Oğuz Pancar
Gölge ve Resim
Sefere çıktıktan bir süre sonra sevgilisinin savaş meydanında kahramanca savaşırken yaşamını kaybettiği haberi ulaşır zavallı Kora’ya. Kızının kederine tanık olan babası, duvardaki çizimin bir kopyasını çıkararak kile aktarır ve gencin bir kabartmasını yapar, sonra da dayanıklı olması için atölyesindeki fırında pişirir eserini
Yaşlı Plinius’un(1) ünlü Doğa Tarihi’nde(2) anlatılan öykülerden birini anlatmak istiyorum bu hafta. Eskiden beri kitaplığımda olan bir kitap Doğa Tarihi, çok kez okudum. Ama onu şimdi anımsamamın nedeni, bir söyleşide, günümüzden on binlerce yıl önce yaşamış insanlara ait ilk mağara resimlerinin bulunduğu kimi yerlerde, duvara çizilmiş hayvan figürleriyle benzeşen taştan oyulmuş küçük biblolar bulunduğunu okumam(3). Bu konuda “Gölgenin Kısa Tarihi” (1997) adlı olağanüstü bir kitabı bulunan sanat tarihçisi Prof. Victor İ. Stoichita, bir söyleşide, atalarımızın ilk resimlerini bir biblonun mağara duvarına vuran gölgesi üzerinden çizerek yaratmış olabileceklerini söylüyor. Eğer bu sav doğruysa, Plinius’un Doğa Tarihi’nde anlatılan “resmin icadı” öyküsüyle çok benzeşiyor. Onu anlatalım kısaca…
İlk Resim
Plinius’a göre -Yunan karasında- resim sanatının ilk ortaya çıkışı M.Ö. 7. yüzyılda(4). Korinthos'ta çömlekçilikteki ustalığıyla ün yapmış Butades’in kızı Kora, bir gence körkütük aşıktır. Sonra, hiç eksik olmayan savaşlardan biri daha patlar ve genç delikanlı sefere çıkmadan önce sevgilisini son kez görmek ister. Buluşurlar, ikisi de çok üzgündür. Genç kız ikisinin, o sırada önünde durdukları duvara vuran gölgelerini fark eder. Ayrıldıktan sonra hiç olmazsa siluetiyle teselli bulabilmek, genç adamın gölgesinin dış hatları üzerinden geçerek profilini duvara çizer. Sefere çıktıktan bir süre sonra sevgilisinin savaş meydanında kahramanca savaşırken yaşamını kaybettiği haberi ulaşır zavallı Kora’ya. Kızının kederine tanık olan babası, duvardaki çizimin bir kopyasını çıkararak kile aktarır ve gencin bir kabartmasını yapar, sonra da dayanıklı olması için atölyesindeki fırında pişirir eserini. Derler ki bu kabartma daha sonra Korinthos’taki bir “nymphaion”da(5) sergilenir, ta ki burası M.Ö. 2. yüzyılda Romalı general Achaicus tarafından yakıp yıkılana dek.
Tahmin edebileceğiniz gibi Plinius’un, Kora’nın gölge üzerinden duvara çizdiği resmin insanlık tarihindeki ilk örnek olduğunu öne süren öyküsü gerçeği yansıtmıyor. Eski Mezopotamya ve Mısır’da, anlatılan olaydan binlerce yıl önce bile resim ve kabartma sanatı iyi bilinirdi(6); hatta Girit’te bulunan olağanüstü freskler bile Plinius’un anlattığı öyküden bin yıl öncesine tarihlenir.
Ancak ilk resimlerin (mağara duvarlarına yapılanlardan söz ediyorum) gölge yardımıyla yapılmasında gerçeklik payı olabilir. Bir nesnenin önce üç boyutlusunu yapmak, daha sonra onu iki boyutlu resmetmek ilk bakışta çok anlamlı gelmeyebilir ancak biraz düşününce mantıksız değil. Üç boyutlu bir canlıyı ya da eşyayı iki boyuta indirgeyerek çizmek aslında ciddi bir bilişsel soyutlama yeteneği gerektirir. Sekiz-dokuz aylık bir bebeğe kedi resmi gösterdiğinizde tepki vermeyebilir ama oyuncak pelüş bir kedi verdiğinizde durum değişir; bebek, resmin canlı bir kedinin soyutlaması olduğunu henüz kavrayamayabilir ama kediyle ona çok benzeyen bir oyuncak arasında bağlantı kurması diğerine göre çok daha kolaydır.
[Burada sözünü ettiğim, Meckel ve Serres’in “Otojeni filojeniyi tekrarlar” (Bireyin doğuştan başlayan fiziksel değişimi, türünün evrimsel değişimini tekrarlar) yönündeki -bilimdışı- kuramına uygun bir benzeşim değil. Bundan kırk bin yıl önce yaşamış atalarımız bizimle neredeyse aynı özellikte beyinlere sahipti ancak soyutlama gibi bilişsel özellikler, yalnızca fiziksel değil kültürel evrimimiz sürecinde de gelişmiştir.]
Gölgenin algılanışının ve temsil ettiklerinin toplumlar arasında ve zaman içinde nasıl değişim gösterdiği, ilginç olmakla birlikte derin de bir konu. Belki başka bir yazıda, bu değişimin sanata nasıl yansıdığını da anlatma fırsatımız olur. Ancak şimdilik yalnızca, gölgeye Batı sanatında neredeyse Rönesans’a dek yer verilmediğini(7), Doğu resim sanatının da gölgeyi bundan üç yüzyıl sonra -ve Batı sanatından etkilenerek- kullanmaya başladığını söyleyelim(8).
Zeuksis ve Parrhasios
Yazımızı Yaşlı Plinius’un -yine resim konusunda- güzel başka bir öyküsüyle bitirelim…
Antik çağın önde gelen iki ressamı Herakleialı Zeuksis ile Ephesoslu Parrhasios, hangisinin daha büyük bir sanatçı olduğu konusunda meydan okurlar birbirlerine. Sonunda ikisinin de birer resim yapmalarına, ancak yarışma gününe kadar bir diğerinin ne yaptığını görmemelerine karar verilir. Büyük gün geldiğinde iki ressam, ahşap bir panele çizdikleri ve üstünü bir perdeyle kapattıkları resimleriyle gelir kent meydanına. Yarışmanın sonucunu heyecanla bekleyen kalabalık bir izleyici topluluğu çoktan doldurmuştur meydanı.
Önce, kazanacağından emin bir tavırla Zeuksis açar resmini gizleyen perdeyi. Ancak izleyicilerden çıt çıkmaz. Büyük ressamdan olağanüstü bir eser görmeyi bekleyen kalabalık şaşkın ve sessizdir; Zeuksis’in resminde, koskoca panelin ortasına yalnızca küçük bir kâse üzüm resmedilmiştir, o kadar. Üzüm taneleri gerçek gibidir gerçi ama kalabalığın Zeuksis’ten beklentisi çok daha gösterişli bir eserdir. Tam o sırada, kalabalık büyük bir hayal kırıklığı içindeyken, küçük bir kuş resme doğru hızla kanat çırparak gelir ve herkesin şaşkın bakışları arasında üzüm tanelerini gagalamaya başlar.
İzleyicilerin yerine karar veren küçük kuş kazananı şimdiden ilân etmiş gibidir, kalabalık coşkuyla alkışlarken Zeuksis’in de keyfine diyecek yoktur. Sonra Parrhasios’a yaklaşan Zeuksis, “Şimdi sıra saygıdeğer rakibimin muhteşem eserini görmeye geldi” derken zaferinden son derece emindir. “Saygıdeğer Parrhasios, göster bakalım perdenin arkasında ne var?” Parrhasios “Hiçbir şey” yanıtını verir sakince. İzleyicilerden yükselen uğultuyu bir elini havaya kaldırarak susturan Zeuksis, perdeyi açması için rakibine ısrar eder. “Yapamam, görmüyor musun?” der Parrhasios. “Benim resmim işte bu perde!” Bu kez resme daha dikkatle bakan Zeuksis’in yenildiğini kabul etmesi yalnızca bir an sürer; izleyicilere doğru dönerek yarışmanın sonucunu duyurur herkese: “Kuşkusuz, yarışmayı Parrhasios kazandı! Ben yalnızca küçük bir kuşu kandırdım, Parrhasios ise beni, yani büyük bir ressamı…”
- Gaius Plinius, M.S. 23-79 yılları arasında yaşamış Romalı yazar, doğa bilimci ve felsefeci, “Yaşlı Plinius” olarak bilinir. Trajan döneminde önemli idari görevler alan ve günümüze ulaşan mektupları büyük kaynak değeri taşıyan yeğeni Gaius Plinius ise “Genç Plinius” olarak anılır.
- Historia Naturalis, 37 kitaptan oluşan bir ansiklopedi niteliğindedir. İlk 10 kitabı M.S. 77’de, kalanları Genç Plinius tarafından amcasının M.S. 79’da Vezüv volkan patlamasında yaşamını yitirmesinden sonra yayınlanmıştır. Döneminde, çağının tüm bilgilerini içerdiği kabul edilen olağanüstü bir kaynaktır.
- Christopher Turner, “A Short History of Shadow: An Interview with Victor I. Stoichita”, Cabinet Magazine, Issue 24, 2006/07
- Plinius, resim sanatını ilk olarak Eski Mısırlıların bulduğunu, Yunanlıların çok sonraları onlardan aldığını da söyler.
- “Nymphe”ler yani su perileri onuruna genellikle bir pınar ya da kuyu üstüne kurulan küçük tapınak ya da anıtlar.
- Ancak M.Ö. 7. yüzyılda Antik Yunan resim sanatının büyük ilerleme gösterdiği de doğrudur.
- Resimde gölgeyi gerçeğe uygun resmetmek ancak mekan ve nesnelerin derinlikli gösterimiyle olanaklıdır, bu nedenle perspektif ve gölgenin Batı sanatına girişi neredeyse aynı zamanlardadır. Rönesans öncesindeki resimlerde -nadiren- gölge görülse de, bunlar soluk ve hacimsizdir, daha çok tonlama amacı taşır . Antik Yunan sanatında basit bir perspektif anlayışının izleri görülse de, sonradan unutulan bu tekniğin yeniden ve daha gelişmiş olarak icadı, Rönesans’ı bekleyecektir.
- Burada kastedilen daha çok Uzakdoğu’dur, İslam sanatında gölge ve perspektif kullanımı dinsel kısıtlar nedeniyle hep güdük kalmıştır.