Fenike Alfabesi ve Ardılları-I

11111111111111.jpeg“Bu sözünü ettiğim Fenikeliler, Kadmos’un Gephyralı yol arkadaşları, bu ülkeye yerleştikten sonra Yunanistan’a pek çok bilgi getirmişler ve özellikle yazıyı sokmuşlardır ki, ben Yunanlıların bunu daha önce tanıdıklarını sanmıyorum; başlangıçta bu bütün Fenike’de kullanılan harflerdi; sonra zamanla bu işaretlerin okunuşları gibi biçimleri de değişmiştir. O zamanlar bunların çevresindeki ülkelerin çoğunda yaşayanlar İonialıydılar; bunlar Fenike alfabesini almışlar ve biraz değiştirerek kullanmışlardır ve “Fenike yazısı” adını korumakta sakınca görmemişlerdir ki, zaten doğrusu da buydu, çünkü bu harfleri Yunanistan’a Fenikeliler getirmişlerdi. Hatta İonialılar eski geleneğe uyarak bugün de papirüse yazılı kitaplara diphtera ya da deriye yazılı kitap derler, zira eskiden papirüs zarları az bulunduğundan, yazılar koyun ve keçi derisi üzerine yazılırdı. Bugün de birçok barbar, yazı yazmak için deri kullanır.

Kadmosluların harflerini Boiotia Thebai’sinde, İsmenios Apollon’u tapınağında ben de gördüm; üç tane üçayak üzerine kazınmışlardır ve çoğu İonia harflerine benzer.”

Yukarıdaki sözler eski dostumuz Herodot’un V. kitabından; yazdıkları doğru, Yunanlılar alfabeyi İonyalılardan, onlar da Fenikelilerden alırlar.

[Yunanlıların, Dor kavimlerinin istilasına uğradıkları M.Ö. 13. yüzyıla dek kullandıkları farklı yazı türleri de yok değildir ancak Fenikelilerden aldıkları alfabe daha öncekilerden farklıdır ve öğrenmesi kolaydır.]

Yazının ilk kez M.Ö. 4. binyılda Mezopotamya’da Sümerler tarafından kullanıldığını biliyoruz; bundan az bir zaman sonra Mısırlıların da kendilerine özgü ve hiyeroglif adı verilen şekillerden oluşan özgün yazı dizgelerini yarattığını da.

1.gif

2.png
Sam’al Kralı Kilamuwa (bazalt rölyefli dikilitaş), Zincirli Höyük, G. Antep, M.Ö. 9. yy
3.png
Fenike harflerinin okunuş ve kökenleri

Başlangıçta her iki yazı dizgesi de şekillerin, adı geçen nesneye benzerlikleri üzerine kuruludur. Örneğin “yılan” sözcüğü:

Sümer’de :????, Mısır’da: ???? şekilleriyle gösterilir. Her iki şeklin de yılana olan benzerliğine dikkat edin. Zamanla bu sözcükler o nesneyi işaret etmekten çıkıp belli bir sesi ifade etmeye başlar; uyduruyorum, Sümer çivi yazısındaki ???? işareti yılanı değil, adında geçen bir sesi, örneğin “yıl” hecesini anlatır hale gelir ve içinde “yıl” geçen her sözcükteki (yıldırım, yılkı, yılgı vb) bu hece, ???? işareti ile yazıya aktarılır. Görüldüğü gibi her iki yazı dizgesinin de evrimleşmesi giderek basitleşme, daha az işaretle daha çok şeyi ifade edebilme yönünde olmuştur. Bu değişim yazının yaygınlaşması için zorunludur; Eski Mısır’da Orta ve Yeni Krallık dönemlerinde kullanılan hiyeroglif sayısı 5 bini bulmuştur örneğin. Bu yüzden yazma ve okuma yetisi yalnızca çok dar ve ayrıcalıklı bir yazıcılar sınıfının tekelinde kalmıştır uzun yüzyıllar boyunca. Bunu değiştiren, Fenikelilerin, kullanmakta oldukları Akad yazı sisteminde yaptıkları büyük sadeleşmedir.

[Yaklaşık olarak bugünkü Lübnan’ı kaplayan “Fenike”, Sami kökenli bu halkın kullandığı ad değildir, Fenikeliler ülkelerini “Kenan” olarak adlandırmışlardır. "Fenikeli" sözcüğü Eski Yunanca'da "Φοίνικες" (Phoínikes) olarak bilinir. Yunanlılar, Fenikelileri ticaretleri ve denizcilikleri ile tanırlardı. “Phoínikes” sözcüğü muhtemelen Fenikelilerin ünlü mor boyasıyla (Fenike kırmızısı) ilişkilidir, çünkü bu sözcük Eski Yunancada aynı zamanda "mor-kırmızı" anlamına gelir. Daha önceki bir yazımızda geçmişti, antik dünyada mor boya yalnızca Doğu Akdeniz’de yaşayan murex cinsinden bir deniz salyangozunun mukusundan elde edilirdi. Fenike bölgesi çok uzun zaman mor boyanın tek kaynağı olarak kalmıştır.]

Fenikeliler, sayıları o dönem 600-700 civarında olan Sümer-Akad hece yazısı karakterlerini (fonogram) radikal bir değişiklikle 22’ye indirmiştir. Bunu olanaklı kılansa sesli harflerin alfabeden atılması ve yalnızca ünsüz harflerin kullanılmasıdır. Böylelikle çok daha az sayıda simgeyi öğrenerek yazabilme ve okuyabilme insanlık tarihi için bir dönüm noktasıdır. Bu alfabeyle öncesinde yalnızca saray ve büyük tüccarlara hizmet eden yazıcı sınıfının tekelinde olan yazma ve okuma bilgisi daha geniş kitlelerin de kazanabileceği bir yeti durumuna gelmiştir.

Ancak ünsüz bir alfabenin kısıtlarının da olabileceği açıktır; sesli harfler yazıda gösterilmese de bunlar dilde vardır. Bu yüzden okurken ünlü seslerin yazının bağlamına göre tahmin edilmesi gerekir. Örneğin yazıda “hyt” harfleri geçiyorsa bu sözcük “hayat”,”heyet” ya da “hayıt”tan herhangi biri olabilir, hangisi olduğuna cümlenin bütünlüğü içinde karar verilmelidir. Bunun yanılgıya açık olduğunu düşünebilirsiniz ama günümüzde bile, Fenike alfabesinden türemiş olan Arap ve İbrani alfabelerinde birkaç istisna dışında sesli harf bulunmaz, sözcüklerin anlamı yazının bağlamından çıkarsanmak zorundadır. Sessiz harfle birleşecek ünlünün belirtilmesi gerekiyorsa bunun için Arapçada hareke, İbranicede niqqud adı verilen noktalar ve özel işaretler kullanılmak zorundadır.

“Hitit”i ele alalım; bu sözcüğün geçtiği en eski kaynak Tevrat’tır; burada "חִתִּי" (Htt) olarak geçen sözcüğün Hitti/Hatti olduğunu diğer kanıtlardan biliyoruz ancak pek ala “Hatta” ya da “Hutut” olarak da okunabilirdi. Aynı sorun Arap alfabesinin ilk dönemleri için de vardır; Kuran’ın yazıya geçirildiği M.S. 610-634 yılları arasında kullanılan alfabe Kûfî olarak adlandırılır ve bu alfabede nokta ve hareke bulunmaz; dolayısıyla farklı okumalara açıktır. Kuran’a doğru okunuşu gösteren ilk işaretler harflerin üst ya da altına eklenen noktalardır ve M.S. 7. yüzyılın sonlarında Ebu'l-Esved ed-Düeli tarafından geliştirilmiştir. 8. yüzyılın başlarındaysa, Haccâc bin Yusuf'un emriyle harfleri ayırt etmek için daha yöntemli bir nokta ve hareke dizgesinin geliştirmesiyle Arap yazısı aynı-şekilde-anlaşılır hale gelmiştir.

[Kuran’ın yazıya aktarıldığı dönemde hareke ve noktalar kullanılmıyordu; bu yüzden pek çok sözcüğün anlamına peygamberin ölümünden sonra ve sahabenin yorumlarına dayanarak karar verilmiştir. Örneğin eski Arap yazısında “malik” ve “melik” sözcükleri aynı şekilde, (ملك) olarak yazılır; oysaki biri “sahip” diğeri “hükümdar” anlamına gelir (resmi Arapçada “malik” مَالِك, “melik” مَلِك şeklinde yazılır ve yazılışları farklıdır). Yani, Fatiha Suresi'nde geçen "maliki yevmi-d-din" (مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ") ifadesinin “Kıyamet gününün sahibi” mi yoksa “Kıyamet gününün hükümdarı” mı olduğu, yazılışından anlaşılamaz (benimsenen yorum “sahibi”dir).]

Günümüz Arap alfabesinin kaynağı -yine Fenike alfabesinden türeyen- Nebati yazısıdır ve Ürdün’deki Petra civarında gelişen Nebati Krallığı’nda ortaya çıkmıştır. M.Ö. 1 ve M.S. 4. yüzyıllar arasında Sami kavimler tarafından yoğun olarak kullanılan bu yazıdan önce Arapların bir bölümü Hicaz bölgesinde yerleşik Semûd kavmi tarafından geliştirilen yazıyı kullanırdı. Kimi göçebe bedevilerse, adını Suriye’deki Safa Dağı’ndan alan Safai yazı dizgesini benimsemişti. Bunun da öncesindeyse, M.Ö. 8 yüzyıldan bu yana Saba Krallığı ve diğer kavimler tarafından kullanılan Saba yazısı yaygındır Arap Yarımadası’nda.

Haftaya sürdürelim…

4.jpg
Nebati yazısı, M.Ö. 1. yy

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi