Gülsüm Kav
New York sokaklarında asıl anlatılması gerekenler
Cumhurbaşkanı’nın BM Genel Kurulu için gittiği ABD’nin New York kentinde, Erdoğan’ın BM’ye reform çağrılarını içeren reklam panolarını taşıyan kamyonlar dolaşıyordu. Ücreti Türkiye’de yaşayan yurttaşlardan toplanan vergilerle ödenen reklamlar… BM’nin reform yapması, dünyada barışı sağlayacak adımlar atması kuşkusuz çok önemli. Peki ya Türkiye’de yapılması gereken reformlar?
Şimdi haberler, 15 yıl önce Münevver Karabulut’u hunharca öldüren, 10 yıl önce cezaevinde intihar eden ve defnedilirken DNA analizi ile kimliği doğrulanan Cem Garipoğlu’num fethikabir kararıyla çalkanıyor.
Narin’in başına ne geldiği hala tam olarak aydınlanmamış iken, onunla ilgili sorduğumuz sorulara aynı derecede skandal olan Garipoğlu soruları ekleniyor.
Sanki hukukla yönetilen bir ülkede değil de gizemli tarikatları, esrarengiz cinayetleri anlatan polisiye bir kurgudayız. Ama inanın, o kurgularda, distopyalarda bile bu derece hukuktan uzak bir toplum bulamazsınız.
Şöyle izah edeyim…
Yıllar önce kısa adı ÇİM olan (Çocuk İzlem Merkezi), cinsel istismara uğrayan çocukların adli süreçlerinin tamamlandığı bir merkezde görev yapıyordum.
ÇİM, cinsel istismar gibi hassaslık gerektiren bir durumda, çocukların fail ile karşılaşmasını ve adli süreçte tekrar tekrar ifade vererek örselenmesini önlemek için tüm adli tarafları (savcı, adli tabip, avukat, bakanlık, pedagog ve devamı) bir araya getiren, tek kapı yöntemiyle çalışan, ülkede olabilen çok az sayıda iyi şeyden biridir.
Tabii, işleyişine uygun çalışırsa.
CEM GARİPOĞLU YAŞIYOR MU?
Orada karşılaştığım çocuk savcılarından biri de Münevver davasında çalışmıştı ve platformumuzu davadan hatırladı. Ki, Münevver Karabulut cinayeti, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun kuruluş sebebidir, ilk takip ettiğimiz davadır. Savcıyla iki satır merhabalaştıktan sonra bana ilk sorusu ne oldu biliyor musunuz?
“Cem Garipoğlu yaşıyor mu sizce”?
Evet, bu soruyu bir savcı sordu.
Münevver’in öldürülmesi en başından itibaren birçok soru doğurmuş, tıpkı Narin’de olduğu gibi, insanlık suçlarına ortak olan, delilleri karartan, faili gizlemeye çalışan bir aileye tanık olmuştuk.
Yıllardır başta acılı Karabulut Ailesi olmak üzere hepimizin bu soruyu sormaya hakkımız vardı ama görevi gerçeği aydınlatmak olan bir savcının hakkı olamazdı. Ben de “Bu soruyu benim size sormam lazım” diye yanıtlamıştım. Daha sonra 15 Temmuz’da o savcı görevden alındı, daha doğrusu çocuk savcılarının çok büyük bir kısmı görevden alındı, ÇİM’in işleyişi bozuldu, bunlar bir yandan ayrı boyutlar ama bir yandan da hukukun nasıl bu hale geldiğinin bir izahı.
15 Temmuz’dan önce de sonra da senelerdir, kesintisiz biçimde her dönem, bütün önemli sistemlerin içini boşaltır, adalet, eğitim, sağlık ve hele ki ekonomi ile oyuncak gibi oynayan iktidarın bizi getirdiği durum budur işte.
Şimdi o mezardan çıkanın Cem olduğu söylendiğinde dahi buna inanılmayacak seviyeye gelindi.
Nitekim geçtiğimiz dönemde, Cem Garipoğlu’nun babasının da fethikabir talep etmesi üzerine, Münevver’in babası Süreyya Karabulut da böyle bir yorum getirmiş, Garipoğlu Ailesinden her şeyin beklenebileceğini söylemişti. Ama şimdi Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı, Karabulut Ailesinin başvurusuna olumlu cevap verdi, avukatlarından öğrendiğimize göre bu haber acılı aileyi de duygulandırmış. Bununla beraber avukat, sağlıklı inceleme yapılması için mezarlıkta tedbir alınması talebinde bulunacağını da söylüyor.
İşte Türkiye gerçekleri.
MEDENİYET SEVİYESİNİ ÖLÇMEK…
Ülkelerin medeniyet seviyesini ölçmek için, ekonomik gelişmişlikten, eşitsizlik endekslerine, eğitim seviyesinden sağlık göstergelerine, hukuk ve demokrasi seviyesinden basın özgürlüğüne, birçok ölçü kullanılıyor. Bizde maalesef milli gelir (GSMH) dışında hepsinde berbat durumdayız. Milli gelir ise artıyor ama o da o geliri asıl üreten; emekçilerle paylaşılması gerekirken şirketler tarafından anında hortumlanıyor.
New York sokaklarında hava atıyoruz ama boyumuzu ölçen bu ölçeklerde durum vahim.
Daha ötesi bu ölçeklerden de önemli başka bir gerçek var:
Bir ülkede insanlık onuru, çocuklara ve ileri yaşlılara nasıl davrandığı ile de anlaşılır.
Bizim çocuklarımız, öldürülmeyip okula gidebiliyorsa, o çöp içinde okullarda, aç karna öğrenmeye çalışıyorlar. Maarif Modeline uygun, içi din bilgisi ve maneviyattan geçilmeyen, o ders kitaplarında “temizlik imandan gelir” yazmıyor mu acaba?
Çocuklara bir kap yemek vermeyip zorunlu tuttukları bu kitapları verenler (bu hafta bu kitapları kullanmayan özel okullara soruşturma açtılar) dalga geçer gibi günde 3 liraya denk düşen para yardımı yapmakla övünüyor. Bu parayla ayda en fazla iki tane sucuklu tost yenilebilir iken, yönetenlerin mangalda sucuk partisini gözümüze sokmalarının ne anlama geldiğini çok önemsedikleri o kitaplar yazıyor mudur?
Çocukların yetersiz beslenme nedeniyle başlayan sağlık sorunlarına bir de salgın hastalıkların eklenmesine hangi değerler sistemi izin verebilir?
AÇLIK GERÇEĞİ
Yalancı TÜİK’e göre bile ülkedeki çocukların yarısı sebze meyve yiyemiyor. Et, tavuk, balık tüketebilenler ise sadece yüzde 12,7 imiş.
Bu berbat ekonomiden şirketler ve ülkeyi onlar namına yönetenler dışında etkilenmeyen yok ama neredeyse on çocuktan sadece bir tanesinin et ile tanışabildiğini, üç çocuktan birisinin aç yaşadığını düşününce en çok onları korumamız gerektiği ortaya çıkıyor.
İŞÇİ ÇOCUKLAR
Başka bir gösterge de çocukların işgücüne katılım oranlarındaki artış:
Giderek artan bu oran erkek çocuklarda yüzde 32,2, kız çocuklarında yüzde 11,5 olmuş. Kız çocuklarında oranın daha düşük olması da yanıltmasın; onlar minicik elleriyle evlerde, hanenin yükünü taşıyan kadınlarla birlikte kim bilir ne görünmez emekler veriyor, çalışıyorlar.
Resmen kapitalizmin kuruluş dönemindeki vahşi koşullara dönmüş gibiyiz; insanlık tarihinde en son o dönemde çocuk emeği sömürüsü ve yetersiz beslenme koşulları nedeniyle nesillerin sağlıklarının ve bedensel yapısının bozulmaya başladığı gözlemlenmişti. Ardından da emekçilerin örgütlü mücadelesiyle tarihte bir sosyal devlet olgusu başladı, haklarımızı kazandık. Şimdi tarihi ta bu noktaya kadar geri çevirmek istiyorlar.
KÖLELİK ÇAĞINA MI DÖNÜYORUZ?
Sosyal hakların tarih sahnesine çıkmadığı devire, köleliğe dönsek rahatlayacaklar.
Orta Vadeli Plan’ın (OVP) tasarladığı dünya başka nasıl açıklanır?
Planın eğitimden nasıl tasarruf yapmaya çalıştığını ve bunun vereceği zararları, ayrılan bütçeyi kalem kalem ele alan köşe yazılarıyla Alaaddin Dinçer Hocamız, ayrıntılarıyla anlatıyor kaç haftadır Gazete Pencere’de. Küçüklere verilen zarar yetmezmiş gibi, aynı OVP, büyüklerimizin; emeklilerimizin de maaşına göz dikiyor. Açlık sınırının iki kat altında yaşatıp çalışmaya mecbur bırakılan emeklilerin, olmayan maaşlarından sigorta kesintisi yapılacakmış.
Özelleştirmedikleri bir emeklilik sistemi kalmıştı, onu da özelleştirmenin, çalışanların kıdem tazminatı güvencesini de ortadan kaldırmanın planını yapmışlar. Türk-İş başkanını bile sokağa çıkartan bu kölelik sistemi planlarının da New York sokaklarında anlatılmasını beklerdik ama maalesef tam da bu günlerde şehrin belediye başkanı yolsuzlukla suçlandı.
Şehirlerin caddelerinde, sokaklarında ve her yerde asıl anlatılması gereken ise eğitimde ve tüm temel hizmetlerde tam kamulaştırma, tam istihdam ve emekliler dahil olmak üzere herkesin sucuk yiyebildiği refah sınırında ücretlerdir.