Boray Acar
Devlet Fikri…
Allah’tan, zeval vermemesini dilediğimiz devleti doğru tanımlayamamak gibi toplumsal ve tarihi bir sorunumuz var. Veya tanımladığımız devlet ile gerçekte var olan, hayatımızda rolü olan devlet arasındaki kopukluğu yorumlamaktan ve sorgulamaktan aciz olduğumuz da söylenebilir. Milletin örgütlenmiş biçimi, yani doğrudan milletin eseri olan devletin her faaliyeti “millet”e hizmet etmeyebiliyor. Buradaki millet; halk, toplum, kitleler olarak da nitelenebilir ya neyse, millet diyelim manevi hassasiyetler incinmesin…
Bir defa devlet, teoride olması gerektiği gibi eşitlikçi değil!
Ait olduğunuz sınıf, devletin size bakışını belirliyor. Devlet nezdinde iş cinayetlerine kurban giden bir işçi ve onun ailesi ile o işçinin ölüme mahkûm olduğu düzenin patronu ve onun çoluğu, çocuğu, ailesi eşit değil. Bir işçi ölür, patronun vekil tayin ettiği başka bir işçi cezalandırılır. Soma olayında olduğu gibi kamuoyuna mal olan katliam niteliğinde bir acı yaşanmamış ise işin sonuna kadar gidilmez, üç kuruş kan parası her şeyi çözebilir. Orada dahi isyan etme hakkına sahip değilsinizdir. İsyan etmeye kalkarsanız yerlerde tekmelenirsiniz. O tekmeleri atanlar da taltif edilir, ödüllendirilir, ballı maaşlarla atanırlar. İnsani yaşam koşulları sağlanmadığı için itiraz eden işçi, çevik kuvvet ile korkutulur. Milletin güvenliğini sağlamak ile görevli olan unsurlar bir anda milletin kâbusu olur. Üstelik o güvenlik güçlerinin ekmeği ve suyu da zorunlu vergilere mahkûm edilen milletten geliyordur. Vergi afları ile korunan güç unsurlarını koruduklarının farkında olmamaları da toplumsal ve sınıfsal bilinç eksikliği için iyi bir örnektir.
Aynı toplumu oluşturan farklı unsurlar için de devlet farklı anlamlara gelir. İstanbul Moda’da, Karadeniz’in veya Ege’nin herhangi bir ilinde yaşayan çocuk ile Hakkâri kırsalında yaşayan çocuğun devlet fikri arasında dağlar kadar fark vardır. Ve devletin politikası bu farkı yok etmeye değil adeta derinleştirmeye hizmet eder. Doğuştan şanslı(!) olanın başını okşarken coğrafyası kaderi olan bir başkasınınsa sevmesini, sevemiyorsa terk etmesini vazeder. Hadi burada dilinizden, kültürünüzden, değerlerinizden ve kimliğinizden feragat ederek, hülasa kimliksizleşerek kendinize bir yer edinme olasılığınız vardır. Hele bir de azınlık statüsündeyseniz yani Rum, Ermeni veya Yahudi iseniz hayatınız boyunca bitmeyecek milliyetçi bir baskı ortamı sizi bekliyordur. En küçük bir ayrılıkta ırmağının akışına ölecek tipler sarar çevrenizi.
İnanç tarafına hiç girmeyelim. Sözde laik ülkemizde, aidiyetiniz ne olursa olsun -ibadetiniz diyemeyeceğim, zira ona da devlet karar veriyor- “ritüelinizi” Sünni çatı altında yerine getirmeye mecbursunuzdur.
Tanıl Bora’nın “Devlet Fikrinin Adamı, Demirel” kitabından daha önce bahsetmiştim. Tabii Tanıl Bey’in nazik üslubu ile “devlet fikrinin adamlığı” olarak tanımladığı şey –onu doğrulamak gibi bir gayem asla yok– sanki devlet fikrinin esiri olmak gibi bir şey. Eğer devlet adamı olarak kalmak istiyorsanız devlet fikrinin esiri olmak bir zaruret. Tayyip Erdoğan’ın marka iletişimi nasıl yapılıyordu; Milletin adamı… Gerçekten buna yaklaştığı bir dönem de oldu. Tarihi çelişkilerin üstüne gittiği, kırmızı çizgileri geçtiği, toplumun belli kesimlerinin sinir uçlarıyla oynadığı dönemleri inkâr edemeyiz. Dilindeki millet tekrarları zamanla azalırken devlet vurgusu her geçen gün güçlendi. Ve iktidarının serencamında onun da artık “devlet adamı”, “devlet fikrinin adamı” olduğunu görüyoruz. Onu Bahçeli ile buluşturan da bu tavır değişikliğidir.
Devlet adamı için bu bir var olma biçimi, yani hayatta kalmanın, devlet adamı(!) olarak kalmanın yoludur.. Kutsallık zırhına sarılmış devlet fikri, keyfi ve müstebit uygulamaların kalkanı olduğu için devlet adamları(!) eliyle topluma empoze edilir. Peki, ezilen kitleler buna neden itiraz etmez/edemez? Çünkü devlet için kurşun atmanın da, yemenin de kutsanması gerektiği zerk edilmiştir beyinlere. Millet için devlet değil, güçlü devlet için, devletin bekası için gerekirse millet de feda edilir. Zira tarihi bilincimizi ve devlet fikrimizi; -olası tüm alternatifleri yok sayarak- beşikteki bebeğin katlini bile makul görmekten öte kutsamaya motive edilerek örmüşüzdür millet olarak.. Bunu kabullenmeyen ve sorgulayan sınırlı azınlığın mensubu iseniz ne mi olur; ya ev zencisi olursunuz, ya cibilliyetsiz, ya da sürtük…