Eda Yılmayan
Cumhuriyetin ölümsüz kadınları
Bilime yön veren Türk kadınlarının yaşam öykülerini yazan Özlem Özdemir, “Kitabı Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında bilimin ışığında ve kadınların ellerinde yükselen bir ülke olmamızı dilediğim için yazdım” diyor.
İlk kadın doktorumuz Hatice Safiye Ali, Sorbonne Üniversitesi’nde doktora yapan ilk kadın kimyager Remziye Hisar, Anıtkabir tamamlandığında Atatürk’ün naaşının Etnoğrafya Müzesi’nden Anıtkabir’e taşınmasında görev alan ilk kadın patalog; Kamile Şevki Mutlu, köy köy dolaşıp hayvanları iyileştiren, kadın olduğu için başta yadırganan daha sonra hayvanların sağlıklarına kavuştuğu görülünce saygı duyulan ilk kadın veteriner Sabire Dalyan Aydemir, fen bilimleri ve matematik dersindeki başarısı nedeniyle okulda adı Madam Curie’ya çıkan ilk kadın astronom Hatice Nüzhet Gökdoğan, erkek voleybol takımının ilk kadın kaptanı ve inşaat mühendisi Sabiha Rıfat Gürayman, ilk kadın fizikçi Belkıs Antel Özdoğan, Atatürk sayesinde doktor olduğunu söyleyen ilk kadın jinekolog Pakize Tarzi, ilk kadın matematik profesörümüz Fatma Selma Soysal, NASA’da çalışan ilk Türk bilim kadını Dilhan Ege Ezer Eryurt ve kız çocuklarının çağdaş, laik eğitim alması için çalışan, Türkiye’de cüzzam hastalığının kökünü kazıyan daha genç kuşakların da tanıdığı Türkan Saylan. Gazeteci Özlem Özdemir bilimin öncü kadınlarını ‘Kadınlar Cumhuriyeti’ kitabında anlatıyor. Cumhuriyet’in 100.yılına bir armağan olarak yazdığı kitabında bundan sonra yetişecek nesillere de kendi topraklarında yetişmiş bilim insanlarını örnek gösteriyor. Özdemir’le kitabında yer alan cumhuriyet kadınlarını konuştuk.
Kitabınızı Cumhuriyet’in 100. yılına armağan ediyorsunuz ve bu topraklarda yetişen, kendi alanlarında öncü olan kadınları anlatıyorsunuz. Neden kadınlar?
Cumhuriyet’in öznesi kadın olduğu için kadınları anlatıyorum. Kitabın alt başlığı “Bilimin Öncü Kadınları.” Atatürk’ün bilime ve kadına verdiği önemi hepimiz biliyoruz. Bu kitabı da, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında bilimin ışığında ve kadınların ellerinde yükselen bir ülke olmamızı dilediğim için yazdım. Çünkü bir kadın olarak özgürlüğümü Atatürk’e borçluyum. Kadın biyografileri aracılığıyla Cumhuriyet’in kadınlar için ne kadar hayati olduğunu anlatmaya çalışıyorum. O kadın öyküleri yaşadıkça Cumhuriyet de yaşayacak... Ayrıca gençlerimizin rol modellerini yabancı ülkelerden bulmalarına hiç gerek olmadığını düşünüyorum. Bizim kadınlarımız o kadar harikalar ki!..
Anlattığınız her bir bilim insanının yaşam öyküsünde Cumhuriyet’in onlara verdiklerini geri ödeme sorumluluğunda olduğunu okuyoruz. Zorluklar yaşasalar da değişimin öncüsü oluyorlar. Pek çoğu yurtdışında araştırmalarına devam etmek, üniversitede kalmak yerine Türkiye’ye geri dönüyor. Nasıl bir sorumluluk duygusu taşıyorlar?
Ülkenin her açıdan gelişmeye muhtaç yıllarında doğan, büyüyen bu nesil onlara verileni geri verme ödevine sahip. Çünkü kimi savaş içinde doğmuş kimi savaşın gölgesinde yaşamış. Çoğunun ya annesi ya babası savaşta ölmüş, işgal altında yaşamanın türlü sıkıntılarıyla boğuşmuşlar. En önemlisi kadınların hiçbir hakkının olmadığı bir dönemin ardından Cumhuriyet sayesinde toplumun içinde erkeklerle eşit şekilde var olmaya başlamışlar. Bütün bunlar nedeniyle, sahip oldukları özgürlük ve onlara bunu sağlayan Cumhuriyet onlar için hazine. Ve o hazinenin korunması gerek. Bir daha başka ülkelerin esiri olmamak için ellerinden gelen her şeyi yapmak istiyorlar. 1950’lerden sonraki nesillerle o ilk nesil arasındaki en büyük fark bu, bize armağan edilen Cumhuriyet biz bir şey yapmasak da hep var olacak sandık. Öyle olmadığını bedelini ödeyerek görüyoruz. Oysa Atatürk hem Nutuk’ta hem Gençliğe Hitabe’de bizi hep uyarmış, fakat unutuldu ve işte bugünlere gelindi...
Kitabınızda yer verdiğiniz tüm bilim kadınlarının ortak özelliği ne?
Tümü Atatürk’e hayran. Her kadının kişisel öyküsü farklı ama mesleklerini yapabilmelerini sağlayan durum aynı: Cumhuriyet’in kurulması! 1930’larda Avrupa’da bile bilimle uğraşan kadın sayısı parmakla gösterilecek kadar azken, Türk kızları dünyanın en iyi üniversitelerinde bilim alanında eğitim alıp Türkiye’de bilimin gelişmesinde öncü rol oynuyorlar, bu müthiş! Her öyküde; o meslekte eğitim görmenin ve sonra o mesleği icra etmenin zorluklarını aktarırken, Cumhuriyet ile birlikte değişen yaşam biçimini ve kadınların nasıl özgürleştiklerini ortaya koymaya çalıştım.
Zorlandığınız, bilgi, belge toplamakta eksik kaldığını düşündüğünüz isimler oldu mu?
Tabii, bilgi olmaması yüzünden hep yazamadığım birileri oluyor. Araştırma aşamasında bilgiye erişim sıkıntısını hep yaşıyorum, arşiv sorunumuz çok büyük. Bu kitapları yazmamdaki en büyük motivasyon kaynağım da aslında bu. En azından benim bu çalışmalarımla, gençlere, kadınlara, araştırmacılara bir arşiv bırakacağım, ona seviniyorum. Bu kadınlar öldüler, evet, ancak ben onları yazarak ölümsüzleştirmeye çalışıyorum çünkü bunu hak ediyorlar...
Madam Curie'den ders alan ilk Türk kimyager
İlk kadın kimyagerimiz Prof. Dr. Remziye Hisar kimyayı seçme nedenini “Fen derslerinde kanunlarda, buluşlarda hep yabancı isimleri görmek beni kahrediyordu. Fen alanında bir tek Türk ismi görememenin ezikliğini bu dalda başarılı olursam giderebilirim sanıyordum” diye açıklıyor. Bu çabası onu Sorbonne Üniversitesi’ne kadar taşıyor ve Sorbonne’dan doktora alan ilk Türk kadını oluyor. O dönem Sorbonne’da Madam Curie da ders veren hocalardan biri. Remziye Hisar, Madam Curie’den ders almış mı? Araştırmalarınız sırasında böyle bir bilgiye rastladınız mı?
Evet, almış! O dönemde Sorbonne’da Georges Urbain, Jean Baptiste Perrin, Madam Curie gibi çok tanınmış bilim insanları ders veriyordu. Bu hocaları tanımak ve onlardan ders almak, Remziye Hanım’a yaşadığı diğer bütün zorlukları unutturuyordu. Okulun ilk günlerinde hocalar kürsüye geldiğinde öğrencilerin ayağa kalkmamasına çok şaşırmış. Öğrenciler bazı hocaların derslerinde kağıttan uçak yapacak kadar rahatlarken Madam Curie ve Charles Fabry’nin derslerini mum gibi dinlerlermiş. Marie Curie’yi dünya tanırken, Remziye Hisar’ı hiç değilse kendi ülkesinde herkes tanımalı diye düşünüyorum.
Literatüre geçen Şevki Metodu
İlk kadın patolog Kamile Şevki Mutlu’nun yaşam öyküsünde ilginç bir ayrıntı var. Atatürk’ün naaşı Anıtkabir tamamlandığında Etnoğrafya Müzesi’nden Anıtkabir’e taşınıyor. Kamile Şevki Mutlu da Ata’nın naaşını inceliyor. “Beni Türk doktorlarına emanet ediniz”diyen bir liderin yanında ilk kadın patoloğumuz var. Kamile Şevki’nin böyle önemli ve tarihi bir görevde yer almasını sağlayan başarıları neler?
Kamile Hanım’ı lisede biyoloji dersine olan ilgisi onu tıp eğitimine yöneltiyor. İstanbul Darülfünunu Haydarpaşa Tıp Fakültesi’nde kaydoluyor, üçüncü sınıftan itibaren patoloji laboratuvarında çalışmaya başlıyor. Lenfoma üzerine bulguları 1928 yılında Darülfünun Tıp Fakültesi Dergisi’nde yayımlanıyor. Doku çizimlerini de çini mürekkebiyle kendisi çizmiş. Bu, bir Türk kadın öğrenci tarafından hazırlanan ilk bilimsel tıp yayını. 1933-1935 yılları arasında fakültesi tarafından Berlin Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Enstitüsü’ne gönderiliyor. Burada otopsi ve mikroskobik tanı çalışmaları yanı sıra böbreküstü bezleriyle ilgili de çalışmalar yapıyor ve yeni bir teknik geliştiriyor. Bu teknik, literatüre “Şevki Metodu” olarak geçti. Döndüğünde Ankara Numune Hastanesinde patoloji uzmanı olarak göreve başlıyor. Ancak hastane başhekimi patolojiye gereken önemi vermiyor. O kadar vermiyor ki, hastanenin otopsi salonu en alt katta ve ölenlerin yakınları otopsi yaparken pencereden onu izleyebiliyormuş. Hatta Kamile Hanım bir gün çarşıdan geçerken “Bu doktor hanım ölüleri kesiyor,” diye parmakla onu gösterdiklerinin üzülerek farkına varmış. Bu gibi olaylardan sonra Autopsia Metodu adlı bir kitap yazarak bir otopsi salonunun nasıl ve nerede düzenlenmesi gerektiğini uzun uzadıya anlatmış. Ayrıca yurt dışındaki eğitim döneminde onunla ilgilenen beyin Atatürk düşmanı olduğunu öğrendiğinde verdiği güçlü tepki ve sonrasında ülkemizde de aynı savunuyu yüksek sesle devam ettirmesi günümüzdeki suskunluğun içinde beni etkiledi.
İlk kadın astronom Hatice Nüzhet Gökdoğan. Kitabınızda Hatice Nüzhet’in NASA’da çalışan ilk Türk bilim insanı Dilhan Ege Eryurt’la fotoğrafı var. TÜBİTAK’ın desteğiyle düzenlenen ilk Ulusal Astronomi Toplantısı’na katılıyorlar. Farklı kuşaktan olsalar da özel bir dostlukları oluyor mu?
Maalesef bu konuda bir bilgiye ulaşamadım ama araştırmalarım sonucunda mesleki açıdan iletişimlerinin sürdüğünü söylemek mümkün.
Onların ve kitabınızda yer alan diğer kadınların yaşamlarını okumak bugün bizim için neden önemli?
Çünkü en başta onlar bize laik Cumhuriyet’in biz kadınlar için ne kadar önemli olduğunu anlatıyorlar. Tümü Atatürk’e hayran. O bizim şansımız! Bunun kıymetini bilmemiz hayati önemde, bu kadınların başardıkları bize bunu gösteriyor. Kitaptaki kadınların bugüne bıraktıkları şey ise, onların açtığı yolda bugün yapabildiklerimizi yapabilmemiz. Onların bizden daha az olanağa sahipken başardıklarına bakarak biz de bizden sonrakilere yol açabileceğimizi unutmayalım. Her şeyi yapmamız mümkün ve bence bunu biraz da onlara borçluyuz. Bütün önyargılara rağmen yılmadan Türk kadınlarının dünyadaki diğer kadınlardan hiçbir eksiği olmadığını ispat eden kitabımın kahramanlarını bilhassa genç kızlar okurlarsa, kendilerinin de isterlerse her şeyi yapabileceklerini görebilirler.
Devletin eğitime desteği sayesinde okudular
İlk kadın matematik profesörümüz Fatma Selma Soysal. Fatma Selma, Mümtaz Soysal’ın da kardeşi. Üniversitede cebir hocası Cahit Arf, Fatma Selma’yı çok destekliyor. Aynı aileden iki başarılı isim çıkıyor. Kitabınızda buna benzer başka örnekler de var. Bu isimlerin çocukluklarına dair dikkatinizi çeken bir ayrıntı oldu mu?
Bunun başlıca nedeni, ailelerinden aldıkları destek ve devletin eğitime verdiği önem olabilir. Böylece aynı aileden birkaç önemli şahsiyetin toplumda yer alması kaçınılmaz. Erkek kardeşini gören kızların da aynı yoldan gitmek istemesi çok normal. Burada da devlet devreye giriyor. Eğitim devlet tarafından desteklendiği için bir ailede erkek çocuğun yaptığı gibi okumak isteyen kız çocukları, aile çok hevesli olmasa bile, devletin olanakları sayesinde okuma şansını yakalamışlar.
"Kadınlar zincirlerinden laik cumhuriyetle kurtuldu"
Son olarak kitabınızda Türkan Saylan’a yer veriyorsunuz. Türkan Saylan Cumhuriyet’in bir kadın devrimi olduğuna inanıyor.
Türkan Saylan, kitaptaki kadınlardan sonraki kuşakta yer alıyor. Ama ben onunla aynı dönemde yaşadım ve bununla gurur duyuyorum. Ne yazık ki adı siyasetle kirletildi, bu beni çok üzüyor. O bir bilim kadını, bu topraklarda cüzzamı bitirmiş, kızlarımızı okutmak için yıllarca çalışmış... Ona yapılanları affetmek mümkün değil ama bir kesim onu belki de bu yüzden yanlış tanıyor. O nedenle bilim kadınlarını yazdığım bir kitapta onun olmamasını düşünemezdim. Cumhuriyet bir kadın devrimidir çünkü yüzyıllardır erkeğin gölgesine hapsedilen kadını kilitli kapılardan, kara çarşafın gölgesinden kurtararak özgürleştirmiştir. Tüm devrimler her bakımdan kadınların zincirlerinden kurtulmasına yönelik kapılar açmıştır. Kadınların erkeğe tabi kılındıkları, erkeğin izni olmadan kapıdan bile çıkamadıkları topraklarda, laik Cumhuriyet sayesinde kadınlar 1926’daki Medeni Kanun ile erkekler ile eşit haklara sahip olmuşlardır. Osmanlı’nın son dönemindeki aydın kadınların mücadelesini elbette yok saymak mümkün değil. Ancak günün sonunda padişahlar kadınlara hiçbir hak tanımamış değil mi? Bu hakları bize veren Atatürk. Bugün haklarımızı bizden almak isteyenler var ama buna razı gelmeyeceğiz.