Köyde bir bayram tatili

Bayram günlerini kimimiz ailemizle, geleneksel bir bayram kutlamasıyla, kimimiz sıcak havanın tadını çıkarmak, ağır ülke koşullarından bir nebze kaçmak için tatilde geçirdik, geçiriyoruz. Okulların da kapandığı ve tam yaz girişindeki bu tatil döneminde popüler tatil beldelerinden de elbette klasik haberler geldi; trafikten adım atılamadığı, restoranların pahalılığı, Yunan adalarının Ege kıyılarımızdan daha uygun fiyatlı oluşu, milletin sahillere akın etmesiyle vatandaşın denize giremediği gibi…

Ben de bu günlerin bir kısmını gündemden uzak, Çanakkale’nin bir köyünde geçirdim. Gün batınca köyde pek az ışığın göründüğü, dolunayla aydınlanan bahçeler, televizyonsuz geceler, horoz sesiyle 05.25’te uyanılan sabahlar… Bayram olduğu için gençler köye ailelerini ziyarete gelmişti, köy canlıydı. Normal günlerde yaş ortalaması 60-70 olan köy ahalisi ağırlıklı keçi ve koyun sürülerini sabah akşam otlamaya götürüyor. Evlerin çoğunun önünde bahçeler, bostanlar var; sabah akşam çapalama, sulama, ürünlerin toplanması gerekiyor. Haftanın belli günleri pazarda ürünlerini satanlar var. Kimilerinin tarlalarında oldukça kapsamlı çiftçilik yapılıyor. Durmaksızın devam eden, her ne olursa olsun sıcağın alnında, zor koşullarda süren bir yaşam…

whatsapp-image-2024-06-22-at-17-34-27.jpeg

Elbette bizim gibi kentten gidenler için sabah kalktığında bahçeden iki domates, salatalık koparmak, kümesten üç yumurta alıp kendi hayvanının sütüyle yaptığın tereyağında omletini yapmak, yanında kendi peynirin, maydanozun, vişne ağacından toplanmış meyveyle yapılmış reçelin ve bahçedeki kocaman fırında yaptığın ekmeğinle kahvaltını yapmak şahane. Ama köyde yaşayan insanlar sıradan günlerde fazla zaman harcamadan hızlıca, doyurucu bir kahvaltı yapıp işe koyulduklarını söylüyorlar. Bayram günü kahvaltıya davet ettiğimiz köyden dostlar, böyle uzun uzun bir kahvaltı sofrasında oturmanın kendileri için ne kadar değişik ne kadar keyifli bir şey olduğunu özellikle söylediler.

Yani köyün asıl sahipleri, o güzelim doğanın içinde, kendini besleyebilen, bizim kentte kavramsal bir yerden ele alıp sürdürülebilirlik diye sürekli üzerinde durduğumuz konuyu zaten bilfiil yaşayan, atıksız bir hayat sürenler -gerçekten de atıksız, o kadar ki köyde çöp konteynırı yok. Sebze meyve kabukları vb tavuklara atılıyor, kemikler köpekler için, ambalajlı bir şeyler varsa onları da ya kullanıyorlar ya da sadece buradan çıkan çöpü kasabaya giderken alıp atıyorsunuz- köyün tadını çıkarma imkanına sahip değiller. Bu, üzerine düşünüp yazıp çizdiğimiz ve son olarak “köysel dönüşüm” denilen konunun gerçekten de ne kadar önemli olduğunu ve bu sistemdeki çarpıklığı bir kez daha gerçek manada gözler önüne seriyor.

İklim cehennemi ile gıdanın herkes için giderek daha da kritik noktaya geldiği günümüzde üretim sistemlerinin ve köy kavramının mutlaka tekrardan ele alınması gerekiyor. Kentten bakarak köyü romantize etmek yerine gıdayı üreten insanların genelde fiziksel ve maddi olarak zor koşullarda ve hem kendi yaşam alanlarının hem de modern yaşamın birçok nimetinden uzak yaşadığı gerçeğinin değişmesi için daha gerçekçi politikalar üretmek ve bunun üzerinde çalışmak gerekiyor. Ancak böylelikle köyün daha yaşanılası, daha cazip, gençleri çeken bir yer olması sağlanabilir diye düşünüyorum. Aksi halde bir süre sonra köylerde üretim yapan kimseyi bulamayacağız.

İstanbul’un bostanları

Kentler kendini doyurabilir mi? Yine tarım üretimiyle bağlantılı bu soru da hep gündemde. Hem iklim konuları nedeniyle tüm dünyada karbon ayak izini, lojistiği azaltmak, daha taze ürün alabilmek için kentlerin kendi içinde ve civarında belli bir ürün yetiştirmesi, hayvancılık olması önemli, hem de kendi ülkemize gelirsek, deprem bekleyen bir İstanbul’da kent içinde belli miktarda gıda tedariği, o gün geldiğinde kritik olabilir.

İstanbul’un eskiden çok daha yeşil bir kent olduğu, kendine has meyve, sebzeleri olduğu bildiğimiz bir gerçek. Bugün ise, birkaç küçük ülkenin nüfusundan fazla bir nüfusu barındıran İstanbul, o günlerin çok daha gerisinde. Ancak yine de Osmanlı döneminden bu yana devam eden bostancılık geleneği gibi kent iaşesine katkıda bulunan örnekler, büyük şehir belediyesinin şehir sınırları içinde Arnavutköy, Şile gibi ilçelerde çiftçilik yapan ailelere tohum, fide desteği gibi güzel uygulamalar var. Candan Türkkan’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan “İstanbul’u Doyurmak; Gıda İaşesinin Politik Ekonomisi” adlı kitabında Eremya Çelebi Kömürciyan’a atıfta bulunarak, 17.yüzyılda Anadolu yakasında Üsküdar’dan Çamlıca’ya, Kadıköy’den Fenerbahçe’ye uzanan geniş bağ ve bahçeleri vurguluyor. Eski kent kısmında ise, Davutpaşa kapısının arkasında küçük Langa bostanı, Yenikapı’da büyük Langa bostanları, Edirnekapı’dan itibaren ise Bayram Paşa bostanları uzanıyor, o zamanlarda. Kasımpaşa tarafında ise meyve sebze bahçelerinin yanında çiçek tarlalarından söz ediliyor.

whatsapp-image-2024-06-22-at-17-21-38.jpeg

Bu bağ bahçelerin, bostanların pek azı günümüze gelebildi. Fakat yine de bir sembol olması, bir yaşantıyı, bir kültürü ve ihtimali hatırlatması bakımından, iyi ki geldi. Atlas dergisinin son sayısında Yedikule bostanları üzerine Mustafa Türker Erşen’in kaleme aldığı bir rapor var ve süregelmiş bostanlardan Yedikule bostanlarının durumunun iç açıcı olmadığını ortaya koyuyor. Bu bostanlar İstanbul surlarının dibinde, Mevlanakapı ile Yedikule arasında sıkışmış durumda. Üç yıl önce 150 dönümü bulan bostanların bugün 40 dönümlere kadar düştüğü belirtiliyor raporda.

Restorasyonu yapılan surlar kadar, tarihi Yedikule bostanları da sürdürülebilir turizm için çok değerli bir unsur olarak kullanılabilir; buralar tarihi surlara zarar veren yapılardan arındırılarak ve kontrollü ziyaret, üreticiden doğrudan satış yapılarak bostanlar ve bostancılar korunabilir. Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi gönüllüsü, Harvard Üniversitesi’nde Osmanlı tarihi dersleri veren Prof.Cemal Kafadar’ın dergide yer verilen sözlerini paylaşmak gerekir diye düşünüyorum: “… Hiçbir sur taştan ibaret değildir. Surlar her zaman şehrin tamamlayıcı bir parçası olmuştur. Yedikule özelinde baktığımızda ise bostanları ve surları birlikte yaşayan başka bir şehir yok.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Esin Sungur Arşivi