Mutlu Hesapçı
Şehre filmler geldi ve hayatım film oldu!
İstanbul Film Festivali’nde bu yıl kendimden çok şey bulduğum ve içinde ‘Ben de varım’ dediğim bir ulusal yarışma seçkisi ile karşı karşıya kaldım. Bu durum bana iyi geldi çünkü filmden bana kalan duygu eşliğinde hayatımın rejisi üzerinde oynamaya karar verdim. Ne de olsa hayatımın yönetmeni benim ve oyuncuları ise hayatımdakiler… Çünkü içinden film tadında geçen yaşanmışlıklar iz bırakıyor ve beni zenginleştiriyor. Belki de o yüzden bu kadar film izliyorum; hem hayattan kopmak, hem de hayatımı perdede görmek içindir filmlerin içinde kaybolmak ve kendini kaybetmek, kim bilir!
43. İstanbul Film Festivali’nde yerli yabancı çok film izledim. Ulusal yarışma bölümünde on film yarışıyor ve bu yazıyı yayına verdiğim zamanlamayla 5 filme dair yorumlarımı ancak yetiştirebiliyorum. İzlediğim beş film; Son Hasat, Rosinante, Büyük Kuşatma, Suyun Üstü ve Başlangıçlar. Siz bu yazıyı okurken izleyeceğim filmler ise Beraber, Tereddüt Çizgisi, Bildiğin Gibi Değil, 8x8 ve Yurt.
Bu yıl filmlerde öne çıkan tema daha bireysel, öznel ve aile kökenli bir yerden yol alıyor diyebilirim. Bu temadan kastım hepimizin başından geçen ve yabancısı olamayacağımız, bir ucundan bizi de ilgilendiren hikâyeler aslında…
‘Rosinante’ filminin çıkış noktası çok iyi ama hikâyeyi öyle bir sündürüyor ki işte bu noktada etki gücü zayıflıyor. İşten çıkarılan beyaz yakalı Salih’in motosiklet kullanımı ekmek teknesine dönüşürken, karısı Ayşe’nin sabırlı çalışkan duruşuna hayran kalırken, konuşamayan sorunlu bir çocuğun durumu eşliğinde hikâye ilerliyor. Filmdeki en güzel şey Nilay Erdönmez’in oyunculuğu diyebilirim.
‘Suyun Üstü’ suyun üstüne çıkması gereken toplumsal, bireysel, ailevi bütün meseleleri işliyor. Üstelik ‘Mekânsal anlamda kaçacak yeriniz yok’ diyerek bunu tekne üstünde yapıyor. Gazeteci baba karakterimiz adeta kendi teknesinde özgür dünyanın tadını çıkartırken düşüncelerinde özgür olamadığının korkusuyla üstelik ailesiyle son yüzleşmesini yaparak bir hayat muhasebesinin içinde buluyor kendini. Üç kuşak kadınların sorunları filmi kadınlar üzerinden anlatması açısından da çok değerli!
‘Başlangıçlar’ geçmişten koptuğunu zannederek her defasında ‘Yeni hayatımın bu ilk günü’ deme hikâyesi ama bir türlü de kök salamadığını düşünerek kafa karışıklığının özeti. Çünkü tek başına kuramıyorsun ki kendi yaşamını mutlaka birileri eşlik ediyor ve ona göre şekillendiriyorsun hayatını! Her ‘Gidiyorum’ dediğinde aslında çevrendekiler belirliyor o başlangıçlar dediğin yeni başlangıcını… Ahsen Eroğlu su gibisin ve ne güzel oynuyorsun! Her başlangıç başka bir yolun sonu… Konfor alanını terk etmek o kadar da kolay değil ama yerleşmemişsen de bavulları hep toplu duruyor insanın çünkü içindeki huzursuzluk henüz yerleşik düzende değil!
‘Son Hasat’ filminden çıkınca duygumu bilemedim hatta sanırım gölde geçmesi dışında beni etkilememişti. Benim çocukluğum da göl kenarında bir kasabada geçti. Ama sonra ilk kez garip bir şey oldu, zaman geçtikçe film demlendi ve etkisi büyüdü. Düşündükçe filmi sevmeye başladım ve büyülü bir gerçeklik yarattı. Filmin görsel dünyası göz kamaştırıyor, şiir gibi… Az diyalogla hikâyeyi sessiz anlatma başarısı çok etkileyici. İnsanı ‘Bu değişmez’ dediğimiz yerden vurarak şaşırtıyor. Gölde hayatta ve ayakta kalmanın mücadelesi insanı yoruyor, sürüklüyor, değiştiriyor, bedel ödetiyor. Geçim kaygısında olmak insana her şeyi yaptırtıyor ama kahramanımızın son vuruşu akla sığmıyor ve ‘Gerek yoktu’ diye düşünüyorum. Haklıyken haksız duruma düşmemek gerekiyordu sanki…
‘Büyük Kuşatma’ şu ana kadar izlediğim filmler içinde en sevdiğim. Bu filmi ayrıca yazmam ya da ekipten birileriyle röportaj yapmam farz oldu. Ama şunu söyleyebilirim; kalabalıklar içinde yalnızlık, Karun kadar zenginlik içinde mutsuzluk, burjuva dünyası, duygusal fakirliğin dile gelmiş hali, ailene yabancılaşma, sevgi dilenme ve yaşlılıkta yalnızlık gibi o kadar çok güncel, derin meselesi var ki…