İleri’den acı bir geçmiş zaman hikayesi

Edebiyatımızın en üretken kalemlerinden biri Selim İleri. 19 yaşında yazdığı ilk öykü kitabı Cumartesi Yalnızlığı’nın ardından bu yıl edebiyatta 55 yılı geride bıraktı. Yakın zamanda yayımlanan son kitabıysa Attila İlhan’ın bir sözünden esinlenerek adını verdiği ‘Yalnız Evler Soğuk Olur’. Anılarla, her zamanki gibi adını ilk kez duyacağımız türlü çeşit çiçeklerle, kokularla, mekânlarla bizleri buluşturan yazar, aynı zamanda geçmişle yüzleşiyor. Türkiye’nin darbelerle geçen siyasal yaşamına da ayna tutan romanda genç ölümlerin acısı Selim İleri’nin satırlarında gün yüzüne çıkıyor. Oktay Rıfat’ın “Ben ki bir suyum çürümüş / Anı kalıntılarıyla bulanık” dizeleriyle kitabına başlayan İleri’yle sevdiği, geçmişe ait izler bulduğu Moda’da buluşup yeni kitabını konuştuk.

selim.jpg
Selim İleri- Eda Köprü Yılmayan

Kitabınızda adeta bir düş görüyorsunuz ve okurları içinde farklı duyguların, kokuların, mekânların hatta hesaplaşmaların olduğu bir dünyaya götürüyorsunuz. Kitabınız için bir geçmiş zaman hikâyesi diyebilir miyiz? Buna katılır mısınız?

Elbette katılıyorum. En yakın zaman 1980’ler. Geriye dönüp baktığınız vakit 1940’lara kadar geri dönüş var. Asıl oluşum dönemi de roman kahramanı olarak benim yetişme zamanıma bakarsak 1950’ler. Bir geçmiş zaman masalı ama acı bir masal.

Diğer kitaplarınızda olduğu gibi kitabınızın ismi de ilgi çekici. Atilla İlhan’la olan bir diyaloğunuz sebebiyle kitabınıza bu ismi verdiğinizi öğrendim. Onu anlatır mısınız?

Sadri Alışık’ı kaybetmiştik hafta sonları her şeye rağmen hep birlikte toplanıyorduk. Ben onların hayatında adeta ailenin bir ferdi gibiydim. Attila Ağabey de İstanbul’a taşınmıştı. Soğuk bir kış günü birlikte otururken Çolpan’ın evi çok güzel ısınmıştı. Bizde de kalorifer iyi yanıyor ama her zaman soğuk dedim. Atilla Bey durdu, dinledi, baktı “Yalnız evler soğuk olur çocuğum” dedi. Çok şaşırmıştım. Bu söz bana çok dokundu. Çok güzel bir söz. Bu romanı yazarken bu olaylara en yakışan sözün bu olduğuna karar verdim.

Anlatımınızda şiirsel, sinematografik bir dil var. Objelerin, çiçeklerin sizin için önemli olduğunu biliyoruz. Selim İleri’nin edebiyatını ne besler?

Her şey besledi. Objeler en önde, mekanlar da. En çok insanlar herhalde. Yaşadığım, tanıdığım, arkadaşlık ettiğim veya kaybettiğim insanlar, insan ilişkileri. Onun dışında okumak ve okuduğum şeylerin etkisi altında kalmak. Ondan hiçbir zaman korkmadım, çalmaktan da korkmadım. Kendime yontarak cümleler bol bol aşırdım, saklamaya gerek yok. Sinema, müzik, sanatların hepsi, bazen başkalarının acıları. Pek sevinçler etkilemedi beni, çok nadir. Çoğu zaman hüzünler etkiledi. Dil ve anlatım konusunda en yararlandığım şey şiir oldu.

Resim var bir de.

Evet resim de var. Kendim resim yapamadım. Ama bütün hayatımda resim peşinde koştum.

Bazı ressamlarla olan dostluklarınızdan söz edip onların size metinlerinizde yazı değil resim yaptığınızı söylediklerini aktarıyorsunuz. Geriye dönüp yazdıklarınıza baktığınızda neler görüyorsunuz? Onlara katılır mısınız?

Ressamların çoğu yakın dostumdu. Beni pohpohlarlardı ama şunu söyleyebilirim: Resim edebiyattan önce hayatıma girdi. Masallar falan vardı ama daha ilkokula yeni başladığımda okula giden yolda bir bodrum katında küçük bir pencereden kocaman tuval, çeşitli boyalar, onun başında bazen bir adam görürdüm. Bir gün beni içeri çağırdı, boyaları gösterdi, sonradan öğrendim ki çok büyük bir ressam, Zeki Faik İzer. Hayatımdaki en büyük anılardan birisi budur. Birkaç defa daha onun evine gittim bana boyaları öğretti. Hem bana gösterdiği yakınlık, beni ciddiye alması orada başlayan bir şey oldu.

Küçük yaşlarda okuma kültürü edindiğinizi ve iyi bir okur olduğunuzu biliyoruz. Selim İleri nasıl bir çocuktu? Muhayyilesi zengin bir çocuk muydu?

Geniş bir muhayyilem vardı. Buraya gelirken köşe başında çok güzel bir ev vardı. Ahşap bir ev, geniş bir bahçe içindeydi. Oradan geçerken hep o eve bakardım. Evde kavga olsa asıl ailemin orada olduğuna inanırdım, hayalimde oraya gidip orada yaşardım. Bir gün anneanneme anlattım, dehşete kapıldı, anneme söylemiş. Babam yakaladı beni, o eve götürdü. Allahtan o evde kimse oturmuyordu. Her şeye rağmen o evde yaşamaya devam ettim. Ev yıkıldığı vakit kendi evim yıkılmış gibi geldi. Adım evde Hayali Küçük Ali’ydi. Hayali Küçük Ali benim kuşağımın en ünlü gölge sanatçısıydı.

“Sonbaharda geçen kitaplar okumak istiyordum, sonbaharı yazmak için” diye yazıyorsunuz. Farklı farklı çiçeklerden metinlerinde bu kadar söz eden bir yazarın en sevdiği mevsim sonbahar mı?

Çok güzel saptamışsınız. En sevdiğim mevsim sonbahar.

Neden, sonbaharda bir hüzün olduğu için mi?

Herhalde melankolinin de tesiri olabilir. Ama çiçeklerin, doğanın tazelenmesi bana canlı gelmedi. Belki kıştan nefret ettiğim için, kışın devamı gibi algıladığım için. Belki sonbahar olmasının sebebinde okuduğum kitapların da etkisi olabilir. Çok erken yaşta 20 yaşıma gelmeden Servet-i Fünûn edebiyatının temel eserlerini okudum. Mesela Mehmet Rauf’un Eylül’ü baştan başa sonbahar olan bir kitap. 16-17 yaşında okumuştum. Kitabın derin bir etkisi altında kalmıştım.

Kitabınızda Aliye Berger’i anlattığınız bir bölüm var. “Carl Berger’i yitirdikten sonra zaman onun için yok!” diye yazıyorsunuz. Sizin için zamanın donduğu, orada kalmak istediğiniz bir an veya dönem var mı?

Aliye Berger kaybetmenin getirdiği acıdan zamanı donduruyor. Benim için böyle bir zaman yok. Hâlâ çok değer verdiğim bazı sevgiler, duygular var ama sayısız yitirdiklerim de var. Şöyle bir şey söyleyebilirim: Yaşadığım hayatın uzaktan olsa dahi siyasal dalgalanmalarını çok şiddetli hisseden bir insan olduğum için bir zaman yok! Onların getirdiği acıdan sarsıldığım için var olanla idare etmek var. Bu kitabı yazmaktaki tek amacım da bu.

yalniz-evler-soguk-olur-everest-yayinlari-selim-ileri-kcm92705620-1-9555e9b81948486e8d09412006a3f2e2.jpg

“TANIDIĞIM EN BÜYÜK ROMANCILARIMIZDAN BİRİ ORHAN KEMAL”

Zaman zaman edebiyatçılara metinlerinde toplumsal meseleleri konu edinmedikleri için eleştiriler yöneltiliyor. Yani Orhan Kemal’in edebiyatta yaptığını yapmayan yazarlara. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Önce Orhan Kemal’den başlamak isterim. Orhan Kemal acaba sadece toplumsal meselelere mi vurgu yaptı? Orhan Kemal tanıdığım en büyük romancılarımızdan biri. Bunu hiç belli etmedi. Büyük bir alçakgönüllülükle geri planda yaşadı. Kendisine tanımak mutluluğuna eriştim. Dünyanın en alçak gönüllü, en zarif insanlarından birisiydi. Kendi değerini hiç fark etmemiş bir adamdı. Onun Küçücük diye bir kitabı var, bir baş yapıttır. Onu sinemaya aktarmayı çok istedim yapamadım, üzüldüğüm bir konudur bu. Bireysel ve toplumsal iç içe geçer. Bence her ikisi de iç içe geçmeli. Sizin kast ettiğiniz kitaplar bireysel mi yoksa günün modalarının peşinde giden şeyler mi? İsim vermeyeceğim bazı şeyleri okuyorum, Türkiye mi dünya mı uzay mı hiç anlamıyorum, insan duygusu hiç taşımıyor. Ama Orhan Kemal’in anlattığı öykülerdeki isimlere baksanız insana bir şey aşılar. Bir ucundan yaşanan toprağa bağlı olmak gerektiğine inanıyorum. Fazla evrensellik bana yakın gelmiyor.

Cüneyt Arkın üzerine bir kitap yazdığınızı söylemiştiniz.

Cüneyt’le arkadaşlığım büyük bir dostlukla başladı. O dostluğu bir yazımla bozan ben oldum. Cüneyt çok kibar bir insan olduğu için hiçbir şey söylemedi, sadece uzaklaştı. 15-20 yıl sonra bir televizyon programında “Selim’i çok özledim, telefonunu bilmiyorum” dedi. O vakit ben aradım onu. Çok az görüştük. 1970 yılında tanıdım Cüneyt’i. O yılları, Türk sinemasını, o atmosferi, o günkü çalışma koşullarını hepsini anlatan bir kitap yazıyorum. Yine aynı temalar, asılan insanlar da var.

Hafıza, mekân, hatırlama sizin edebiyatınızda da yaşamınızda da önemli kavramlar. Ancak hatırlama bir yandan da acıyı getirir. Siz hafızanızı yokladıkça, hatırladıkça ne tür duygular yaşıyorsunuz?

Çocukluktan artık vazgeçtim. Gençlik çağımda yaşadıklarım aklıma geliyor. Kendi hatalarım olduğu kadar toplumsal hatalar toplumsal dalgalanmalar ve bunların neden olduğu şeyler… Bunlar olmasın diye yazıyorum. Aynı ölümler, genç ölümler olmasın arzusuyla bu romanı yazdım. 17 yaşında bir çocuğu öldüren düzen ve o düzenin başı hâlâ önemli görülüyor. Bunların benim açımdan ne kadar yanlış olduğuna dair belge bırakmak istedim.

Haftanın Kitapları

Casuslar İni İstanbul

Şefik Onat

Varlık Yayınları

Casuslar İni İstanbul kitabı 11 Mart 1941 tarihinde Pera Palas Oteli’nde patlayan bombayla başlıyor ve okuru casusların cirit attığı bir döneme götürüyor. II. Dünya Savaşı boyunca dünyanın casus deposu haline gelen İstanbul ve Ankara’da on yedi casusluk örgütü bulunmaktadır. Bir yandan bu casuslar Türk istihbaratı tarafından izlenirken bir yandan da hükümet, savaşa girmemek için ciddi bir diplomasi yürütmektedir. Tüm bunların yanında casusların kol gezdiği Beyoğlu, eğlencenin merkezi konumundadır. Şefik Onat Varlık Yayınları’ndan çıkan kitabında işte bu zorlu tarihsel süreci bir belgesel romanla anlatıyor.

4 Gün 3 Gece

Ayşe Kulin

Everest Yayınları

Ayşe Kulin son kitabı 4 Gün 3 Gece’de yakın Türkiye tarihine ayna tutuyor. Yıl 27 Mayıs 1960. Darbeyle uyanılan bir Türkiye sabahı. Ayşe Kulin okuru işte o sabaha götürüyor, bir apartmanda dört gün boyunca yaşananları anlatıyor.

Ayasofya’da Bir Çığlık

Melih Esen Cengiz

Altın Kitaplar

Ayasofya’da Bir Çığlık farklı kültürleri, dilleri, dinleri bir araya getiren bir kitap. Sultanahmet Camii’nin hocası, Aya Yorgi Kilisesi’nin papazı ve bir Karay Türkü’nün hikayesini, hayal kırıklıklarını, üzüntülerini, sevinçlerini bir arada okuyacağız. Melih Esen Cengiz tarafından yazılan kitap Altın Kitaplar etiketiyle raflarda.

Çocuk ve gençlik kitapları

Her Şeyi Gördüm

Irmak Zileli

Günışığı Kitaplığı

Irmak Zileli’den genç okurları sürükleyecek yeni bir kitap daha. ‘Arkadaşım İçin’ kitabının ardından ‘Her Şeyi Gördüm’ kitabıyla gençlerle buluşan Zileli, şimdi de sessizce tanıklık etmek suça ortak mı olmaktır diye soruyor. Gece yarısı gizlice okul bahçesine giren beş öğrenci arka bahçedeki kuyunun kapağını kaldırıp karanlığa seslenme oyunu oynamaktadır. Ancak bu oyun okulun emektar köpeği Tarçın’ın yaşamına mal olur. Beş gencin iç hesaplaşmalarıyla süren roman, eğitimcilerin, velilerin gerçeği arama telaşıyla daha da büyür. ‘Her Şeyi Gördüm’ Günışığı yayınları etiketiyle raflarda.

Yaz Masalları

Derleyen ve çeviren: Tarık Demirkan

Resimleyen: Feridun Oral

Doğan Kardeş

Yaz Masalları, “Mevsim Masalları” dizisinin önceki kitapları Kış ve Bahar masallarında olduğu gibi, Estonya’dan Japonya’ya, Finlandiya’dan Türkiye’ye, dünyanın dört bir yanından derlenen masallardan oluşuyor. Çalışmanın, emek vermenin, paylaşmanın, dostluğun önemini, doğanın değerini anlatan bu masalları Tarık Demirkan derleyip çevirdi, Feridun Oral resimledi.

Hayalperest

Mark Janssen

Can Yayınları

Aron okuldan eve dönerken dalgın ve endişelidir. Çünkü okulda arkadaşlarıyla büyüyünce ne olmak istediklerini konuşmuşlardır. Aron dışında herkesin büyüyünce ne olacağına dair bir fikri vardır. Aron’la babasının konuşması ise her şeyin yoluna girmesini ve hayallere yer açılmasını sağlar. Hayalperest, Mark Janssen’dan müzisyenlere, illüstratörlere, yazarlara, oyunculara, dansçılara, dünyanın dört bir yanındaki hayalperestlere adadığı bir kitap.

Çok satanlar

1. Rezonans Kanunu: İsteklerin Yönetimi, Pierre Franckh

2. Atomik Alışkanlıklar, James Clear

3. Üç Cisim Problemi, Cixin Liu

4. 4 Gün 3 Gece, Ayşe Kulin

5. Ucuz Romancılar, Murat Menteş

6. İnsanlığımı Yitirirken, Osamu Dazai

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi