Boray Acar
23 Yılın Sonunda AKP…
Türkiye toplumunun istikrarsız koalisyon hükümetlerinden ve dönemin siyasi figürlerinden bıktığı, hükümet krizlerinin vaka-i adiyeden sayıldığı, halkın 1999 depreminin tetiklediği ekonomik krizin altında ezildiği ve “yeni”ye yönelik toplumsal beklentilerin tavan yaptığı bir dönemde AKP kuruldu. İBB Başkanlığı döneminde parlayan ve şiir okuduğu için haksız yere mahkûm edilen Erdoğan’ın mağduriyet hikâyesi ve toplum vasatını temsil vazifesini -milletin adamı- imajıyla üstlenmesi, AKP’ye olan alakayı artırdı.
AKP’nin şanslı olduğu konulardan bir diğeri de IMF’nin dayattığı ekonomik programın ve yapısal reformların üstüne oturmuş olmasıydı. Programın disiplinle uygulanmasıyla, ilk on yılda kişi başı milli gelir 3000 dolarlardan 12.000 dolarlara çıktı. Takip eden 10 yıl için konan 2023 hedefleri gerçekleştirilemeyecek, ülke ekonomisi manipüle edilmiş(!) verilerle dahi geriye gidecekti. İlk on yılın kredisi sayesinde Erdoğan, toplumda güçlü lider, büyük kurtarıcı olarak algılandı. Sağ eğilimli ve güce biat eden toplum geneli bu tasarrufunu seçimlere de yansıttı ve AKP girdiği her seçimi kazandı. Bu görece başarı, ileriki yıllarda toplumla bağını zayıflatacak sevimsiz bir kibre dönüşecekti.
Avrupa Birliği hayali, dış sermayeye ve geniş kesimlere ulaşma gereksinimleri, Erdoğan ve çevresini Milli Görüş kimliğinden uzaklaştıran faktörlerdendi. Dünyanın kabul ettiği bir lider ve iç siyasette tüm kesimlerin teveccühünü kazanacak bir parti olabilmek için Milli Görüş gömleğini çıkarmak -öyle görünmek- gerekiyordu, yaptılar... Ancak giydikleri yeni giysi kendilerine bol gelecek, dillerine doladıkları demokrasi ayak bağına dönüşecekti. Bize nasip oldu dedikleri AB süreci akim kalacak, Şangay İşbirliği Örgütü gibi alternatif kuruluşların kapıları çalınacak, ismini kadim kentimizden alan İstanbul Sözleşmesi’nden ise Meclis iradesi hiçe sayılarak tek adam inisiyatifiyle çıkılacaktı.
AKP başlangıçta bir kadro hareketi idi. Milli Görüş geleneğinden gelen -bugünlere nispeten- liyakat sahibi siyasetçilerin Tayyip Erdoğan’ın çevresinde toplanması ile kurulmuştu. Tayyip Erdoğan zaman içinde birlikte yola çıktığı arkadaşlarının tamamını tasfiye etti, istişare meclislerini dağıttı ve karar mekanizmasını kendisine bağlayarak “indir parmak, kaldır parmak..” esasına göre işleyen kendi düzenini kurdu. Bu düzende liyakatli siyasilere, teknokratlara falan gerek yoktu. Kurduğu yeni rejim Erdoğan’ın bu stratejisini tahkim etti, artık ülkeyi söz dinleyen bir atanmışlar ordusu yönetiyordu. Yeni liyakat ölçüsü “söz dinlemek” olunca TÜİK, Merkez Bankası gibi kurumların içi boşaltıldı ve kurumlar tüm güvenilirliklerini yitirdiler. En vahim çürüme ise adalet mekanizmasında yaşandı. 23 yılın sonunda, Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayarak Anayasa’yı çiğneyen bir iktidar tarafından yönetilir hâle geldik.
Bir çevre hassasiyeti sonucu başlayan Gezi olayları AKP iktidarı için bir dönüm noktası idi. Gezi olaylarına kadar kısmen anlayışlı ve uzlaşmacı olan iktidar sahipleri, protestoları polis şiddeti ile durdurdu.. Gezi olaylarının iktidar üzerinde öyle travmatik etkileri oldu ki; bu tarihten sonra barışçı her türlü eyleme kaygı ile yaklaşıldı, izin verilmedi, şiddetle önü kesildi. Dünya Kadınlar Günü yürüyüşleri bile valilikler ve kaymakamlıklar eliyle engellenmeye çalışıldı. Gezi’ye öncülük eden demokrat kimliklerin tamamı yasalar hiçe sayılarak cezalandırıldı. Gezi ile, Kürt açılımı gibi demokratik atılımlar sebebiyle iktidarı destekleyen aydınlar da kandırıldıklarını anladılar ve uzaklaştılar. Yola çıktığı arkadaşlarını siyasi hırsları ve ikbali için tasfiye eden Erdoğan, desteğini aldığı aydınları da işini gördükten sonra içi boş bir bidon gibi kapının önüne koydu. Velhasıl ülkede Erdoğan’ın meddücezirlerinden nasibini almayan kimse kalmadı.
Kürt açılımının gölgesinde yapılan ve AKP’nin ilk defa tek başına iktidar olamadığı 2015 Haziran seçimleri ve ne istedilerse verdikleri Gülenci Yapının 2016’daki darbe girişimi gibi olaylar AKP’nin ve liderinin güvenlik şemsiyesi altına sığınmalarına ve ülkeyi hızla bir polis devletine dönüştürmelerine sebep oldu. Türkiye artık eski Türkiye değildi. Ergenekon, Balyoz gibi dava süreçleri ile söz geçiremeyecekleri ve dirençle karşılaşacakları tüm iç ve dış güvenlik unsurları temizlenmiş, kadrolaşma tamamlanmıştı. AKP ortağının da etkisiyle artık devletle hiçbir çelişkisi olmayan, kurumları biçimlendirmiş, bu esnada kendisi de biçimlenmiş bir devlet partisine dönüşmüştü.
Son yerel seçimlerin sonuçları, sokağın tansiyonu, tencerenin hali, geçtiğimiz hafta sonu Maraş – Antep yolunu kapatan çiftçinin tepkisi ve anketler gösteriyor ki, AKP artık son dönemini yaşıyor. Bunun farkında oldukları için, bundan sonra kendilerinden normal, rasyonel ve uzlaşmacı bir tutum beklemek ahmaklık olur. İktidarda kaldıkları her gün hırçınlıkları artacak, tahribat derinleşecektir. Can Atalay için toplanan Meclis’te kan akmasının ve bu vandallığı, bırakın kınamayı, sahiplenmelerinin asıl nedeni sona geldiklerinin farkında olmalarıdır…