Oğuz Pancar
Kay Sage
Kay Sage uzun yıllar boyunca “Yves Tanguy’nin ressam eşi” olarak anılsa da, ki hiç de Tanguy’den aşağı kalır bir ressam değildir, bugün adı, Leonora Carrington, Dorothea Tanning, Remedios Varo ya da Leonor Fini gibi önemli Gerçeküstücü kadın sanatçılar arasında anılıyor
Kay Sage 1898'de New York yakınlarındaki Albany’de varlıklı bir ailede dünyaya gelir. Ebeveynleri o on yaşındayken boşandıktan sonra, yılda yalnızca bir kez eyalet senatörü babasını görmek için New York’a dönmek dışında tüm çocukluk ve gençlik yıllarını annesiyle birlikte Avrupa’nın farklı şehirlerinde geçirir. Avrupa’da ziyaret ettiği müzeler, sergiler ve kaldığı şehirlerin mimarisi onun için temel sanat eğitimi yerine geçer. 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla ABD’ye dönmek zorunda kalan Kay, burada değişik sanat okullarına devam etse de hiç birini bitirmez.
Savaşın sona ermesinden sonra 1920’de Roma’ya dönen Kay buradaki Güzel Sanatlar Okulu’na devam eder. Renkli kişiliğiyle kentin sanat çevrelerine girmesi uzun sürmez. Dönemin modasına uyarak İtalya kırsalını resmettiği çalışmaları İzlenimcilik akımında sayılsa da bunlarda sonraki özgün üslubunun ilk ipuçlarını görmek mümkündür.
Amerikalı Bir Prenses
Kay o yıllarda bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle diyecektir, “Benim fantastik düşlemelerimi anlayabilecek, benim kadar çılgın birini arıyorum”. Sonunda aradığını bulur ve İtalya’da, Mussolini’nin iktidara geldiği 1925’te, küçük bir aristokrat aileden gelen Prens Ranieri di San Faustino’yla evlenir. Evliliği boyunca konumunun gerektirdiği sosyal yükümlülükler yüzünden resme çok az zaman ayırır. 1933’te babasının, bir yıl sonra da kız kardeşinin veremden erken ölümüyle yıkılan genç kadın aristokrat yaşamın kısıtlarından da bunalmıştır, on yıl süren evliliğini sona erdirir.
Kay Sage Rapallo’da Amerikalı şair Ezra Pound ve dostu Alman heykeltraş Heinz Henghes’le tanışmasından sonra yeniden resme sarılır dört elle. 1936'da Henghes’le birlikte Milan’da ilk sergisini açan sanatçının eserleri daha önce yaptığı manzara resimlerinden oldukça farklıdır. Giorgio De Chirico’nun(1) “Metafizik Resim” tarzını andıran resimleri, uzaklık ve perspektife vurgu yapan, mimari ve soyut çalışmalardır daha çok.
Sage Henghes'in öğüdüne uyarak 1937'de Paris'e taşınır. 1938’deki bir sergide yer alan altı resmi André Breton ve Yves Tanguy’nin büyük hayranlığını kazanır. Kay Sage adını ilk kez duymuşlardır, hatta sanatçının kadın mı erkek mi olduğuna bile karar veremezler. Sonunda Paris’in Gerçeküstücü sanatçı çevresiyle tanışır; çalışmaları takdir görse de bütünüyle benimsendiğini söylemek zor.
Kırklı yaşların en başında, çekici, varlıklı ve bağımsız bir kadındır Kay Sage. Her ne kadar sanatta pek çok kalıbı kıracak kadar özgür düşünceli olsalar da, Gerçeküstücü çoğu erkek sanatçının kadınlara karşı olağan tutumu en hafif deyimiyle “küçümseme”dir; Sage de bundan nasibini alır. André Breton örneğin, küçümsemenin yanı sıra burjuva kökeni ve -evlilik yoluyla- aristokrat geçmişi yüzünden Sage’in aralarında yeri olmadığına inanır ve onu hiçbir zaman Gerçeküstücü bir sanatçı saymaz. Yves Tanguy’se aynı düşüncede değildir; hem çalışmalarına hem de kendine vurulmuştur Sage’in. Aralarında oluşan sanatsal ve duygusal bağ ikisi de ölene dek sürecektir.
Çin Yumurtaları
Kay Sage’in çalışmaları Gerçeküstücülük kadar De Chirico’nun “metafizik” sanatı ve büyülü gerçekçilikten de izler taşır. Hepsi kasvetli ve soluk tonlarda, gri, sarı, kahverengi ve yeşil rengin baskın olduğu çalışmaları başka bir dünyaya ait gibidir; hüzün, yalnızlık ve terk edilmişliğin hüküm sürdüğü bir dünyaya. Bir rüyadanmış gibi görünmesiyle Gerçeküstücülüğe yaklaşan çalışmaları, distopik bir geleceği betimler. Genellikle ufka dek uzanan “ölü” toprakların arka plan oluşturduğu derinlikli resimlerinde neredeyse hiç insan görülmez; benzer figürler varsa da bunlar çarşafa benzer bir örtüyle kaplıdır. Çoğunlukla köşeli ve ne oldukları çok anlaşılamayan büyük nesnelerle dolu resimleri, yüksekte kurulmuş geniş ahşap bir platform üzerinde yapımına başlanmış ancak sonradan yarım bırakılarak terk edilmiş tiyatro dekorlarını andırır. Resimlerinde sıkça yer alan ve dünyaya/yaşama ait gibi görünen tek figür yumurtadır. Resim sanatında, genel olarak yaşam, kadın doğurganlığı, dönüşüm gibi olumlu çağrışımları olan yumurta figürü, Sage’de farklı anlamlar kazanır; onun melankolik eserlerinde yumurtalar hapsolmuşluğu ve kırılganlığı anlatır gibidir daha çok; bunları ilgisiz nesnelerle birlikte ya da düz bir zeminde tek başına resmettiği resimlerinde, tutmaya kalkıştığınızda yuvarlanarak kaçacak gibidirler sanki.
[Yumurtanın Kay Sage’in çocukluğuyla bir bağlantısı olmalı. O küçükken babasının nadir bulunan kuş yumurtalarından, Kay’in de çok sevdiği, zengin bir koleksiyonu olduğunu biliyoruz (sanatçının 1955’te yayımlanan özyaşam öyküsü de “Çin Yumurtaları”(2) adını taşır). Kay Sage’in resimleri kendini kolay ele veren cinsten olmadığı için yorumlaması zor; belki de yumurta, sahip olmak isteyip de olamadığı bir bebeğe duyulan özlemin simgesidir onun için(3), ya da yıkık bir sahne zemininde gördüğümüz yumurta, 2. Dünya Savaşı’ndaki görülmedik vahşetin ortasında çaresiz kalan insanlığın kırılganlığını anlatıyordur, bilmiyoruz. Bilmiyoruz çünkü Sage’in resimlerinde genellikle eserin adından başka ipucu yoktur ve bu yönüyle de soyut sanata yakındır çalışmaları.]
New York
Sanatçının yaşam öyküsüyle sürdürelim. 1939 sonbaharında 2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Sage New York'a döner apar topar. İki ay sonra da Tanguy'nin de gelebilmesi için New York’ta onun adına bir sergi düzenler. Diğer birçok Gerçeküstücü sanatçı da sonraki yıl boyunca Sage'in yardımıyla savaştan kaçarak New York'a gelebilecektir.
Sage ve Tanguy evlendikten sonra, 1941’de New York’a yakın sevimli bir kasaba olan Woodbury’e yerleşirler. Burada geçirdikleri on dört sakin yıl Sage için son derece üretken geçer ve bugün tanıdığımız üslubu asıl bu dönemde olgunlaşır. Ancak Tanguy 1955’te, henüz elli beş yaşındayken beyin kanaması geçirerek yaşama veda eder ve zor yıllar başlar.
Kay Sage ve Yves Tanguy’nin dostları çiftin evliliğini “garip ve zor” bir ilişki olarak niteliyor. Çoğu sanatçı olan arkadaşları, Sage’i, insanlarla yakınlaşmaktan biraz kaçınan, buyurgan ve huysuz bir kişi olarak tanımlarken, Tanguy’nin de fazlaca alkol tükettiğini ve sarhoş olduğunda sık sık Sage’i herkesin içinde aşağıladığını anımsıyorlar.
Çiftin ilişkileri bugünün deyimiyle biraz “toksik” gibi görünse de belli ki birbirlerine bağlılıkları diğer her şeyden güçlüdür. Yves Tanguy’nin ölümünün ardından Sage resim yapmayı neredeyse bırakır; bir ay sonra arkadaşına yazdığı bir mektupta, “Yves benim her şeyi anlayan tek dostumdu” diyen sanatçı, eşini kaybetmenin üzüntüsünü yaşarken bir de gözlerinde hızla ilerleyen bir kataraktın ortaya çıkması yüzünden iyice bunalıma düşer. Hem artık Tanguy yoktur hem de bir daha resim yapamayacaktır.
Sonraki yıllarını Yves Tanguy’nin çalışmalarını düzenlemek ve onun adına geriye dönük sergiler hazırlamakla geçiren Kay Sage, resim yapamadığı için farklı malzemelerle kolaj yapmanın yanı sıra gençliğinden beri sürdürdüğü şiir çalışmalarına ağırlık verir. 1959’da aşırı dozda ilaçla kendini öldürmeye kalkışsa da kurtarılır; dört yıl daha yaşayacaktır. 1963’te bu kez ilaç yerine tabanca kullanır ve kendini kalbinden vurarak yaşama veda eder. Bıraktığı notta şunlar yazılıdır, “Yves’in onu tanımadan önce gördüğüm ilk resmi ‘Seni Bekliyorum’du(4). O zaman ona gittim. Şimdi yine beni bekliyor. Yola çıkıyorum”.
Ölümünden bir ay sonra, son isteği olarak Kay Sage’in külleri, Yves Tanguy’ninkilerle birlikte, onun memleketi Bretonya’da denize savrulur.
Geçiş
Burada Sage’in 1956’da yaptığı “Geçiş” (Le Passage(5)) eserinden söz edelim biraz. Tanguy’nin ölümünden hemen sonra yaptığı bu resim Sage’in ruh haline de ayna tutuyor çünkü.
Üstündeki dökümlü elbisesi beline kadar sıyrılmış bir kadının (Sage’in kendisidir), düzgün kesilmiş kaya blokları üzerinde oturup önündeki, karanlık bulutlarla örtülü, ufka dek uzanan boş ve ölü araziyi seyrettiği bir resim bu. “Geçiş”, sanatçının bir insan figürüne yer verdiği tek eseri. Kadının arkası dönük olarak ufka bakması geleceği beklemekte olduğunu anlatıyor olmalı. İlginç olansa düz ve çorak arazinin, kırılarak yere saçılmış pencere camına benzeyen geniş kaya plakalarıyla kaplı olması; bu da herhalde sanatçının geleceği -tıpkı bugünü gibi- paramparça gördüğünü söylüyor bize.
[Gökyüzüyle arazinin/denizin ufukta geçişmesi ve ufkun belirsizleşmesi, hem Sage hem Tanguy resimlerinde ortak bir özelliktir.]
Yves Tanguy onun sanatına ne kadar etki yaptıysa Kay Sage de diğerini o denli etkilemiştir. Üslupları birbirini andırsa da, Kay Sage resminin tipik özellikleri Tanguy’den önce de oradadır. Sage kimi eserlerinde Tanguy’nin daha renkli paletine ve küçük “biyomorfik” figürlerine yer vermiş olsa da resimleri özgün çizgilerini sonuna dek korumuştur.
Kay Sage uzun yıllar boyunca “Yves Tanguy’nin ressam eşi” olarak anılsa da, ki hiç de Tanguy’den aşağı kalır bir ressam değildir, bugün adı, Leonora Carrington, Dorothea Tanning, Remedios Varo ya da Leonor Fini gibi önemli Gerçeküstücü kadın sanatçılar arasında anılıyor. Ve bunu sonuna dek hak ediyor.
- Sage’in Gerçeküstücülüğe yönelik ilk ilgisi De Chirico’nun çalışmalarını görmesinden sonradır; hatta onun 1938’de satın aldığı “La Surprise” tablosunu ömrünün sonuna dek saklar; eserlerinin Gerçeküstücülük kadar Büyülü Gerçekçiliğe de ait olması bence bu nedenledir (De Chirico iki akıma da esin vermiş bir öncüdür).
- Çin’deki, paskalyadakilere benzer renkli yumurtalara gönderme yapıyor olmalı.
- Bu konuda bir şey okuduğumdan değil, yalnızca olasılıklardan biri olduğu için sözünü ediyorum.
- Resmi sayfada görebilirsiniz.
- Hem “geçiş” hem de “vefat etmek” anlamına gelir.