Oğuz Pancar
Isadora Duncan-I
Yaptığı hareketlerin baleyle ilgisi yoktur; koşar, zıplar, eğilir, bükülür, yuvarlanır, kapanır, bir çiçek gibi açılır. Sahnedeki, Isadora değil, bedenini bütünüyle teslim alan ve onun üzerinden fışkıran kadınlığı, yaşam enerjisidir
Isadora Duncan 1877’de San Francisco’da dünyaya gelir. Babası bir bankacı, annesiyse tanınmış bir piyano öğretmenidir. Doğumundan kısa bir süre sonra baba Duncan aileyi terk etse de, Isadora onlara Beethoven ve Schubert çalan, Shakespeare ve Shelley okuyan anneleri sayesinde sanatla dolu ve mutlu bir çocukluk geçirir. İleride erkek kardeşleri Raymond’un oyun yazarı, Augustine’in aktör ve kız kardeşi Elizabeth’in de dansçı olacağını düşünürsek, yetiştikleri ortamı daha iyi canlandırabiliriz zihnimizde.
Isadora küçük yaşlarda bile dansa düşkündür, deniz kıyısında saatlerce dalgalara karşı dans etmeye bayılır; öyle ki ileride, dansına en çok esin veren şeyin sahile vuran dalgaların ritmi olduğunu söyleyecektir. Daha altı yaşında evde mahallenin çocuklarına dans dersi vermekte ve harçlığını çıkarmaktadır, on yaşına geldiğindeyse derslerine ilgi o denli artmıştır ki, annesine, okulu bırakmayı ve ablası Elizabeth’le birlikte dans okulu açarak ailenin geçimine katkıda bulunmayı önerir. Okulla arası hiç hoş olmamıştır zaten; dikbaşlıdır, öğretmenlerinin her anlattığını tartışma konusuna çevirir, karşı çıkar. Ablasıyla birlikte çocuklara ders vermeyi sürdürürken bir yandan da şair Ina Coolbrith’ten ve tanınmış dans hocalarından özel ders alır.
Dans, Tiyatro
Dönemin San Francisco’su ABD’nin müzik ve tiyatro başkenti gibidir. Duncanlar şehre gelen her sanat gösterisini izlemeye çalışır, evleri de neredeyse bir dans okuluna dönüşmüştür; tüm kardeşler vals, polka ve İskoç dansları öğretir. Yalnızca dans da değildir ilgi alanları, Augustin’in yazdığı eğlenceli piyesleri tüm Kaliforniya sahilini kapsayan turnelerde sahneye koyar Duncan ailesi.
On üç yaşındayken ilk dans resitalini verir Isadora. Sonra annesiyle birlikte Chicago’ya taşınır ve orada birkaç dans gösterisine katıldıktan sonra bir tiyatro kumpanyasına katılarak bu kez New York’a gider genç kız. Kumpanyayla birlikte tüm ABD’yi dolaştıktan sonra Londra’daki turneye katılır; ancak oyunlarda dans edebildiği roller seyrek ya da önemsizdir. Yirmi bir yaşındayken tiyatro kumpanyasından ayrılan Isadora özel salonlarda dans eder bir süre, sonra besteci Ethelbert Nevin’in müzikli oyunlarında rol alır ve ilk kez sahnede dansıyla kendini ifade etme şansı bulur.
Isadora’nın dansı şimdiye dek görülenlerden çok farklıdır. Üzerinde antik Yunan’da giyilenlere benzer ince bir tunik vardır yalnızca ve çıplak ayakla dans eder. Yaptığı hareketlerin baleyle ilgisi yoktur; koşar, zıplar, eğilir, bükülür, yuvarlanır, kapanır, bir çiçek gibi açılır. Sahnedeki, Isadora değil, bedenini bütünüyle teslim alan ve onun üzerinden fışkıran kadınlığı, yaşam enerjisidir.
[Isadora’nın dansı dönemine göre şok edici ölçüde yenilikçi ve devrimci olsa da tek örnek değildir. Ondan önce ABD’de modern dansın ilk örneklerini sergileyen Loie Fuller’in de adını anmalıyız burada. Hepsi birlikte o dönem “çıplak ayaklılar” diye anılan dansçılar arasında Isadora Duncan’ın öne çıkması, dansını “kadınlık”la ilişkilendirmesi ve feminist sanatın öncülerinden olmasındandır daha çok.]
Burada belki Isadora Duncan’ın sanatını besleyen kaynaklardan söz etmek gerek ama önce biraz balenin tarihçesi…
Bale
Bale ilk olarak Rönesans döneminde İtalya'da ortaya çıkar (Bale, İtalyanca ballare sözcüğünden türer ve dans etmek anlamına gelir). Geleneksel halk danslarıyla mim sanatçılarının abartılı jestlerinin bileşimi olan bu gösterişli dans ilk olarak soyluların düğün ya da ziyafetlerinde konukları eğlendirmek amacıyla sergilenir. İtalya’dan sonra -İtalyan Medici ailesinden- Fransız Kraliçesi Catherine sayesinde Fransa’da da tanınan bale, Kral 14.Louis’nin isteğiyle kurulan ve baleye katı kurallar getiren “Kraliyet Dans Akademisi”yle birlikte bugünkü “seçkin” ve “aristokrat” görünümüne kavuşur. Her bir bale duruşunun, hareketinin ya da adımının dışında kostüm normlarının da belirlenmesi bu dönemde gerçekleşir. İzleyen yüzyıllardaki değişimine bakınca, -klasik- balenin zaman içinde az değişen/gelişen, neredeyse “donmuş” bir sanat dalı olmasının nedeni daha çok, başlangıçtan bu yana soylular -ve sonra burjuvalar- için icra edilen “seçkin” bir sanat dalı olarak görülmesidir.
Isadora Duncan içinse klasik bale tümüyle yapay bir dans türüdür ve insan duygularını ifade etmekten uzaktır. Çocukluğundan bu yana, yeteneğine tanık olan ve klasik bale dersi almasını önerenlere, başka hangi dansta ayak parmakları üzerinde dikilme gibi bir duruş bulunduğunu sorarak karşılık verir. Haklıdır, baledeki adım, duruş ve hareketler, dansçının duygu ya da düşüncelerinin yansıtılması gözetilerek oluşturulmuş değildir; bunların önceliği, izleyiciye, anlatılan öykünün en estetik biçimde sunulmasıdır.
[Bunu söylerken 20. yüzyıl başına dek pek değişmeyen klasik baleden söz ediyorum; yoksa modern dansın ortaya çıkışından sonra, balenin “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” kuralları da esnemiş ve temel teknikler korunsa da yorum olarak modern dansa yaklaşılmıştır.]
Antik Yunan
Isadora 1899’da Londra’ya taşınır ailesiyle; orada kardeşleriyle birlikte British Museum’daki zengin antik Yunan ve Roma eserlerini incelemek için çok zamanı olur. Çocukluğunda evde aldığı eğitimde Yunan klasikleri de yer almıştır tabii ki, ancak o dönem eserlerini karşısında görmek, Isadora’nın antik Yunan kültürüne derin sevgisini daha da alevlendirir.
[Isadora eski Yunan’a ilgisinde yalnız değildir, müzede ve sonradan gittiği Yunanistan’da gördükleri erkek kardeşi Raymond’u o denli etkiler ki, Yunanlı bir kadınla evlenerek Atina yakınında bir köye yerleşir ve yalnızca antik inşaat tekniklerini ve malzemelerini kullanarak bir ev inşa eder. Evin içini eski çağlardaki gibi döşer, hatta her türlü çanak çömleği, kilimleri, ahşap eşyaları da kendisi üretir. Ayağındaki sandaletler ve üstündeki tunik de o topraklarda üç bin yıl önce giyilenlerle birebir aynıdır; hatta aynı şekilde giyinmeyen kimseyi evine konuk almaz Raymond Duncan.]
Isadora Duncan’a esin kaynağı olan antik Yunan danslarıyla devam edelim, haftaya…