Esin Sungur
Neden bereketi değil zehri konuşuyoruz?
Hayat bazen garip ve irkiltici tesadüflerle dolu… Tam da Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bereketli toprakların asırlık lezzetleri ile ilgili bir yemek üzerinde çalışırken, eski Yunan’da “iki nehrin arası” anlamına gelen Mezopotamya ovası ve “Bereketli Hilal” denilen bölge üzerine okumalar yaparken, dünya tarihine tahılıyla, tarım yapmaya başlamasıyla damga vuran bu yöreden, hem de hemen Fırat’ın kıyısından acı bir haber; altın madeninde geliyorum diye diye yaşanan kaza, yine ölümler, yine ihmal, yine “asrın felaketi” başlıkları…
Oysa iki nehrin arası, hiç böyle insan yapısı felaketlerle anılmayı hak etmiyor. Sadece bizim veya Orta Doğu coğrafyasının değil, dünyanın tarihinde de o kadar önemli bir bölge ki Dicle ile Fırat’ın suladığı bu topraklar. Tarıma geçişin, tahıl ve bakliyat üretiminin ana vatanı her şeyden önce. Bu yönüyle insanlık tarihinde asrın değil, asırların mucizesi olarak anılan bir bölge. Ters U şekli diyebileceğimiz ve bir hilali andırması nedeniyle Bereketli Hilal olarak adlandırılan; Türkiye’nin güneydoğu bölgesini içine alıp Orta Doğu’ya doğru inerek; Irak, Lübnan, Ürdün, Suriye derken İran’a uzanan bu bölge aslında tarihin farklı alanlarda en değerli izlerini saklıyor. Sadece Şanlıurfa yakınlarındaki, Mısır piramitlerinden bile 7500 yıl önce inşa edildiği ortaya çıkan Göbeklitepe bile tek başına bu bölgenin sadece tarihi önemiyle anılmasına yetmeli ama olmuyor… Biz bu bereketli coğrafyada suya, toprağa zehir karıştı mı, karışması mı tartışmasını yapmak zorunda kalıyoruz. Oysa burası tüm gezegende buğday, arpa, mercimek, nohut tarımının ilk yapılmaya başlandığı yerler. Gıda güvenliğinin bu kadar gündemde olduğu, geleceğin göçlerinin su ve gıda krizi nedeniyle yaşanacağının verileriyle anlatıldığı günümüzde Türkiye’nin bu en kıymetli topraklarında mercimeği değil siyanürü, yaşamı değil ölümü, bereketi bolluğu değil zehirlenen toprağı konuşmamız gerçekten akıl almaz, acı verici bir durum.
Mercimeğin doğduğu topraklar…
Düşünsenize, geçenlerde ithalatında gümrük vergisinin Haziran’a kadar sıfırlandığı mercimek, bu topraklarda doğmuş ve mutfağımızın gerçekten de olmazsa olmazı olan bu bakliyat, bizim iç tüketimimize yetecek kadar üretilmiyor artık. Geçen sene 50 bin ton üretilmiş olsa da ihtiyacı karşılamadığı için 35 bin ton ithalat yapılmış. Bereketli Hilal içinde yer alan güzelim topraklarımızda çiftçimiz neden artık mercimek yetiştirmiyor, neden köylüler madenlerde çalışmak zorunda? Bu soruları açık yüreklilikle masaya yatırmak, konunun tüm paydaşlarıyla tartışarak gerçek sorunlara çözüm getiren, ülkenin yararına uzun vadeli politikalar geliştirmek için daha fazla vakit kaybetmeyelim…
Denetim şart
Geçtiğimiz yıl Avrupa’ya ithal edilen balların büyük kısmının saf olmadığı ve içeriğinde farklı maddeler
olması nedeniyle ortaya çıkan tartışma yeni bir düzenleme getirdi. Avrupa Parlamentosu ve Avrupa
Birliği üye ülkeleri, AB’ye ithal edilen balların etiketlerinin artık detaylı içerik ve menşei bilgilerine
sahip olması mecburiyeti getirdi. Türkiye de bölgeye bal ihraç eden ülkelerden biri olduğu için konu
bizi de ilgilendiriyor ve bal ihracatı yapan üreticiler bu düzenlemeye tâbi olacak.
Aslında geçen hafta AB’den coğrafi işaret alan ürünlerden bahsederken de üzerinde durduğumuz
denetim konusu aslında burada da kendini gösteriyor. Gıda ürünlerinde tescil, sürdürülebilir bir
üretim şekli ve özgünlüğü korumada en önemli konu olan denetim; mutlaka daha iyi sistematize
etmemiz gereken konular. Biz genellikle sadece tescili almaya ve bir parça da pazarlamaya
odaklanıyoruz, kontrole ise çoğu kez göz ardı edilen sıkıcı kağıt işi gözüyle bakılıyor.