Oğuz Pancar
Arakne
Bunun üzerine Athena gerçek görüntüsüne bürünür ve genç kıza öfkeyle bağırır, “Nasıl olur da bir ölümlü kendisini tanrılardan üstün görür?”. Arakne’nin söylediklerinden hiç geri adım atmamasıyla daha da öfkelenen Tanrıça onu yarışmaya davet eder. İkisi de kumaşa birer resim dokuyacak, hangisinin daha güzel olduğuna yarışmayı izleyen insanlar karar verecektir.
Kolophonlu(1) İdmon, beyaz dokuma kumaşları alıp onları boyadıktan sonra satan Lidyalı bir tüccardır. Özellikle ürettiği müreks(2) renginin canlılığı ve güzelliğiyle ün yapmıştır. Güzel kızı Arakne’yse iplik eğirme, kumaş dokuma ve nakış işleme konusunda görülmemiş bir yeteneğe sahiptir. Tezgâhında dokuduğu ya da gergefinde işlediği motifler o güne dek benzerine rastlanmamış güzelliktedir; o kadar ki oya ya da nakış yaparken nymph’ler(3) bile ormandan onu seyretmeye gelirler.
Bir gün nymph’ler, “Bu kadar güzel kumaş dokumayı, nakış yapmayı Athena mı öğretti?” diye sorarlar Arakne’ye. Athena, kadınların yaptığı el işlerinin de tanrısıdır zira; sanatlarında ustalaşmış kadınlar bunu Athena’ya borçlu olduklarını söyleyegelmişlerdir hep. Arakne’ninse burnu büyüktür, “Sanatımı hiç kimseden öğrenmedim, Athena’dan da…Ben nakış işlemede herkesten, hatta Tanrıça’dan bile ustayım” diye karşılık verir kibirle.
Yarışma
Arakne’nin sıklıkla ve çekinmeksizin dile getirdiği bu sözler sonunda Athena’nın kulağına kadar gider. Bu nankör kıza bir ders vermeyi düşünen Athena, yaşlı bir kadın kılığına girer ve ölümlüler arasına karışır. İzleyicilerle çevrilmiş tezgâhı başında kumaş dokuyan Arakne’nin yanına gider; bir yandan genç kızın görülmemiş yeteneğini överken, bir yandan da ölümlülerin, dokuma ve işleme sanatlarını tanrılardan öğrendiklerini, bu yüzden de onlara minnettar olmaları gerektiğini söyler. Arakne yeteneği için kimseye minnet duyar gibi değildir, önceki sözlerini yineler yaşlı kadına da. Bunun üzerine Athena gerçek görüntüsüne bürünür bir anda ve genç kıza öfkeyle bağırır, “Nasıl olur da bir ölümlü kendisini tanrılardan üstün görür?”. Arakne’nin söylediklerinden hiç geri adım atmamasıyla daha da öfkelenen Tanrıça onu yarışmaya davet eder. İkisi de kumaşa birer resim dokuyacak, hangisinin daha güzel olduğuna yarışmayı izleyen insanlar karar verecektir.
Athena ve Arakne tezgâhlarının başına geçerler. Athena gözyüzünden bulut, topraktan çimen tutamları çekerek resmini onlarla binbir renkle dokumaya başlar. Olimpos Dağını ve tüm görkemiyle tanrıları resmeder, dalgaları aşan Poseidon, yıldırımlar savuran Zeus ve gökyüzünde kayarak giden Apollon.
Arakne de tanrıları resmeder ama tam tersi bir biçimde, Zeus’u bir kadın avcısı olarak gösterir, Hades’le Persephone’nin ve Dionysos’la Erigone’nin öykülerini de ekler resmine; tanrıları, duygularına söz geçirmekten aciz, kösnül varlıklar olarak betimler eserinde.
Tanrıları en kötü halleriyle resmetmiş olsa bile Arakne’nin çalışması büyüleyicidir, canlı gibidir adeta, tek bir ilmeğinde bile kusur bulunmayan olağanüstü bir resim dokumuştur Arakne. Arakne’nin eserinin daha güzel olduğunu kıskançlıkla farkeden Athena büyük bir hiddete kapılır ve genç kızı acımasız bir kadere mahkum eder.
Örümcek
Arakne herkesin gözleri önünde kocaman bir örümceğe dönüşmeye başlar, elindeki iplik makarası karnındayken, tüm bedeni simsiyah tüylerle kaplanır, yanlarından yeni bacaklar çıkar ve örümcek gözleriyle şaşkınlık ve dehşet içinde Athena’ya bakarken, Tanrıça hükmünü açıklar, “Madem ki benimle boy ölçüşmeye kalkıştın, seni sonsuza kadar dokuma yapmaya mahkum ediyorum ama bir örümcek olarak!”.
Arakne (Arachne) Yunancada “örümcek” demektir, “Araknafobi” olarak adlandırılan “örümcek korkusu” da adını bu sözcükten alır.
Bu eski masal pek çok sanat eserine de esin vermiş doğal olarak. Bunların en bilinenleri arasında, Rubens’in 1636-37 yıllarında yaptığı “Pallas ve Arachne” ile Velázquez’in 1655-58 yıllarına tarihlenen “Dokumacılar” resimleri de yer alıyor. Ancak benim için en ilginç Arakne resmi, Nikolaos Gyzis’e ait olanı.
Gyzis’in 1884’te yaptığı, Art Nouveau tarzındaki “Arachne” resminde Athena ya da yarışmayla ilgili doğrudan bir anıştırma yok, yalnızca bacak bacak üstünde, oturmuş, kolları havada ve büyük bir örümcek ağı ören bir kadın betimleniyor resimde, ancak vurucu olan Arakne’nin yüz ifadesi ve özellikle gözleri. Gözler resmin dışındaki bir noktaya (muhtemelen Athena’ya) çevrilmiş, hakkında verilecek hükmü bekliyormuşcasına, endişeyle bakıyor. Arakne’nin ifadesi, aynı resmin yine 1884’te karakalem olarak yapılmış sürümünde daha da belirgin olarak görülebiliyor. Bu çalışmada Arakne çıplak gösterilmiş; belki de yaşam ve ölüm (örümcek olmaya mahkum olma) arasındaki ince çizgi vurgulanmak istenmiş bu çıplaklıkla.
Yeryüzünde 45 bin değişik örümcek türünün yaşadığı tahmin ediliyor; bunlardan bazılarının muhteşem “eserleri”ni görünce, Arakne’nin sanatını örümcek olarak sürdürdüğüne yemin bile edebilirsiniz…
(1) İzmir Cumaovası yakınlarındaki antik İon kenti, bugünkü Değirmendere köyü.
(2) Antik çağda boyalar, bitki kökleri, mineraller, çiçekler gibi çok farklı maddeler kullanılarak üretilirdi. Üretilmesi en zor renklerden biri “müreks”ti (morun bir tonu). Müreks, bu rengin en çok üretildiği Fenike’nin Tyros liman kentinden dolayı “Tyros Moru” olarak da bilinirdi. Bir tür kabuklu deniz salyangozundan (Murex Trunculus) elde edilen bu mor, yaklaşık 12 bin salyangozdan yalnızca 1,4 kg. boya çıkması nedeniyle çağın en pahalı boyasıdır. Eski çağlar boyunca pek çok toplumda, mor ve eflatun tonlarındaki kumaşları giyme hakkının yalnızca kraliyet ailesinden olanlara verilmiş bir ayrıcalık olmasının nedeni budur.
(3) Nymph: orman veya su perisi.