sizin bize, savaşa girersek İstanbul’un, Türkiye’nin güvenliğini sağlamak için teklif ettiğiniz askeri yardımın kaç misli? On misli değil mi? Avuç içi kadar Mena House’un civarına bu kadar teçhizat şartsa biz koca ülkemizi bu şartlarda nasıl koruyabiliriz?” diye soruyor. Roosevelt İnönü’nün sözleri üzerine gülmeye başlamış, “hazırlıksız yakalandın” demiş Churchill’e. Özden Toker babasının bu hikâyeyi keyifle anlattığını söylüyor.

İsmet İnönü torunu Gülsün ile Paris’te kitapçıda (1971)

İNÖNÜ’NÜN OKUMA ALIŞKANLIĞI

Çankaya dönemi 27 yıllık iktidarın ardından sona eriyor. Çok partili yaşama geçiş, İnönü ailesinin Pembe Köşk’e yeniden dönmesi, siyasal çalkantılar Toker’in anılarında yer alan ayrıntılardan.

Özden Toker babasının okuma alışkanlığından ve yabancı dillere olan merakından da bahsediyor. “Babam her çeşit kitap okurdu. Tarihe, edebiyata meraklıydı. Üç yabancı dile – Fransızca, İngilizce, Almanca – hâkimdi. Yabancı dilde yazılmış kitapları orijinallerinden okurdu, yanında hep bir lügat bulundurarak… Manasını çözse bile yabancı kelimelerin Türkçe karşılığını öğrenmek isterdi. Bu nedenle her dilde kelime zenginliği çoktu.” 89 yaşında yaşama veda eden İnönü’nün ölmeden önce baş ucunda yine kitapları vardır. Toker bu kitapların Prof. Dr. Ekrem Akurgal’ın Anadolu Medeniyetleri ve Fransızca Alain Peyrefitte’in kaleme aldığı Çin Uyanınca ile Japon Mucizesi kitapları olduğunu belirtiyor.

FRANSIZ TELEVİZYONU: DİKTATÖR MÜSÜNÜZ?

Aktif siyaset yaşamının ardından İsmet İnönü 1970’lerde göz ameliyatı olmak durumunda kalır. Ameliyatın ardından gözlük alması için de Paris’e gitmesi gerekir. Ona bu gezide ailesi de eşlik eder. Fransa’da okuyan torunu Gülsün Paris’te dedesini karşılayacaktır. İsmet İnönü Fransa Başkanı Pompidou’yu ziyaret eder. Bu ziyarette Metin Toker de yanındadır. Élysée Sarayı’nın merdivenlerinde İnönü’yü karşılayan Pompidou, İsmet İnönü’yü “Mon indestructible ami” “Benim yıkılmaz dostum” diyerek selamlar. Kitapta önemli bir ayrıntı daha var. Pompidou “Biliyor musunuz bana ilk başbakanlık dersini siz verdiniz” der. İnönü de “Size sadece başbakanlık tecrübemi naklettim” diye yanıt verir. Bu konuşma Pompidou’nun Türkiye ziyareti sırasında gerçekleşir. Toker bir Fransız televizyonun babasıyla yaptığı söyleşiden söz ediyor. Muhabirin “Sizin için diktatör derler ama sempatik bir diktatör derler. Ancak diktatörlüğü elden bıraktığınız söylenir, bu konuda ne söylemek isterseniz?” sorusunu İsmet İnönü şöyle yanıtlar: O nezaket gösterip sempatik diye tanımladığınız diktatörle Türkiye’nin hangi zulmetlerden (karanlıklardan) aydınlığa, nasıl çıkmış olabildiğini görürsünüz.

Bazılarına göre bir kahraman, bazılarına göre bir diktatör ancak bugünden bakınca tarihin tüm çıplaklığıyla ortaya koyduğu bir gerçek var ki modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında Atatürk’ten sonra Şevket Süreyya’nın tanımıyla İkinci Adam İsmet İnönü. Atatürk’ün dava arkadaşı. Birbirlerine kırgın oldukları bir dönem olsa dahi asla davalarından vazgeçmemişler. İsmet İnönü’yü kızı Özden Toker’den öğrenmek isteyenler için Tarih Vakfı Başkanı Mehmet Ö. Alkan’ın söyleşisi tarihe not düşülen önemli bir not niteliğinde.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi