Troçki ve Türkiye

Troçki 20. Yüzyıl’a damgasını vuran ender şahsiyetlerdendir. Çağımızda Marksist hareketleri değerlendirirken Troçki’nin anılmadığı bir sayfa olmaz. Rusya’da 1917 Devrimi’nin ilk dışişleri bakanı ve Kızıl Ordu’nun kurucusuydu. Komünist Parti içindeki iktidar mücadelesinde Stalin’e yenildi, sürgüne gitti, 1940 yılında Meksika’da Stalin’in ajanı tarafından başına çekiçle vurula vurula öldürüldü.

Netflix’te Rus yapımı bir dizide başına çekiç darbeleri inerken Troçki, katiline şöyle haykırıyordu: 

“Dünyayı ateşlere attım, görmüyor musun?”  

Troçki “Sürekli devrim”, Stalin ise “Tek ülkede sosyalizm” diyordu, bu teorik tartışma çok uzun, zaten konumuz da bu değil.  

Stalin, Troçki ‘unutulsun’ istiyordu. Stalin öldü, hatta partisinin ünlü 20. kongresinde “Hastalıklı tip” ilan edildi. (Yiğidi öldür hakkını ver derler ya, Stalin İkinci Dünya Savaşı’nda sadece Rusya’yı değil, dünyayı Hitler belasından kurtaran liderlerden biriydi.) 

Troçki’nin hayaleti dünyada dolaştı durdu. Özellikle 60’lı 70’li yıllarda gençlik hareketlerinde, işçi ve köylü ayaklanmalarında, dünya solunun teorik tartışmalarında hep Troçki’nin izi vardı.

Troçki’nin bizlerde de bıraktığı bir iz var, hayatının 4.5 yılını ülkemizde geçirdi.

GÖRÜNMEZ ADAM OLACAKSIN!

Troçki, 1929-1933 yılları arasında İstanbul’da sürgünde kaldı. Mekanı çoğunlukla Büyükada idi. O yıllar Kurucu Önder Atatürk’ün devriydi. Troçki artık O’nun koruması altındaydı. Rusya ile yapılan anlaşma gereği kafasını fazla göstermeyecekti. O da bol bol balık avladı, Sedef Adası’nda silah talimi yaptı. Stalin diğer yoldaşlarının kafasına sıktırdığı gibi Troçki’yi de ülkesinde yok edebilirdi ama halktan korktu. Stalin yönetimi sabırla ‘kırmızı pazartesi’nin(!) gelmesini bekliyordu. 

TROÇKİ VE BALKAN SAVAŞLARI 

Troçki’nin bizle bağlantısı sadece Büyükada ile sınırlı değil. Balkan Savaşlarını (1912-1914) yerinde izlemiş bir gazeteciydi aynı zamanda. Bu konuda bir kitabı da var. (İş Bankası yayınlarından çıkmıştı, meraklısı bakabilir.) 
Geçenlerde Mustafa Çalık’ın hazırladığı “Balkan Savaşları- Utanç Verici Bir Hezimetin Muhasebesi” adlı kitap elime geçti… Kitaptaki başlıklardan biri de şöyleydi:  

“Namuslu bir gazeteci: Leon Troçki”

Batı basını, topraklarından koparılan Türkleri barbar ilan edip toplu ölüm ve göçlerine ses çıkarmazken Troçki şu satırları yazıyordu: 

“Savaşınızı, barbarlığa karşı yapılan bir haçlı seferi diye tarif ettiniz. Şimdi Avrupa, haçlı ordusunun geçtiği yolun herkesin tüylerini ürperten suçlarla dolu olduğunu görecek.”

Troçki, Balkanlarda Sırp ve Bulgar zulmüne tanık olur, bunlar gazetesine yazar. Asker ve çetelerin nasıl katliam yaptıklarına tanık olanlarla konuşan ve bunları aktaran Troçki, başta Rusya Çarlığı olmak üzere Avrupa’nın emperyalist güçlerinden sürekli tehditler alır, ancak yeraltı çalışmasını  iyi bilen Troçki, yazmaya devam eder:  

“Eğer duymamışsanız bilmiyorsanız Tırnova’ya gidin, oradan da Kırcaali’ye ve biraz daha güneye yolunuzu uzatın, yollarda elleri arkadan bağlanmış ve boğazları boyun kemiklerine kadar kesilmiş sakallı Müslümanlara rastlayacaksınız. Evinin önünde dipçik darbesiyle öldürülmüş ihtiyar kadınlar göreceksiniz. Kuşkusuz, Türk çocuklarının cesetleri gözünüze çarpacak…” 

Muhafazakâr olarak bilinen tarihçi Mustafa Çalık şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Troçki bir gazeteci olarak elinden geleni yapmış ve entelektüel namusun ne olduğuna dair hazine kıymetinde bir miras, yadigâr bırakmıştır…”

Tarih ‘es’ geçilemeyecek ayrıntılarla dolu. 

Troçki gibi bir devrimcinin, Evlad-ı Fafihan’ların, yani Balkan göçmenlerinin başına gelenlere dair izlenimleri az bilinen (nedense) bir ibret vesikası olarak tarihteki yerini alıyor.

Troçki sürgüne gideceği zaman ‘başımıza bela olur’ diye hiçbir ülke kabul etmemişti. Acaba diyorum; bir Evlad-ı Fatihan olan Atatürk, Troçki’nin Balkan Savaşları’ndaki dürüst ve namuslu gazeteciliğini bildiği için mi İstanbul’a gelmesine izin verdi?

Artık bunun yanıtını da yakın Türkiye tarihi yolculuğumuzu aydınlatan Sinan Meydan versin…   

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cengiz Erdil Arşivi