Bizi Bu Havalar Mahvetmeyebilir

Elon Musk’ı aşırı sıcakta çalışmak zorunda kalmış, bunalmış ter içinde düşünebilir misiniz? Düşünemezsiniz. Keza Bill Gates’i, Rus oligark Roman Abramovich’i ya da tüm diğer şirket sahiplerini de düşünemeyiz. Onlar ki iklim yalıtımlı ve klimalı yaşamlarında sıcakta bunalmaz, soğukta üşümezler. İşi öyle bir yere vardırmışlardır ki kıyamet koparsa diye kendilerine uzayda sığınak dahi yaptırırlar. Utanmaz arlanmazlar, bir başka kıyamete gerek yok ki, onların yarattığı iklim felaketleriyle o kıyameti bizzat her gün yaşıyoruz. Niye mi bu kadar sinirleniyorum? Çünkü birincisi; şirketlerin patronları böyle rahat yaşarken, oralarda çalışan emekçiler kan, ter içinde.

İkincisi sadece kendi çalışanının emek gücünü değil, bütün dünyayı, gezegeni ve artık kainatı sömürme seviyesine geldiler.

Üçüncüsü bütün dünyayı nasıl kirlettikleri kanıta dayalı biçimde ortada; en son The Guardian’ın yaptırdığı “Büyük Karbon Uçurumu” adlı özel bir araştırmanın sonuçlarına göre en zengin yüzde 1, en yoksul yüzde 66'dan daha fazla karbon salınımına neden oluyor. Ama yüzsüzlüğün seviyesi öyle ki, Elon Musk’ın kendisi karbon giderme konulu, teşvik amaçlı ödül de finanse edebiliyor.

Dördüncüsü, bu söz ettiğim araştırmanın “kirletici elit” diye adlandırdığı bu %1, bütün dünyayı kirleterek yaşamlarına rahatça devam ederken, onların yarattığı kirliliğin bedelini, hiçbir savunması olmayan emekçiler, kadınlar, kız çocukları, dünya halkları ödüyor. Rapora göre yüzde 99'luk bu kesimde yer alan bir kişinin, en zenginlerin bir yılda ürettiği kadar karbon üretmesi yaklaşık 1500 yıl alıyor. Ve sadece 100 şirket karbon emisyonlarının %77'sinden sorumlu iken, utanmadan sürekli bireysel önlemleri anlatıyorlar. Kuşkusuz toplumların çevre bilincinin gelişmesi iyidir ama bu yapısallıkta, işi sorunun kökünden uzaklaştırmak dışında neye yarar?

Beşincisi ve en önemlisi bu dev eşitsizlik kişisel değil, sistemsel. Musk gibi aslında zeka seviyesi hiç de iyi olmayanlara garezim yok, asıl mesele onları yaratan bu ekonomi, bu üretim tarzı, kainata bile kendi özel mülkleri gibi davranabilmelerini sağlayan mülkiyet ilişkileri. Oysa gerçek Marks’ın Kapital’de söylediği gibidir: “ Toplumun daha yüksek bir ekonomik biçimi açısından bakılınca, tek tek bireylerin yerküre üzerindeki özel mülkiyeti, bir insanın başka bir insan üzerinde özel sahiplik kurması kadar saçma görünecektir. Bütün bir toplum, bir ulus ya da aynı anda var olan toplumların tümü bile, yerkürenin sahibi değildir”.

Kapitalizmin ürün çeşitliği baş döndürücü olabilir ama gerçekte o yüksek bir üretim biçimi değildir. Bir ürünü daha vardır ki, dünyayı sonraki kuşaklara daha iyi bir durumda devretmemiz gerekirken, yerine dünya savaşlarından da öte yıkım getirecek, gezegenin sonunu getirecektir: iklim felaketleri.

Eskiden “iklim değişimi” derdik, ne güzel ne yumuşak ifade, ufak tefek değişikliklerle mesela deodorant kullanmamakla kurtulacağımızı düşünürdük. Sonra “iklim krizi” ne geçtik, meselenin ozon tabakası değil, çok daha karmaşık olduğunu; sera gazları nedeniyle yerkürenin ısındığını, buzulların eridiğini idrak ettik. Bütün sonuçlarını da; kasırga, sel, kuraklık, sıcak hava dalgaları, orman yangınları, en son pandemilere varan mutant virüslerle, envai çeşit alametle yaşadık, yaşıyoruz. Küresel ısınmanın bu evrimini Seda Yüz ve Pınar Fidan, PES podcastlerinde “Küresel Isınma” bölümünde pek güzel anlatırlar, ağızlarına sağlık. Şüphesiz başka birçok kaynak var ama onlar çözüm için yapılan protokollere nasıl kimsenin uymadığını, bireysel önlemlerin ne anlama geldiğini ve her sene tekrarlanan iklim zirvelerinin ikiyüzlülüğünü de ofansif mizahın gücüyle ele aldıkları için, biraz da gülelim ağlanacak halimize diye buraya bırakıyorum (https://open.spotify.com/episode/4UStKMtCMiOk3BIxnssVy7?si=925cf38c84eb4003)

Çünkü geldiğimiz noktada, bu yazıyı kavurucu sıcakta yazıyorum, birkaç gün önce 1940’lardan bu yana ölçülen en sıcak günü yaşadık. Dünya yandı kavruldu, sıcakla baş etmek için ülkeler önlemler de aldı ama biz AFAD’ın mesajları dışında hiçbir şey göremedik. Bizde yöneticiler köpeklere katliam planlarıyla meşguldü. Geçen sene de en sıcak günü yaşamıştık, yani her sene bir öncekinden daha da sıcak gün yaşıyorsak demek ki artık bambaşka bir felaketten söz ediyoruz. Demek ki, her sene toplanıp toplanıp dağılan iklim zirveleri de bir işe yaramıyor. Ortada Kyoto Protokolü, Paris Anlaşması birçok belge var ama uyan ülke yok. Ülkeler arası eşitsizlik almış başını gitmiş, BM dünyayı en çok kirleten en zengin ülkelerin bunun ceremesini çeken geri bıraktırılmış ülkelere destek vermesini istiyor. Fakat bu ekonomik sistemin kurumları da Musk kadar ikiyüzlü. Yaşayacağımız felaketlere belki ancak pansuman olacak bu önlemlere bile, bu emperyalizm ve eşitsiz gelişme çağında uyulabilir mi? Bir de şu çelişkinin seviyesine bakın; aynı BM, gelişmekte olan ülkelerin aşırı hava koşullarına bağlı ölümlerin yüzde 91'inden sorumlu olduğunu söylüyor.

Durum ortada; bu kadar akıldışı olan bir sistemden kurtulmalıyız. Ha, bu noktada da deniliyor ki, yerküre daha önce de ısındı, soğudu, bunlar doğa olayları, durdurulamaz. Yalan. Bu seferki küresel ısınma; insan eliyle. Yani jeolojik, biyolojik, kimyasal ve gökbilimsel olarak sayılan doğal faktörlerle değil, yapay olarak insan faktörüyle yaşanıyor. Ve ne büyük tesadüf ki, sera gazı artışı da yeni değil, son iki yüzyıldır var ve kapitalizmin doğuşuyla haliyle sanayi devrimiyle eş zamanlı başlamış, bugün bu seviyeye ulaşmış. Peki, bu sanayi, böyle olmak zorunda mıydı? Ormanları yok eden, yer altı kaynaklarını mahveden, suları kirletip, havayı zehirleyen, biyoçeşitliliği azaltıp kuşları uçamaz hale getiren bir sanayiye mecbur değiliz. İşin en korkunç yanı şu ki; o BM belgelerindeki önlemler uygulansa, karbon emisyonu azalsa dahi öyle bir ufka vardık ki, artık bu bile çözüm olacak mı, net değil. Bilim insanları bölünmüş durumda çünkü bir önceki tahminler başka değişkenlerle yapılırken, durmaksızın yükselen ısı ve değişen dengeler bir sonraki aşamada hesaplamaları değiştiriyor. Buyurun işte kapitalizm kabusu; iç içe matruşkalar gibi yeni belalar doğuruyor. Bu yüzden alçak bir ekonomik sistem. Oysa ekonominin yüksek biçimi de var; üretimi ve tüketimi insan ve doğa ihtiyaçlarına göre planlamak, kaynakların akılcı biçimde kullanımı ve yenilenebilir enerjiye geçiş mümkün.

Evet, konu zorlayıcı, kolay bir çözümü yok. Ama bir o kadar da acil ve dünya çapında, üstesinden gelmek zorundayız. Ve gelebiliriz çünkü: “İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar, çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar”. Karl Marks

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gülsüm Kav Arşivi