Tippi Hedren

Geçenlerde bir panelde iklim krizini konuşuyorduk. Konu koyu ve katranlı, ne de olsa ilk kez bir meteor ya da benzeri tesadüfi bir felaketle değil, insanın tüketim alışkanlıkları ve doyumsuzluğu sonucunda gelmekte olan toplu yok oluştan bahsediyoruz. Konuşmacılardan Profesör Dr. Utku Perktaş, iklim krizi meselesindeki en kritik konunun biyoçeşitlilik olduğunu söyleyince, çoğu insanın vahameti anlamadığını anlattı. Figürler ve deneyler anlatıldıkça ortaya çıktı ki böceklerden kuşlara, memelilerden ağaçlara, flora fauna’larımız korkutucu bir hızla ve geri döndürülemez bir şekilde yok oluyor. Bu da bizi Einstein’in meşhur sözüne getiriyor:

Arılar yok olduğu zaman bizler de sonlanacağız.

ORMANLAR KRALI EV KEDİSİ

Tüm bu konuşmalar yapılırken benim zihnimde bir fotoğraf yüzüyordu. Bu karelerde koca bir aslan, ailenin büyükçe sarmanı gibi yatakta yatıyor, havuz başında çocuklarla şakalaşıyor, oyunlar oynuyordu. Yaban hayatının en sinirli devi, ormanların asil kralı bir kadının ev kedisiydi. Afrika’da iki film çekmiş bir aktrisin biricik aslanıyla başlayan yaban hayatı koruma ve kurtarma çabasının bir örneğiydi.

Bugün, Amazon ormanlarını katledip tarım ve hayvancılık için arazi açarken, okyanusların diplerini kazıp maden çıkarmaya hazırlanırken yaşama alanlarını gasp ettiğimiz canlılar tek tek yok olurken tüm canlıların birbirine bağlı olduğunu, bu zincirde bir sineğin önemini unutabiliyoruz. Ama işte Tippi gibileri unutmuyor, hayatını yaban hayatına adıyor. Bunu da artık çok geç denilen bir zamanda değil, iklim krizinin esamisi okunmadığı zamanlarda yapmaya başlıyor. Peki kim bu Tippi diye soracak olursanız, Hitchcock sevenler hemen tanıyacaktır.

TİPPİ: KÜÇÜK KIZ

Bugün 94 yaşında olan Tippi Hedren, 19 Ocak 1930 yılında Minnesota’da dünyaya gelmiş, resmi adı Natalie Kay Hedren olmakla birlikte İsveç kökenli ailesinin ona sürekli “tippi” ya da “küçük kız” demesinden dolayı adı Tippi olarak kalmıştır. 20’sine geldiğinde doğduğu Minnesota’yı geride bırakıp modellik yapmak için New York’a gitti, çok da başarılı oldu. 1950’lerde en önemli dergilerin kapaklarında fotoğrafları yayımlandı, bir reklamcı/aktöre aşık olup evlendi, bir kız çocuğu doğurdu. Ama hiçbir şey istediği gibi gitmiyordu. Dolayısıyla eşinden boşandı, kızını alıp karşı kıyıya, hayaller diyarı Los Angeles’a taşındı. Hayatında hiçbir filmde oynamamış Tippi, tv reklamları ve dergi fotoğraf çekimlerine güvenerek böyle bir şeye cesaret etti ve çok geçmeden hayatını değiştiren teklifi aldı.

HITCHCOCK DAVET ETTİ

Zamanın en ünlü yönetmenlerinden Alfred Hitchcock televizyon izlerken Tippi’nin oynadığı bir gazoz reklamını görüp Tippi’yi MGM stüdyolarına davet etti. Tippi, ünlü film stüdyosuna çağrıldığında hangi yönetmenin kendisiyle görüşmek istediğini bilmiyordu. Tippi tam da Hitchcock’un sevdiği “soğuk sarışın” tipiydi.

İlk tanışmalarında ne filmden ne de rolden bahsettiler. Tippi’nin anlattığı üzere sadece yeme, içme, geziler, hayattan konuştular. O ana kadar hiçbir filmde oynamamış olan 31 yaşındaki manken için Hitchcock 25,000 dolara mal olacak bir deneme filmi çektirdi, Tippi için özel kıyafetler yapıldı, karşısında oynayacak oyuncu New York’tan getirildi, muhteşem bir set kuruldu.

tippi-bird-bw-2.jpg

TİPPİ’Yİ AĞLATAN HEDİYE

Deneme filmi biter bitmez Hitchcock, filmlerinde editörlükten senaristliğe büyük rol oynayan eşi Alma Hitchcock ve Universal Stüdyolarının başındaki Lew Wasserman ile Tippi’yi Hitchcock’ların favori restoranı olan Chassen’s’a davet edip ona çok şık bir hediye verdi: Üç tane altın kuşlu bir broş. Bu şu anlama geliyordu, hayatında hiçbir filmde oynamamış bir kız zamanın en ünlü yönetmeninin çekeceği son filmde başrolü oynayacaktı. Tippi mutluluktan ağlamıştı.

İlk başlarda her şey rüya gibiydi. Haftanın 6 günü Tippi hızlandırılmış sinema kursuna gider gibi Hitchcock’un onun için tasarladığı bir eğitim aldı. O, Tippi’nin sadece oyunculuk koçu değil baba figürü gibiydi. Üç yıl içinde film endüstrisine dair her şeyi Hitchcock’un sayesinde öğrendi. Fakat 1963 yılında Birds (Kuşlar) setine ayak bastığında hayatın hiç de o kadar toz pembe olmadığını gördü.

Hitchcock, Pygmalion’unu yaratırken ona fena halde takmıştı. Sette kimle konuşursa konuşsun gözlerini ondan ayırmıyor, onu takip ettiriyor, her şeyine karışıyordu.

HITCHCOCK’UN TACİZLERİ…

Tippi daha sonraları anlattığı üzere, bir limuzinde onu öpmeye kalkmış, iki kez onunla birlikte olmak için denemede bulunmuştu. Bilindiği üzere Hitchcock bunu Grace Kelly’den Kim Novak’a çoğu başrol oyuncusuna yapıyordu. Günümüzde yaşasaydı “me too” hareketinde kariyerinden olabilir, medyada linç edilirdi ama 50’ler ve 60’larda böyle şeyler olağan karşılanıyor, “tanrı-yönetmen” istediğini yapıyordu.

CEHENNEMİ YAŞATTI

Tippi “yaratıcısı” Hitchcock’u kibar ve korkak bir şekilde geri çevirince hayatı bir cehenneme dönüştü. Kuşlar setinde mekanik kuşlar kullanacaklarını söylemişlerdi öyle olmadı. Tippi’nin üzerine 3 gün boyunca gerçek kuzgunlar ve martılar salınıp saldırtıldı. O kadar ki çekimlerin son gününde Tippi sinir krizi geçirdi. Film bittikten sonra Hitchcock’un bir filminde daha, Marnie’de (1964) oynadı, bir daha da oynatılmadı.

Tippi’yi bir sözleşme ile bağlayan Hitchcock kendisi sayesinde çok ünlü olmuş ve pek çok film teklifi almaya başlamış olan Tippi’yi engelledi. Truffaut gibi ünlü bir yönetmen onunla çalışmak istediğinde yasakladı, “Ya benimle ya hiç” mentalitesiyle yıllarca Tippi’nin önünü kesti. Bu süre zarfında onu takip ettirip telefonlarını dinletti, ona nefes aldırmadı. Tippi ancak kontratı sonlanınca Hitchcock’un yuvasından uçtu.

KONTRAT BİTİNCE KURTULDU

1973’te diplomatik bir şekilde Hitchcock’un çok “sahiplenici” olduğunu ve her şeyini kontrol etmeye çalıştığını itiraf etti. Fakat çok da bir şey söyleyemezdi çünkü Hitchcock yaptığı üzere önünü keser, hiçbir rol almamasını sağlayabilirdi. Tippi, “her şey olduğundan daha da çirkin olmasın” diye sustu ve bu yaşadıklarını ancak 2016 yılında kaleme aldığı biyografisinde anlattı. Şayet bu konuyu merak ediyorsanız, gazeteci Laurence Learner’ın “Hitchcock’un Sarışınları” kitabını inceleyebilirsiniz. Tippi Hitchcock’tan sonra 1967’de Charlie Chaplin’in son filmi dahil yüzlerce filmde rol aldı ama kariyeri hiçbir zaman Hitchcock zamanında olduğu gibi parıldamadı. Ama ben büyük kedilere dönmek istiyorum.

YABAN HAYATINA DESTEK

1969 yılında Tippi ve o zamanki yapımcı/senarist kocası Noel Marshall, Afrika’da çektikleri Satan’s Harvest adlı filmde aslanlarla tanıştılar. Bunun üzerine Marshall aslanları merkezine aldığı bir senaryo yazdı. Filmde Tippi’nin kızı Melanie Griffith dahil tüm çocuklar oynayacaktı. Fakat Hollywood’da istedikleri 30-40 tane “eğitilmiş” büyük kedi bulamıyorlardı. Bir eğitmen onlara şayet aslanlarla çalışmak istiyorsanız onlarla yaşamalısınız deyince “Neil” adını verdikleri bir yavru aslanı evlerine aldılar. Bundan böyle Neil evin kedisi oldu. 1981’de gösterime giren Roar (Kükreme) adını verdikleri film 17 milyon dolara mal oldu, 2 milyon dolar kazandırdı. Bu paralarla 1983’te Tippi kâr amacı gütmeyen yaban hayatındaki canlıları desteklemek için “Roar” isimli bir kuruluş kurdu, Shambala Preserve adını verdikleri bir habitatta aslan ve kaplanların doğal yaşamlarını yaşayabilecekleri bir alan yarattılar. Los Angeles’in 64 km dışındaki bu doğal alan hala onlarca büyük kediye ev sahipliği yapıyor. Bugün Hedren, kızı Melanie Griffith ve torunu Dakota Johnson, aslan ve kaplanlar için büyük bir bütçe ayırıp onların iyi bakılmasını sağlıyorlar. Tippi, yıllardır yaban hayatına dair konuşmalar yapıyor, sivil toplum kuruluşlarıyla paslaşıyor.

Tippi 2017 yılına kadar pek çok filmde rol aldı, hala da rollere açık. Ama şimdilerde onu genelde Melanie ve Dakota’nın yanında kırmızı halılarda görüyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Batu Arşivi