Mutlu Hesapçı
Herkesin içinde var böyle bir ‘Hakkı’
Hakkı üzüldüğüm ve değişimine kızamadığım bir karakter oldu. Hakkı gibilerin çok olduğu bir ülkede yaşıyoruz ve hepimiz her an Hakkı gibi bir değişim ve dönüşüm geçirebiliriz. Sistemin yaşatmadığı karakterler bunlar ve hayat adil davranmıyor Hakkı gibilere… İyi ve kendi halinde olan bir adamın bir heykelcik bulmasıyla hayatı tepetaklak oldu. Umudu para oldu, hayalleri para oldu… Kimin olmuyor ki! Hakkı etkileyici bir film, eli yüzü düzgün güzel bir hikâye ve Hakkı’ya hayat veren Bülent Emin Yarar muhteşem oynuyor. Bülent Emin Yarar ile 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali ödülleri belli olmadan hemen önce filme dair konuştum. En İyi Erkek Oyuncu ödülünün adaylarından biri de ‘Hakkı’ rolüyle Bülent Emin Yarar...
Bülent Bey bu proje size nasıl geldi ve kabul etme nedenleriniz neler oldu?
Yönetmenimiz Hikmet Kerem Özcan’ın da arkadaşı Fatih Zenginol, Didem Madak şiirleri seslendirmemi istemişti. İlk önce Hikmet Kerem ile orada tanışmışız, aradan yıllar geçti. “Hatırladın mı beni abi?” diyerek senaryosuyla geldi. Kerem söyleyince hatırladım ve senaryosunu en kısa zamanda okuyacağımı söyledim. Çok sevdim senaryoyu ve içinde olmak istediğimi söyledim.
“Hakkı iyi yazılmış bir karakter”
Oynadığınız karakter o kadar güzel yazılmış ki karakter değişimi inanılmaz ve siz yine o kadar iyi oynuyorsunuz ki çok etkilendim. Hakkı sizin için nasıl bir rol oldu ve Hakkı nasıl bir karakter?
Teşekkür ediyorum. Ben karakterleri genelde biçimlendirmeyi sevmiyorum. Yani bu böyle bir şey, bu böyle bir şey, böyle bir şey… Zaten yazılmış ve senin de dediğin gibi iyi yazılmış bir karakter Hakkı. Sonrasında o süreci, duygusal süreci takip etmek gerekiyor. Ve her insanda var olan bir çıkış yolu arama duygusunu devam ettirmek gerekiyor galiba. Çünkü karakter hiçbir zaman olduğu yerde durmaz, bir sürü katmanlara, hiç düşünemediğimiz katmanlara çıkabilir. Nereye gideceği belli olmaz karakterin. O yüzden hani Hakkı nasıl bir karakter deyince de şöyle bir karakter demek çok zor galiba.
“Her şeyin özü para”
Hakkı aslında çok iyi bir insan ama yoksulluk denilen şey Hakkı gibi bir karakteri bile değiştirebiliyor. Hakkı hiç değişmez derken; değişimini siz nasıl karşıladınız ve ona hak verdiniz mi?
Ben yoksulluğundan ziyade Hakkı ve Hakkı gibilerin hak etmedikleri şekilde yaşamalarının, sistemin yarattığı bir durum olduğunu düşünüyorum. Sistemin ne yazık ki denge bulamamasından kaynaklandığını düşünüyorum. Bu anlamda tabii Hakkı'nın duyguları da -bunu tabii Hakkı yüksek sesle söyleyemiyor belki ama- sistemin getirdiği, ona yüklediği normlarla ilerliyor. Dolayısıyla her şeyin özü para olmuş oluyor.
“Şaşırttığım zamandır güzel olan zaman”
Parayı bulunca Hakkı’nın yüzüne bir gülümseme ve rahatlık yerleşiyor ki burada inanılmaz bir oyunculuk var… Rollere nasıl hazırlanıyorsunuz, Hakkı rolüne hazırlık nasıl oldu?
Bol bol senaryoyu okudum. Hiçbir zaman ezberlemeye çalışmam. İlk önce senaryonun o içindeki okumaya odaklanırım çünkü küçük küçük hikâyeler vardır içinde. Ama tabii bunların altını çizmem, yazmam. İçinde böyle bir şeye bırakırlar ya hamur olsun diye mayaya, mayalanmaya bırakırım kendimi galiba. Ondan sonra fırına atılma zamanı başlar ki o işte kameranın geldiği zamandır, o zaman ne çıkacağını bilmem. Benden ne çıkacağını bilmem, bunu da yönetmenimiz Kerem'e sık söylemişimdir. Sonra o görünce benim de bilmediğim onun da öyle bir şey diye dönüşmesini sağlayıp şaşırttığım zamandır güzel olan zaman. Kendi şaşırmamla başlayan o şaşırttığım zaman gibi hissediyorum. Ama bunu güzel oynadım diye söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın, muhakkak eksiklerimiz vardır, olacaktır. Varsa da bunu hep, her seferinde zaten düzeltme imkânına sahibiz. Bu filmde düzeltemeyiz ama önümüze gelen başka bir şeyde düzeltiriz. Ama ben çok sevdim karakterimi.
“Yoksulluk sistemin bahşettiği bir şey”
Yoksulluk bir kader mi ya da nasıl bir yük?
Deminki sorunun cevabı gibi hissediyorum. Yoksulluk tabii ki bir kader değil, olamaz yani; sistemin bahşettiği bir şey.
“Herkesin yaşadığı duygular var Hakkı'da da”
Çaresizlik insana her şeyi yaptıran bir şey mi? Hakkı’nın durumu bu kadar çaresiz mi? Oğluna yeterli parayı gönderememesi baba Hakkı’yı değiştiren itici güç mü?
Vallahi mutlaka o da vardır içinde. Ama Hakkı’nın öyle bir bacanağı var ki sevgili bacanağı. Bacanağı Hakkı'ya hep üstten bakan bir bacanak, ona göre maddi durumu daha iyi. Ve çaktırmadan Hakkı’ya böyle küçük küçük darbeler ondan da görüyoruz. Hakkı bu darbeleri hissediyor fakat çok umursamıyor aslında. Alçak gönüllü gibi duran ya da işte satışa gittiği zaman olmadık insandan şakalar duyan biri. Biraz ezik de demek istemiyorum ama her şeyi yutan bir eleman. Yutuyor, görüyor ama içine atıyor. Bu hepimizde var olan bir şey. Bir zaman hepimiz bu durumu yaşamışızdır mutlaka. Ben de yaşadım, biliyorum o duyguları, hissediyorum ve herkes yaşıyor. Herkesin yaşadığı duygular var Hakkı'da da. Dolayısıyla bu hepimizde var olan bir şey. Sinema yapmak, sanatla uğraşmak öyle olduğu için çok güzel. Çünkü ilk önce işte Hikmet Kerem kendisiyle yüzleşmek için bu filmi yapıyor. Biz okuduğumuzda biz de kendimize dönüyoruz ve kendimiz ile yüzleşiyoruz. Ve seyirciyle de buluştuğunda seyirci de kendisiyle yüzleşiyor. Kötüler ve iyiler hep var ama herkes kötü olabilir. Belki de herkes kötüdür. Yani iyi kötü kavramının biz çok dengesini bulamıyoruz. Dolayısıyla bu tür filmlerde işte bu yüzleşmeler çok rahat sağlanıyor. Umarım festivaller çoğalır, çoğalıyor da buna tanık oluyoruz. Diğer festivaller de tabii ki tatlanmalı daha da çoğalmalı. Başka türlü insan olmak zor gibi. İnsan kalmak diyeyim ya da.
“Ben oynadığım karakterleri çok sorgulamak istemem”
Bir yerde “Yoksulluk hastalık gibi nesilden nesile geçen bir şey… Çocuklarıma yoksulluk hastalığı bulaşmasın diye kazıyorum” diyen bir Hakkı’ya siz ne kadar hak verdiniz?
Ben galiba oynadığım karakterleri Hakkı ya da bir başkası, çok sorgulamak istemem çalışırken. Hakkı’nın içinden çıkarak söylediğine inandım. Ama tabii bu öyle psikolojik bir şey ki karısını ikna etmek için de yansıyabiliyor. Onu artık seyirci kendi yorumunu yapacak. Rolü yargıladığınız zaman zaten istediğiniz gibi seyirciyi şekillendirmiş oluyorsunuz. Ben ikisinde de varım dediğim zaman herkes kendisi yolu bulacak diye düşünüyorum.
Ev, Hakkı’nın üzerine yıkıldı, yıkılacak diye tetikte izledim, siz o sahnelerde ne hissettiniz? Göçük altında kalma endişesi yaşadınız mı, o sahne nasıl çekildi?
Orada zorluklar yaşandı gerçekten hatta sonrasında iki gözüm birden mikrop kaptı meğer göz değilmiş, cilt bir hasar görmüş neyse sonradan tedavisini yaptık. Çok uzun toprağın içindeydik ama öyle bir atmosferin içinde olmak ayrıca yüreklendiren de bir şeydi. Yani hala heykelle oynaması, Hakkı’nın ona yapışmış olması güzeldi galiba, iyi geldi bana.
“Kendi başıma gelse ne yaparım bilmiyorum”
Hakkı rehberlik yapmak istiyor ama olmuyor, hediyelik eşya satıyor ama satış yok; kendi halinde çıkış bulmaya çalışan bir adamı bu çaresizlik mi define avcılığına dönüştürüyor? Aslında burada sisteme de bir eleştiri var; Hakkı rehberlik yapabilse, hediyelik eşyaları satabilse her şey başka türlü olabilirdi değil mi? Ayrıca oğluna kazı yaparken hayatın, diploman, eşin… Burada derken de sistemin adaletsizliği var.
Ne olurdu bilmiyorum. Hakkı çok güzel satış yapsaydı ve yine de buna rağmen bahçesinde yaptığı bir kazı sırasında bir heykelcik bulsaydı ve o heykelciği yok paraya satıp bir araba parasına satıp ondan sonra arkasından bu heykelciğin kaç milyon dolar ettiğini duysaydı ne yapardı? İyi satış yapsa bile… Ben bilmiyorum ya da bizim başımıza gelse ne yaparız bilmiyorum. Kendi başıma gelse ne yaparım yine bilmiyorum.
“Hep zengin olurduk biz, babam da Hakkı gibiydi sanki”
Çocukken hatırlıyorum kasabada ilkokul arkadaşım vardı, çok fakirlerdi hatta bayramlarda pasta satardı. Sonra birden kasabadan gittiler ve dediler ki; köy evlerinde altın bulmuşlar nitekim zengin oldular ama bu kasaba efsanesi olarak kaldı. Ama yıllar sonra kasabaya zengin olarak döndüler. Böyle hikâyelere inanıyor musunuz ve bildiğiniz var mı?
Valla o kadar çok tarihi eserimiz var ki üstünde tepindiğimiz ya da kazıp bıraktığımız koca koca tarihlerin üstünde oturuyoruz. Galiba bu zaten çok büyük bir zenginlik. Ama tabii her köyde, her yerde, her bölgede altını arayan detektörlü köylüler var. Reha Erdem'ın son filmi Neandria’da aynı şeye temas ediliyor. Benim bu da çok hoşuma gidiyor. Bildiğimiz bütün hikâyeler zaten bu dünyada var olan hikâyeler. Başka bir dünyayı bilmiyoruz. Beslendiğimiz yer de bu dünya ve çeşitli yönetmenler aynı dünyanın içindeki hemen hemen aynı konuları irdeliyorlar. Ama kendi bakışlarıyla, kendi fırça darbeleriyle irdeliyorlar. Ben bir tarihin içinde yattığımız için her şeyin mümkün olduğuna inanıyorum. Bazıları bunu hastalık haline getirebiliyor. Senaryoyu okuduğum sıra babam aklıma geldi. Babam benim maden mühendisiydi. Maden mühendisliği de bir çeşit hastalıktır. Babam da işte aylarca gider ve gelmezdi, hep zengin olurduk biz. Böyle maden bulunur ve zengin oluruz falan diye düşünürdük sonra baş öne eğer gelirdi. Hayatımız hep öyle geçti ve babam da Hakkı gibiydi sanki.
“Kerem çok güzel ince geçişler yapmış”
Hakkı, değişim yaşamadan önce iyi bir insan ve ezik. Bu durumda parasızlık iyi insan olmayı gerektiren ve insanda eziklik yaratan bir şey mi? Bir sahnede bacanağı onu eziklerken birden parlıyor ve başka bir şekle giriyor; çünkü parayı buldu! Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Valla dediğim gibi ben büyük ve keskin geçişler yapmamaya özen gösterdim. Ama tabii ki bacanağının baskısını görüyoruz. Filmin başında bacanağını tavlada yeniyor, ondan sonra tam böyle mutlu oluyor Hakkı ve bacanağını tavlada yendiği için al bakalım şunu koltuğunun altına dediğinde bacanağının ‘Bak senin evinin şurada bir çatlak var’ deyip konuyu değiştirmesiyle yine başaramadığı bir şey çıkıyor. Kerem çok güzel, çok ince geçişler yapmış. Dolayısıyla bence metnin içinde her şey var. Çok kurcalamamak gerekiyor gibi hissediyorum. Hakkı tabii ki değişimler yaşıyor. Değişimler yaşadığı gibi değişimler yaşattırıyor; ailesine de yaşattırıyor, çevresine de yaşattırıyor aslında. Ama bu hırs genetik bir şey artık.
“Herkesin asgari bir eşitlik yaşaması gerekiyor”
Parasız aileyi idare etmek ve mutlu etmek çok zor ama paran varsa da başka zorluklar var. Para mı, huzur mu?
Valla ben tabii ki huzuru seçiyorum. Ama bu demek değil ki insanlar parasız yaşayabilir. Herkesin huzurlu olması gerekiyor. Herkesin asgari bir eşitlik yaşaması gerekiyor. Okulla başlıyorsa, eğitimle başlıyorsa hayat, herkesin eşit şartlarda eğitim alması gerekiyor. Bu şeyler insanın, ne olursa olsun aynı dünya sistemin içinde yaşayan toplulukların en azından bunu becermeleri gerekiyor diye düşünüyorum. Hani sisteme karşı durulmuyor zaten, durulamıyor. Ama o sistemi yaratan enstrümanların da iyi kullanılması gerekiyor. Bizim ülkemizde maalesef bu biraz daha zor, birçok dünya ülkesinde olduğu gibi.
Aslında her şey hayatlarımızda ‘Bir umuttur yaşatır insanı’ diyerek ilerleyen bir hikâye mi? Ve o umuda körü körüne bağlanmak mı? Öyle ki başına yıkılacak bir evin içinde bile umuduna sarılan çaresiz bir Hakkı var ve insanın içini acıtıyor durumu…
Umut tabii ki olacak, olması gereken bir duygu ama Hakkı’daki umut da bir süre yaşadığı için başka bir seyir alıyor bence. Artık inada dönüşüyor sanki. Ve bir süre sonra sanki ölüme gittiğini hissediyor, hissediyor ama vazgeçemiyor. Dolayısıyla Hakkı’nın ve Hakkı gibi birçok insanın böyle yükseldiğini düşünüyorum.
“Ödül almak her zaman zor bir şey gelir bana”
‘En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü alırsanız ne hissedersiniz ve ne konuşma yaparsınız?
Ödül almak da her zaman zor bir şey gelir bana, Kerem yazdı, yönetti ben de canlandırmaya çalıştım. Benim için gerçekten o süreç çok güzel bir süreç. Tabii ki heyecan verici bir şey ödül almak, ödüllendirilmek ama çok bir şey söyleyemiyorum. Ben ödül alınca konuşmayı çok beceremiyorum kimi zaman heyecandan, kimi zaman ne bileyim işte… Bir şey yazıp hazırlamak da istemiyorum, süslü konuşmayı çok sevmiyorum galiba.
Tiyatro oyunları üzerine…
Kaçıncı yıla girdiniz ve hala oynuyor musunuz bilmiyorum ama ‘Profesyonel’ kapalı gişe devam mı ve sonsuzluğa giden oynamanın, başarının sırrı ne? ( Sanırım ben 10 yıl önce izledim sonra tekrar izlemek istedim ama yer bulamadım)
Valla devam ediyoruz 15.sezondayız ve 740 küsur oyun oldu. Ve tabii ki yine kapalı gişe oynuyor oyunumuz ve çok mutluyuz. Biz yaşlandık, yaş aldık ama o oyun henüz genç duruyor. Ve gerçekten zaman zaman oyunu 15 yaşında seyredip tekrar seyrettiğinde 30 yaşında olanlar var. Dediğin gibi bilet bulmak çok zor. Hamlet de aynı şekilde devam ediyor, gerçekten o da kapalı gişe gidiyor, o oyunumuzun ile de 11. sezondayız. Ayrıca DasDas’ta yaptığım ‘Cyrano’ var, o da fena gitmiyor. Başarının sırrı genç kalması, metnin sıcaklığını kaybettirmemek. Tabii ki her oyunda değiştirdiğimiz küçük nüanslar oluyor ama taze ve diri duruyor oyunlar sanırım. Nasıl aynı enerjiyle aynı hikâye devam ediyor, bıkmadınız mı diyenler var. Evet, bıkmadık!
“Dizi döneminde böyle yolda yürüyememe halini o zaman hissetmiştim”
Çok iyi oyuncu olmayı, kendinizi tekrarlamamayı ve popüler kültürün dışında kalmayı nasıl başarıyorsunuz?
Valla bunun için herhangi bir şey yapmadım galiba biraz ana akım kanallardan uzak durdum. Bir dönem çok çalıştım Arka Sıradakiler ile başlayan bir süreçti ve 5 sezon devam etti. Onun üzerine biraz daha böyle irili ufaklı işler geldi. Ama ben bunları yaparken hep tiyatro hayatım devam etti, sinema filmleri çıktıkça da sinema filmleri devam etti. Dizi döneminde böyle yolda yürüyememe halini o zaman hissetmiştim, bu durum uzun zaman devam etti, dizi bitti yine devam etti hatta zaman zaman yine devam ediyor. Hala Kemal Öğretmen diye karşıma çıkanlar var, işte senin sayesinde öğretmen olduk diye güzel bir sözler söyleyenler de var. O proje biraz Ölü Ozanlar Derneği gibi diyerek beni Hamdi Alkan kandırmıştı. Bizim hikâyemiz biraz o film gibiydi, kötü de değildi galiba yani mesaj demeyi sevmiyorum ama bıraktığı etkiden yola çıkarak çok sevildi. Fakat o dönem öyle gezmek çok zordu. Bu nedenle de zamanla ana akım işlerde daha az yer almaya karar verdim ve bunu doğru becerdim diye düşünüyorum. Çünkü şimdi vapura falan binebiliyorum çok rahat, bu da hoşuma gidiyor yani.
“TÜM İRRASYONELLİKLERİ HAKKI’YI İNSAN YAPIYOR”
Hakkı filminin senaristi ve yönetmeni Hikmet Kerem Özcan’a da filmin çıkış noktasını ve Hakkı karakterini sordum.
Hakkı filminin hikâyesi nasıl ortaya çıktı, gerçeklik payı ya da esinlenmesi var gibi duruyor?
Aslında sadece hikâyenin tetikleyici olayı çocukken duyduğum bir olaya dayanıyor. Burada bahçesinde tarihi eser bulan bir ailenin başına oldukça travmatik olaylar geliyordu. Hikâyemin temelini oluşturan kısım bu olay üzerine kuruldu.
Filmin derdi ve duygusu ne? Hakkı’ya hem üzüldüm hem de hak verdim sen neler söylersin?
Filmin derdi ve duygusu aslında izleyici filmden ne anladıysa o. Hakkı’ya ben de üzülüp bazen hak verip bazen de kızabiliyorum. Bence temel olarak tüm irrasyonellikleri onu insan yapıyor ve yaşayan bir karaktere dönüşmesinin de sebebi bu.