İyi ki doğdun Molière

Kibarlık Budalası, Cimri, Tartuffe, Hastalık Hastası gibi pek çok oyunuyla sahtekarların, soytarıların, dinbazların maskesini düşüren Molière 400 yaşında

Tiyatro dehası, söz ve yergi ustası Molière 400 yaşında. Din bezirganı Tartuffe’u, sınıf atlamaya çalışırken gülünç duruma düşen Mösyö Jourdain'i, Paris’in zengin ve cimri burjuvalarından Harpagon’u, hastalık hastası Argan’ı anımsayanlar olacaktır. Bu yazıda insana özgü tüm duygu ve durumları komedi unsuruyla birleştirerek anlatan Molière’i az da olsa tanımaya çalışacağız. Kaynakçamız Turan Oflazoğlu’nun ‘Molière’ ve Mihail Bulgakov’un ‘Molière Efendi’ kitabı olacak. Ayrıca yazarın Fransız Edebiyatı için önemine ilişkin sorularımızı İstanbul Üniversitesi Fransız Edebiyatı Bölümü’nden Prof. Dr. Nedret Öztokat Kılıçeri yanıtladı.

Özdemir İnce’nin Türkçe’ye kazandırdığı ‘Molière Efendi’ kitabında Bulgakov bir roman tadında Molière’in yaşamını anlatılıyor. Edebiyat severler onu ‘Usta ile Margarita’, ‘Köpek Kalbi’, ‘Türbin Günlükleri’ kitaplarından anımsayacaktır. Ne tesadüf ki her iki yazarın da farklı dönemlerde yaşadıkları zorluklar, baskılar, yasaklamalar birbirine benziyor. Özdemir İnce, Bulgakov’un neden Molière’i incelediğini şöyle açıklıyor: Özgürlük ve bağımsızlık tutkusu, dinsel ve düşünsel bağnazlıklarla kavga, insansal erdemsizliklerin yerilmesi, devlet ve yazar ilişkisi, yaratı özgürlüğü ve otoritenin çelişkisi. Molière’in ‘Tartuffe’ ve ‘Gülünç Kibarlar’ olmak üzere birçok oyunu yasaklanmış, bu oyunları yeniden yazması veya başka adlar altında oynaması gerekmiştir. Bu oyunlarla kimi zaman kiliseyi, kimi zaman devleti, kimi zaman soylu sınıfını, kimi zaman da burjuvaziyi hedef tahtasına oturtmuş ve dikkatleri üzerine çekmiştir. Benzer bir durumu Bulgakov’un yaşamında da görüyoruz. Stalin’in baskıcı yönetimi altında ezilmiş, eserleri yasaklanmış, yazdıklarının değiştirilmesi istenmiş, işsiz kalmış ta ki hükümete bir mektup yazana değin zorlu bir yaşam sürmüştür. Bulgakov’un yaşamı ayrı bir yazı konusu olsun, biz yine Molière’e dönelim.

Döşemeci bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Jean-Baptiste Poquelin daha sonra kendisinin belirlediği adıyla Molière, 1622 yılında Paris’te dünyaya gelir. Molière doğduğunda XIII. Louis kraldır. 16 yaşına geldiğinde tahtta XIV. Louis oturmaktadır. Oflazoğlu’nun da o dönemi kitabında aktardığı gibi XIV. Louis’in saltanat yılları Fransa’nın siyaset ve edebiyat tarihinin görkemli yıllarıdır.  Babası kendi yerine alacak şekilde oğlunu yetiştirir. Daha çok küçükken annesini kaybeder. Üvey anneyle büyür.  Tiyatroya olan merakında dedesinin etkisi büyüktür. Dedesi yaşamında o kadar etkilidir ki babasını ikna ederek Molière’in Paris’in o dönemki en önemli okullarından biri olan Clermont Koleji’ne yazılmasını sağlar. Okulda tarih, eski edebiyat, fizik, kimya, dinbilim, felsefe dersleri alır. Latin yazarları inceler. Dedesiyle başlayan tiyatro tutkusu okul yıllarında da devam eder. Bulgakov, Molière’in tiyatro tutkusunun tiyatro salon ve localarını aşıp kulislere girmeye başlamasıyla farklı boyuta taşındığını yazıyor. Yaşamını değiştirecek en önemli tanışmalardan biri de bu kulis ziyaretleri sırasında gerçekleşir. Oyuncu Madeleine Bèjart’la tanışır. Ona duyduğu hayranlık daha sonra sevdaya ve tiyatro yoldaşlığına dönüşür.

NEDEN KOMEDİ?

Molière’i çağının öncüsü yapan, komedide öne çıkmasını sağlayan nedir?Turan Oflazoğlu ‘Molière’ ‘kitabında  bunu “Çocukluğunda dedesiyle fars oyunlarını seyretmeye gitmesi, okulda verilen tragedya, komedya ve bale gösterileri; babasının döşemeci olarak her yıl katıldığı St. Germaine panayırına gelen gezginci tiyatro toplulukları; o sıralar Paris’e gelen İtalyan komedyacıları, Paris’in iki tiyatrosu Hotel de Bourgogne ile Marais’deki temsilleri de saymalı” diye yanıtlıyor.  Molière’i etkileyen İtalyan Halk Tiyatrosu Commedia dell’Arte bizim ortaoyunumuzun da kaynağı. Oflazoğlu, “Önceden hazırlanmş derli toplu bir metinden çok, bir taslağa dayanan, her oyuncunun bir mask taktığı ve her oyunda aynı kişiliğin simgesi olan bir giysiye büründüğü bu tuluat oyunlarının kökeni Roma köylülerinin kırsal farsları, Asya mimusları, Plautus ile Terentius’un komedyaları, Ortaçağ saz ozanları ve kırsal soytarıları olabilir” diyor. Yine Oflazoğlu ile devam edelim. Commedia dell’Arte’nin, Rönesans’la birlikte 16.yüzyılda altın çağını yaşadığını belirtiyor ve Molière’in de bundan yararlanarak nefis şeyler yazdığının altını çiziyor. Fakat bir noktaya dikkat çekiyor. “Yalnızca Commedia dell’Arte ve Ortaçağ farslarına bel bağlasaydı, bugün Molière denilince akla gelen Cimri, İnsandan Kaçan, Bilgiç Kadınlar gibi başyapıtlarından yoksun kalırdık.”

“BİR DEĞNEĞİ BİLE YERİNDEN OYNATABİLİR”

Molière ve arkadaşlarının tiyatro yolculukları ‘Ünlü Tiyatro’ adıyla başlıyor. Topluluk kent kent dolaşarak varlığını sürdürmeye çalışıyor. Bu gezici tiyatrolar sayesinde Molière ülke insanını tanıyor, beklentilerini, hüzünlerini öğreniyor, sevinçlerine ortak oluyor. Tiyatroyu her yönüyle öğrenme fırsatını yakalıyor. Oflazoğlu kitabında “Oyuncu yetiştirmede üstüne yoktur; çağdaşlarına göre, bir değneği bile yerinden oynatabilir” diyor ve ekliyor: Yine bu gezgincilik yıllarında, kentlisi, köylüsüyle, seyircinin her türlüsünü; okumuşu okumamışıyla, kültürün her düzeyinden kişileri; doğulusu batılısı, kuzeylisi güneylisiyle bütün Fransız halkını yakından tanımıştır. Oyunlarındaki kişileri, gözlemlerine dayanarak işleyebilmesini çok yönlü yaşayışına borçludur diye yazıyor. Bu yeteneği kralın da dikkatini çekiyor ve ona karşı büyük bir hayranlık besliyor.

İstanbul Şehir Tiyatroları’nda bu sezon Molière’in iki ayrı eseri; Hastalık Hastası ve Tartuffe sahneleniyor. Her iki oyununun da onun yaşamında önemli izleri var. Tartuffe sahnelendiği ilk gün hemen yasaklanıyor. Din kisvesi altında insanları kandıran, çıkarları için her şeyi göze alan sahte bir din adamıdır Tartuffe. XIV. Louis oyunun yasaklamasına ilişkin şu açıklamayı yapar: Oyundaki sahte dindarla gerçek dindarlar arasında öyle bir benzerlik var ki, onu gören gerçek dindarlar alınabilirler; bu yüzden kral, o sayın uyruklarını düşünerek, oyundan duyacağı hazdan kendini yoksun bırakmaya karar vermiştir. (Oflazoğlu, Moliere, s.28, Cem Yayınevi)

SON OYUNU HASTALIK HASTASI

Yaşamına çokça eser sığdıran, tiyatroyla nefes alan, düşünen Molière verem hastası olmasına ve doktorunun uyarılarına rağmen ‘Hastalık Hastası’ oyununu oynamak için sahnededir. Artık çok da iyi olmadığı için oyunu oturarak oynar. Argan karakterini canlandırdığı sırada fenalaşır ancak zaten hasta bir adamı oynadığı için rolüne devam eder. Oyun sonrası evine götürülür ve orada ölür. Yaşamındaki zorluklar gibi gömülmesi de kolay olmaz. Çünkü kilise Molière’i gömmek istemez.  Karısı Armande, Molière’in gömülebilmesi için başpiskoposluğa başvurur. Başpiskoposluk iyi bir Hristiyan olmadığını düşündüğü ve tiyatrocu olduğu için Molière’in gömülmesine izin vermez. (O dönem oyuncular üzerindeki kilise yasağı kalkmamıştır) Sonunda kralın karşısına çıkan Armande diz çöküp ağlamaya başlar. Yaşamını insanları güldürerek kazanan bir dehanın ölümü de aynı onun eserlerindeki gibi trajikomiktir. Kral çözümü şöyle bulur:

- Efendimiz, kural, kutsal toprağa gömülmesini yasaklıyor.

- Peki kutsal toprağın derinliği ne kadar oluyor?

- Yüz yirmi iki santime kadar majesteleri

- Yüz elli santime gömülebilir isterseniz başpiskopos. Ama tantanasız, skandalsız olsun. (Bulgakov, Molière Efendi, s.219, Everest Yayınları)

Dalkavukların, soytarıların, saray yalakalarının, dinbazların, kurnazların maskesini düşüren tiyatro üstadı toprağa dört günün sonunda bir akşam vakti bu şekilde verilir. Tabutunun üzerinde bağlı bulunduğu döşemeciler loncasının örtüsü vardır. “Komedyacının tragedyalık sonu” olarak nitelendiriyor bu durumu Oflazoğlu. Onu uğurlayanlar arasında Ressam Pierre Mignard, yakın arkadaşı La Fontaine, şair Boileau ve Chapelle bulunmaktadır. (Bulgakov, Molière Efendi, s.221, Everest Yayınları)

“VOLTAIRE, ROUSSEAU Molière’i BEĞENMEZ”

İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü Molière’in 400. doğum yılında bir sempozyum düzenledi. Sempozyumda konuşma yapan Prof. Dr. Nedret Öztokat Kılıçeri’ye Molière’in Fransız Edebiyatı’na ve çağdaşlarına olan etkisini sordum.

Fransız Edebiyatı’nda Molière’in önemi nedir?

Fransa tarihinde “Güneş Kral” olarak bilinen XIV. Louis’nin Mutlak Monarşi yönetimi siyasi olduğu kadar kültür, edebiyat ve dil alanında bir “düzen” fikrini yansıtır. Sanatları seven, baleye, edebiyata meraklı bir Kral’ın çevresinde toplanan yazarlar Fransız edebiyatının en parlak örneklerini vermiş, 1661-1680 arasındaki bu dönem Klasisizm adıyla tarihe geçmiştir. Molière öncelikle XIV. Louis’nin saray şairlerindendir, krala çok yakın bir kişidir. Mutlak monarşinin siyasi anlamda kuralcı ruhu, edebiyatta evrensel akla dayalı, antik dönem yazarlarını, yazınsal türlerini örnek alan bir “Şiir sanatı”nda (poetika) belki de en güçlü ifadesini bulmuştur. Racine, La Fontaine, Molière hâlâ okunan, konuşulan, sahnelenen bir edebiyata imza attılar.  Edebiyat tarihinin en güçlü, en bütünsel okulu Fransız klasikleridir, Molière bu anlayışın başyapıtlarını komedi alanında vermiştir. Molière Fransa’nın ortak mirası olmuştur, Victor Hugo gibi. 

Çağdaşlarını nasıl etkiliyor?

XIV. Louis sarayının yazarları Kral’ın himayesindeydi. Bu ortamda her yazarın kendi kariyerine odaklandığını düşünmek doğru olur. Bir de bu çağ büyük bir Monark’ın dönemi, her büyük kişi, dönemi içinde ne kadar krala bağlı bu önemli, gerisi fazla önemli değil. Molière de Corneille de tabir yerindeyse kendi hallerinde ölürler, aman aman bir şöhretin kaybı değildir onların kaybı. Örneğin “Tartuffe” kavgasında ona destek çıkan Boileau bile ölümünde “kaba gülünçlüklere daha az yüz verseydi, daha büyük bir tiyatro yapıtı kurabilirdi” demiştir (Augustin Gazier’nin (1844-1922) Molière biyografisine göre). Molière ile çalışmış yazarlar kendi işlerine bakarlar, hoşa giden eğlenceli taşlamalarla yola devam ederler, bir Kadınlar Mektebi ya da Tartuffe ya da İnsandan Kaçan gibi cesur metinler vermezler. Sadece Jean-François Regnard’ın (1655-1709) Molière’e sadık kaldığı ve gerçek takipçisi olmayı sürdürdüğünü biliyoruz. On sekizinci yüzyıl ise Molière’den hiç haz etmez: Voltaire, Rousseau, D’Alembert oyunlarını beceriksiz, uzun, kaba bulurlar; on dokuzuncu yüzyılda bu kez Musset bu sıkıcı oyunlardan hoşlanmadığını dizelerinde dile getirir. Fransa’da ulusal anlamda kültür ve öğretim programlarında ve edebiyat kanonunda yer alması için yirminci yüzyılı beklemek gerekir.

Sizi etkileyen ve sizin için öne çıkan eseri hangisi?

Kibarlık Budalası’nı toplumsal arenada yer kapma arsızlığı, sınıflar arası mücadele ve üst sınıfta yer alma kavgasının mükemmel bir anlatısı olarak okuyorum. Aşklarını meşrulaştırmak üzere kurnazca planlara başvuran gençleri, sürekli para tırtıklayan aracıları ve Mösyö Jourdain’in çocuksu inadını bir kenara koyun, insanın sınır tanımayan sınıfsal aidiyet açlığını tam on ikiden vurur metin. Hoş o çocuksuluk da asla yok olmamıştır, her arzu gibi, sınıf atlama hevesi de çocuksu bir niteliğe sahiptir. Şu herkesi ekrana bağlayan dizilere bakın, uzağa değil.

Çocuk Kitapları

Görünmez Adam
H. G. Wells
Arkadaş Yayıncılık

Bas Pedala Luna
Hacer Kılcıoğlu
Günışığı Yayınları

Ceviz Ağacı, Dedem ve Ben
Amni-Joan Paquette
Fibula Yayıncılık

Mistral
Angela Nanetti
On8 Yayınları

Ormanın En Güzel Yuvası
Doğan Gündüz
Yapı Kredi Yayınları

Kızılgerdan ile Ren Geyiği
Rosa Bailey
İş Bankası Yayınları

Haftanın Kitapları

Milletin Cebinden: Kamu-Özel İşbirliği
Şehir Hastaneleri
Çiğdem Toker
Tekin Yayınevi

Parti, Cemaat, Tarikat
2000’ler Türkiye’sinin Dinbaz-Politik Seyir Defteri
Tayfun Atay
Tellekt Yayınları

Etini Acıtmak
Osman Murat Bahtiyar
Doğan Kitap

Bizsiz Onlar
Ateş İlyas Başsoy
Say Yayınları

Cumhuriyet’le Özdeş Bir Yaşam:
Özden Toker-İsmet İnönü’nün Kızı Anlatıyor
Yapı Kredi Yayınları

Yarınsız Yarın
Nazan Öncel
Everest Yayınlar

Çok Satan Kitaplar

1. Bir Aşk Masalı, Ahmet Ümit

2. Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig

3. Kırmızı Pelerin, Gülseren Budayıcıoğlu

4. Kaplanın Sırtında İstibdat ve Hürriyet, Zülfü Livaneli

5. İnsanlığımı Yitirirken, Osamu Dazai

6. Mutlu Olma Sanatı, Arthur Schopenhauer

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi