Boray Acar
İmamoğlu’nu Neden Başkan Yapmalıyız…
Pazar gününden sonra “erken genel seçim” gündemimiz olmaz ise -ki olacak gibi görünüyor- 2028’e kadar seçimsiz ve dolayısıyla sandıksız bir süreç yaşayacağız. Bu olağandışı hâl haricinde hafta sonundan sonra seçim konuşmamak adına, çirkefsiz, çamursuz, hilesiz, kavgasız, tekrarsız, herkesin başına geleni olduğu gibi kabullendiği, temiz bir seçim süreci yaşamayı temenni ediyorum.
Bu seçimin en şanslı isminin Ekrem İmamoğlu olduğunu söyleyebiliriz. Güvenilir anket sonuçlarına bakılırsa kazanma ihtimali yüksek... Ancak, “en şanslı isim”den kastım bu değil. Sonuç ne olursa olsun İmamoğlu, CHP’nin potansiyel genel başkanı ve sonraki genel seçimlerde ana muhalefetin Cumhurbaşkanı adayıdır. Sütre gerisinde kalmaması, CHP’nin bitmeyen örgüt içi kavgalarına karşı güçlü olması ve alamet-i farikası olan “Erdoğan’ı mağlup eden politikacı” imajını yitirmemesi için İstanbul seçimlerini kazanması gerekmektedir.
İmamoğlu’na kazandırmak birçok açıdan önemlidir. Öncelikle; kutuplaşmış ülkenin iktidar karşıtı muhalif unsurları, Mayıs seçimlerinde yedikleri darbenin etkisiyle yitirdikleri moral üstünlüğü geri kazanacaklardır. Altılı Masa ittifakındaki kopuşlara rağmen iktidara kaybettirmek, safralardan arınmış daha güçlü ve kararlı bir muhalefet hareketine zemin hazırlayacaktır. Milliyetçi-mukaddesatçı iktidara muhalif olan bloğun siyasi doğasıyla örtüşmeyen ve ayak bağı olan AKP artığı küçük partilerle etnik milliyetçi partilerden ve hizipçi liderlerinden tartışmasız olarak kurtulunacaktır. Altılı Masa dengeleri gereği aynı kareye girmekten kaçınılan sosyalist sol partilerle görüşmek, konuşmak ve ittifak yapmak kolaylaşacaktır.
Böyle bir siyasi tablo için eski ittifak üyeleri kadar büyük bir sorun da CHP içerisindeki ulusalcı unsurlardır. Bu noktada, mitinge gelen Kürt kadına hitaben, “Kendime sordum, ben neden Kürtçe bilmiyorum? En azından ‘Merhaba’ diyecek kadar, hâl hatır soracak kadar… Bunu açıkçası öğrenmeyi de sorumluluk kabul ediyorum...” diyen İmamoğlu’nun ferasetine güvenmek dışında bir seçeneğimiz bulunmamaktadır. Bu arada; Kürt siyasilerin son günlerde bazen zımnen, bazen de alenen yeni bir çözüm süreci hevesiyle Erdoğan’ı işaret eden açıklamalarını anlamak mümkün değildir. Zira “Kürt sorunu benim sorunumdur…” sözde duyarlılığından, “Ne sorunu, neyiniz eksik?” iklimine savrulan ve başat hedefi oy olan Erdoğan pragmatizminden ağızlarının payını bugüne kadar almamışlarsa söyleyecek bir söz de kalmıyor. Arka planda farklı pazarlıklar dönüyorsa onu da biz bilemeyiz. Ancak; yedikleri darbelere rağmen halen böyle bir şeye tevessül etmeleri de büyük aymazlık olur. Kürt siyasetinin duayenlerinin açıklamalarına rağmen İmamoğlu’na giden her oy, Kürt seçmenin tartışmasız irade beyanı, barış iradesi ve Türkiyelileşme göstergesidir.
Tabii tahayyül ettiğimiz tablonun CHP dışındaki tek bileşeni DEM Parti değildir. Birkaç milletvekiliyle mecliste ses getiren, kısıtlı imkânlarına rağmen halka ulaşabilen, ayrıştırmayan ve ötekileştirmeyen, aday belirlerken toplum hassasiyetlerini gözeten kapsayıcı bir siyasi üslup tutturan TİP’i de göz ardı edemeyiz. Ülkenin taşını toprağını işgal etmiş olan sağ zihniyetin düşmanlaştırdığı sol siyasetin bilindiği gibi bir şey olmadığını topluma anlatmak için tutturdukları iletişim dili ve gördükleri karşılık takdire şayandır. Onları desteklemenin diğer bir önemi de, olası AKP’siz günlerin veya Erdoğan sonrası Türkiye’nin balans ayarı için gerekli olmalarıdır. Denetim ve dengenin olmadığı siyasi düzlemin nasıl bir ucubeye evrileceğini anlamak için bugünün Türkiye’sine bakmak yeterlidir.
Hepsinden mühimi, 1 Nisan sabahında İstanbul başta olmak üzere eklenecek yeni kayıplar iktidarın ayağını denk almasını sağlayacak, onları kendilerini ülkenin sahibi olarak görme keyfiyetinden uzaklaştıracaktır. Sebep oldukları çöküşün bedeliyle yüzleşmeleri ve ülke siyasetinin Erdoğan’ın şahsında mündemiç olmadığını anlamaları için İmamoğlu yeniden seçilmelidir.
Önceki sözlerimizin tekerrürüdür; hiçbir seçim, köprüden önceki son çıkış değildir. Demokrasi mücadelesi bir seçime veya bir döneme sıkıştırılamayacak kadar uzun solukludur. Sonuç ne olursa olsun demokrasiye yönelik heyecanımız ve mücadele azmimiz eksilmemelidir…