Milliyetçi Tehditler Nereye Kadar…

Barış Pehlivan gibi cesur kalemler tüm baskı ve tehditlere rağmen gerçekleri konuşmaya ve yazmaya korkusuzca devam ediyorlar. Tehditlerin kaynağıysa hükümet ortağı milliyetçi unsurlar... İddiaların karşısına koyabilecekleri, söylenenleri çürütebilecekleri bir argümanları olsa tehdit yolunu seçmeyecekleri aşikâr... Hakaretler de tehdit söylemlerinin vazgeçilmez eşlikçileri... Onların gözünde itlaf edilmesi gereken haşere sürüsü de olabilirsiniz; önem derecenize göre silahlı, kazıklı, yüzüklü dolgun mesajlara muhatap da olabilirsiniz. Ve maalesef kendileri sahnedeyken hukuk da, adalet de, emniyet de lâl olup sessizliğe bürünüyor.

Temel motivasyonları Türk milliyetçiliği olanların haletiruhiyelerini anlayabilmek için bağlı oldukları hareketin ontolojik köklerine inmemiz gerekiyor. Tarihi süreçte daima bir karşılıklılık arayışında olduklarını görüyoruz. Düşmanı ile var olabilen, gerektiğinde iç ve dış tehdit/düşman uyduran, karşıtlıklardan beslenen, fikir temelinden uzak bir eylemselliğe yaslanıyorlar. Yetmişlerin sol rüzgârlarıyla yelkenlerini şişirip, semirip, görevi ifa ettikten sonra konjonktürel olarak komandoluktan ülkücülüğe evrilmiş olmaları onları var oluş amaçlarından uzaklaştıramıyor. İletişim biçimi olarak hakaret ve tehdit, iş görme usulü olarak da şiddet yöntemleri bünyeden atılamıyor, atılması da istenmiyor. Kendilerini devletin sahibi olarak görmeleri ve devletin bekasını tehdit eden iç/dış tehlikeler ile mücadele edebilmeleri için asık yüzlü bir siyasi üslup benimsemeleri gerektiğine ikna ettikleri bir kitleleri var.

Görevlerini yaptıktan sonra politik strateji itibariyle hapiste tutuldukları 12 Eylül döneminde dahi güçlüler… Agâh Oktay Güner’in, “Fikri iktidarda, kendisi zindanda olan bir heyetiz.” sözlerini unutmayalım. Alparslan Türkeş’in tutukluluk hâlleri, siyasi yasak dönemleri vesaire, tamamen yarattıkları ve kitlelerini ikna ettikleri devlet fikrinin icapları içerisinde olan fedakarlıklar(!)... Benimsedikleri devlet fikri dairesinde yönetmeye yönelik bir motivasyonları yok. İktidar pratikleri yönetsel yetersizliklerinin ispatı niteliğinde... Yaşı itibariyle yaşamamış olanlar veya yirmi yıllık uykudan kâbusla uyanıp nereden nereye gelindiğini hatırlamak isteyenler Devlet Bahçeli’nin, Başbakan Yardımcısı olarak görev aldığı cumhuriyet tarihinin en başarısız hükümetinin evrakı metrukesine bakabilirler. Söylemde şahin olan bugünün milliyetçilerinin yönetimdeyken ne hâllere düştüklerini göreceklerdir.

Devletteki birtakım unsurların da desteğini alarak kendilerine hasrettikleri gücün sarhoşluğuyla raydan çıkarlar. Kanundışılıkları ile nam salmış suç örgütü liderleri ve kabadayılarla sınırsız muhabbet, koşulsuz sevgi ve saygıya dayanan yakın bir bağları vardır. Hatta zaman zaman öyle uyduruk gerekçelerle değil esaslı iddianamelerle suçluluğu kanıtlanmış kimilerinin bırakılmalarıyla ilgili fetva verdikleri bile olur. Ne de olsa kökü eskilere dayanan bir hukuk ve dava birlikteliği söz konusudur. Aklı başında birileri çıkıp da bu davanın neyin davası olduğunu sorgulamaya kalkarsa vay hâllerine... İşte o zaman, meclisten sokağa yayılan hırçın dalgaların hışmından kurtulmak için Barış gibi yüreklerin dirayeti lazımdır.

Yönetmeye yönelik bir motivasyonlarının olmadığını söyledik. İktidar partisinin iktidarda kalma zorunluluğunun(!) bir tezahürü olarak davulun başkasının sırtında olduğu dönemlerde yüklendikleri yardım ve destek rolü ile konforlu alanın dışına çıkmadan güçlü olmaya alıştılar. Yoksa talep ettikleri takdirde üç beş bakanlık verilmeyeceğini kim söyleyebilir? Keza, Erdoğan’ın zaman zaman böyle tekliflerde bulunduğunu ancak karşılık alamadığını biliyoruz. Böylece rasyonel işler yapan devlet adamlarını taşlama, ayrıştırma/kutuplaştırma/düşman yaratma politikası güdenleri de sahiplenme keyfiyetine sahip oluyorlar. Gel gelelim süreç onların muhayyilesindeki gibi işlemiyor, iktidar partisiyle birlikte güçlü olduklarını düşünüyorken birlikte eriyorlar.

Arkalarında daima bir halk desteği vardı, zamanla azalsa da bundan sonra da olacaktır. Bunun nedenlerini sorgulamanın bir gereği yok. Zira Türkiye’ye ve döneme özgü olmayan milliyetçi rüzgârlar, ksenofobik yaklaşımlar, şiddeti temel alan politik üsluplar tarihin her döneminde ve dünyanın her yerinde olmuştur ve olacaktır. Önemli olan; doktrinel altyapısı ve düşünsel derinliği olmayan, eylemselliğe dayanan provokatif hareketlerin ve onların konjonktürel duruşlarının sorgulanması, ifşa edilmesi, halkın gözüne sokulmasıdır. Bu nedenle Barışların kendileri de, yaptıkları da çok kıymetlidir. Cesaretlerinden ötürü kendilerini kutluyorum…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi