Pelin Batu
Ortaçağların Amazonu Akitanyalı Eleanor
Bugün sizleri yine Ortaçağlara götüreceğim- nereden çıktı bu Ortaçağ sevdası diye soracak olursanız, basmakalıp bilgilere, önyargılara, yanlış anlatımlara olan alerjimden diyebilirim. Sanılanın aksine Ortaçağlarda insanlar hayvan gibi yaşamıyor, pislikten dökülmüyor, kokuşmuş etler yemiyor, türlü türlü işkence aletleriyle sadizmi bir spor haline getirmiyordu.
Roma imparatorluğu’nun dokunduğu her yer hamamlarla doluydu, dolayısıyla “barbar” olarak kabul edilen Got, Vandal, Kelt gibi kavimler gelişmiş bir medeniyetin üzerine oturup kendi pagan yaşam biçimlerini şehir hayatına adapte ettiler. Ortaçağ menülerine gelince, Arapların sofraya bademli, narenciyeli katkıları olsun, Akdeniz diyetinin değişmeyen nimetleri olsun, günümüzden çok çok farklı bir yeme içme alışkanlığı yoktu. Kıtlık ve vebalar dönemini tenzih ediyorum tabii. Bugün dünyanın çeşitli urban merkezlerindeki işkence müzelerindeki “yaratıcı” işkence aletlerine gelince, onların çoğu eski sirk kültüründen kalma uydurulmuş şeyler. Yani içi dikenlerle bezenmiş bir Iron Maiden yokmuş, 19. Yüzyılda icat edilmiş.
Tüm bu ortaçağ mitlerini çökertip gerçek tarihe döndüğümüzde, Ortaçağ insanının pek tabii ki kilise hakimiyetinin altında zor hayatlar sürdüğünü söyleyebiliriz. Ama bu dönemi topyekun bir “kara çağ” olarak nitelendirmek haksızlık olur. Zaten Ortaçağda hem manastırların bilgiyi saklayıp çoğaltması, hem iktisadi olarak değişimin başlaması ve şehirlerde bir orta sınıfın yavaş yavaş serfliğin yerini alması (gerçi bu Rusya için değil, kıta Avrupası için geçerli), hem de kadınların yavaş yavaş sarayda ve siyasette, edebiyatta ve bilimde sayıca az olmakla birlikte yer kazanması, Rönesans’ın alt yapısını oluşturdu. Yani ortaçağlar Rönesans’ı doğurdu- gökten zembille bir grup sanatçı, bilimci, patron Floransa’ya inip, beşeri bilimleri doğurmadı. İşte tam da bu noktada ortaçağlara bakışımızı değiştirecek bir kadından, Akitanyalı Eleanor’dan bahsetmek istiyorum.
12 YAŞINDA DUKALIK TİTRİNİ ALIR
O bana göre Ortaçağların en ilginç kişiliklerinden biri. Hem Fransa hem İngiltere Kraliçesi olmuş, akıllı, yaratıcı, adil bir hükümdar. Bugün çoğumuz Eleanor’un ismini bilmiyoruz oysa Batı edebiyatını şekillendiren, troubadour ya da aşık/ozan geleneğinin yayılmasına en büyük katkı sağlayanlardan biri. Ortaçağları araştırdıkça o zamanın aristokrat kadınlarının günümüzdeki pek çok kadından daha çok hakka sahip olduğunu görürüz. Bugün Fransa’nın üçte birine tekabül eden Bordeaux ve Poitiers bölgesinde 1122 yılında dünyaya gelen Eleanor, zamanının Fransız krallığından daha büyük bir bölgeyi yöneten Akitanya Dukası’nın en büyük kızıydı. Erkek kardeşi kısa hükmünden sonra genç yaşta vefat edince, sekiz yaşındaki Eleanor tahtın tek varisi oldu. Çok iyi bir eğitim alır Eleanor-daha 7 yaşında Latince okuyup yazmayı öğrenmiş, matematik ve astronomi dersleri görmüştü. 12 yaşına geldiğinde dukalık titrini aldı, böylece Eleanor çocuk yaşında Avrupa’nın en gözde gelin adayı oluverdi. Babası ölmeden önce Fransız Kralına kızını himayesine almasını rica etti. Frenklerin Kralı VI. Louis de Eleanor’u 17 yaşındaki dindar oğlu Prens Louis ile evlendirerek güçlerine güç kattı, ayrıca kendilerinin egemen olduğu topraklardan daha geniş olan Güneybatı Fransa’yı da krallığına katmış oldu. Gerçi, evlilik sözleşmesinde çok akıllıca bir maddeden dolayı bu devasa topraklara tam olarak da konmuş olmuyordu. Sözleşmenin şartına göre ancak kral ve kraliçenin ilk oğlu Akitanya bölgesinin hükümdarı olabilirdi. O oğul gelene kadar Akitanya, bağımsız bir dukalık olarak kabul edilecekti. Louis ve Eleanor 1137 Temmuzunda Bordeaux’daki Aziz André katedralinde evlendiler.
AŞK VE EVLİLİK YÜRÜR MÜ?
Çeşitli kroniklerden anladığımız üzere Eleanor ve Louis zıt kişiliklere sahipmiş. Eleanor, sanata ve müziğe meraklı, dışa dönük, güçlü bir karakterken Louis, utangaç, dindar, kendi halinde bir kişiymiş. Hatta, babası onu politik emelleri için Eleanor ile evlendirmese manastıra kapanmaya hazırlanıyormuş. Eleanor’a atfedilen meşhur bir cümle durumu özetliyor: “Bir prensle evlendiğimi sanırken, bir rahiple evlenmişim.” Evlendikten 15 gün sonra babası ölen Louis, fiilen VII. Louis olarak Frenk Kralı ilan edilir, böylece Eleanor 15 yaşında Fransa Kraliçesi titrini alır. Sarayda hayat Eleanor’un aşık geleneğini getirmesiyle ters düz olur. Louis’nin annesiyle birlikte muhafazakar kesim homurdanmaya başlamıştır çünkü sarayın harcamaları artmış, ziyafetler, konserler verilmiş, hatta 12. Yüzyılın en önemli aşk metinlerinden Tractatus de Amore et de Amoris Remedio’nun yazarı Andreas Capellanus’a göre sarayda sadece kadınlardan kurulmuş temsili bir mahkeme kurulmuştur- burada, “aşk ve evlilik yürür mü” gibi büyük sorulara cevap aranır. (Eleanor’un mahkemesine göre hayır!).
KADINLARIN KATILDIĞI İLK VE TEK HAÇLI SEFERİ
Tüm bu saray oyunları ve Papalık entrikaları sonunda Katolik Kilisesi Avrupa’nın muktedirini bir haçlı seferine zorlar. 1145 yılında Louis ve maiyeti Papa III. Eugene’i kırmayıp İkinci Haçlı Seferini ilan ederler. Kadınların da katıldığı ilk ve tek haçlı seferi başlıyordur. Eleanor haçlı seferlerine katılmak istemesini vatanperverliğiyle açıklar çünkü Louis’nin ordusuna katılan çok sayıda memleketlisi vardır; Akitanya düşesinin de gitmesi icap ediyordur. Louis de eşinin bu isteğini geri çevirmez. Ama bu seferden sonra kadınların haçlılara katılması yasaklanmıştır. Eleanor, pek çok nedimesini yanına almış, savaş planlarına karışmıştır. Kadınlı erkekli haçlı ordusu önce Konstantiniye’de üç hafta geçirir. 13. Yüzyıl Bizans tarihçisi Nicetas Choniates onu Amazonların kraliçesi Penthesilea ile kıyasladığı içindir ki tarihte pek çok rivayetin önünü açar. (Eleanor ve nedimelerinin sefer sırasında Amazonlar gibi giyinip giyinmediğine dair söylentiler çıkmıştır).
İkinci Haçlı Seferi iki temel unsurdan oluşur. Birinci ordu, Germen Kralı Konrad’ın ordusudur. Germenler, Batı Roma’ya Frenklerden evvel gelmiş, Bizans ordularıyla sürtüşmüş ve Konstantiniye’de çok fazla vakit geçirmeden Anadolu’ya doğru yola koyulmuşlardır. Arkalarından gelen ikinci grup, Louis ve Eleanor’un ordusudur. Bizans İmparatoru Komnenos daha evvelki Haçlı seferlerinin talancı tavrını bildiği için bir taşla iki kuş vurmaya karar verir: amacı Haçlılarla Rum Selçuklu Sultanlığını birbirine kırdırmak, böylece Doğu Roma için tehdit olan iki unsurdan da kurtulmaktır.
BİZANS İMPARATORU’NUN ENTRİKALARI
Hatta kimi tarihçilere göre Komnenos, Selçuklulardan Haçlılara saldırmalarını bizzat istemiştir. Dolayısıyla Komnenos Louis ve Eleanor’a yanlış istihbarat verir. Onlara, kendilerinden önce Anadolu’ya giren Germen Kralı Konrad’ın başarısından bahseder. İkinci Haçlı Seferi ordusu İznik sularına ulaştığında bunun büyük bir yalan olduğu anlayacaktır. Kral Konrad hasta ve aç, ordusu bitap, ölüler ortalarda öylece bırakılmıştır. Komnenos’un oyunu anlaşılmıştır ama geri dönmek için çok geçtir. Haçlı seferi ordusunun yolu Selçuklu birlikleriyle Efes civarında kesişir. Selçuklular saldırıya geçer, Haçlı seferi ordusu çareyi Honaz Dağı’na çıkmakta arar ama büyük kayıp verirler. Kral ve kraliçe kıl payı kaçmayı başarır. Yıllar sonra Honaz Dağı savaşını kaleme alan tarihçilerden Tirli Wilhelm suçu yine kadınlara yükler- kadınların çok fazla eşyası olduğu için haçlı ordusunun hızlı hareket edemediğini yazar. Oysa, Louis’in stratejik hatalarına hiç değinilmez. Çok sayıda haçlı ya kılıçtan geçirilir ya da uçurumdan yuvarlanır. Geriye kalan ordu ikiye bölünür; kimisi karadan güneye kaçar. Louis ve Eleanor ise deniz yoluyla Antakya’ya doğru hareket eder.
Sonunda 24 Temmuz 1148’de haçlı seferinin liderleri Konrad, Louis ve Eleanor İsrail’de buluşup bölgenin ekabirleriyle Acre Konsülünü toplayıp bir savaş planı çıkarmaya çalışırlar. Fakat erkekler ve kadınlar ters düşer. Eleanor ve Kudüs Kraliçesi Melisende’ın ortak planı, önce Halep’i ele geçirip oradan günümüzde Musul bölgesini içine alan Edessa’yı fethetmektir. Zaten Papa’nın ikinci seferi başlatmasının gerekçesi de Edessa’yı , Büyük Selçuklu hanedanının elinden almaktır. Aslında iki kadının planı gayet mantıklıydı. Ama meclisten çok tuhaf bir karar çıkar. Önce Şam’ı almaya karar verirler. Bu başlı başına kötü bir karardır çünkü o dönemde Hristiyanlarla müttefik olan tek yer Şam’dır. Kısacası, Haçlılar ve Selçuklular arasında tarafsız olan bir partiden düşman edinirler. Beklenildiği üzere, sefer başarısızlıkla sonuçlanır. Dördüncü günün sonunda haçlı ordusu çil yavrusu gibi dağılır. II. Haçlı Seferi böylece 1148’de sonlanır. Alfred Duggan’ın belirttiği gibi o tarihlerde dünyanın en iyi şövalyeleri Frenkler olarak bilinirdi, Haçlı seferinin başarısızlığı bu miti çökertir. Başarısız Haçlı seferinin sonunda Eleanor’un evliği de çatırdamıştır. Eleanor Papa’dan boşanma izni ister ve evlilikleri 1152 yılında feshedilir.
FRANSA VE İNGİLTERE KRALİÇESİ OLAN TEK KADIN
30 yaşındaki Eleanor boşandıktan 8 hafta sonra kendinden 11 yaş genç ve yeni boşandığı kocasının en azılı rakibi olan İngiltere Kralı II. Henry ile evlenir. İki kızını kocasına bırakıp çok sevdiği topraklarına döner. Böylelikle Eleanor Fransa ve İngiltere Kraliçesi unvanını taşımış tek kadın olur. Bundan sonraki hayatında Eleanor’un ülkesini çok adil ve diplomatik bir şekilde yönettiği söylenir. Hanedanını sağlama almak için pek çok evlilik antlaşması inşa eder. Bu minvalde 77 yaşındayken Poitiers’den Kastilya’ya yola koyulup Fransa ve İngiltere arasında daimi barış sağlamak için torununu evlendirmek isterken yolda kaçırılmış, pek çok badireyi atlattıktan sonra 1200 yılında İspanya’ya ulaşmış ama hastalanmıştır. 1204 yılında vefat ettiğinde sadece iki çocuğu hayattadır. Kocası Henry ve oğlu Aslan Yürek Richard’ın yanına defnedilir. Bugün hepimiz Aslan Yürek Richard’ı biliyoruz ama annesi Eleanor unutulmuş. Bugün, kendisi gibi İngiltere Kraliçesi olan İngiltereli Eleanor’un doğum günü olduğu için annesi Eleanor’u hatırlatmak, tarihe not düşmek istedim. Bu kadınların hayatlarını okuyunca Ortaçağlara da bakışımız değişiyor, değil mi?