Cengiz Erdil
RİZE’DE AĞAÇLARI UZAYLILAR KESTİ!
24.07.2021
“Kestane, gürgen, palamut, gel sen burada derdi unut… Orman ne güzel, ne güzel…” Bu çocuk şarkısıyla büyüyen insanlarımızın ormanların yok edilmesinde asıl suçlu olduğunu belirterek yazıya başlayayım.
Doğu Karadeniz’de son sel felaketi bu kez daha çok Rize’de etkili oldu. Çay ekili alanın sel sularının yol açtığı heyelanla vadi dibine yuvarlanması, cep telefonu kamerasıyla tespit edilince asıl suçluyu da yakaladık… Çaylıklar… Bölgede halkın da, devletin de cebini dolduran ülkemizin temel ürünlerindendir çay. Dünyada çayı bizden fazla tüketen başka ülke yoktur herhalde…
Şu bardak bardak içtiğimiz çayı da Atatürk’e borçlu olduğumuzu bilmeliyiz.
Gençlerin biraz okuyup araştırsalar Cumhuriyeti kuran devrimci kadroya hayranlıklarının daha da artacağına eminim.
Doğu Karadeniz’in çay tarımına elverişli olduğunu tespit eden kahramanımız Zihni Derin’dir. Ziraatçı olan Derin, milli mücadele yıllarında Kemalist kadronun ilk Ziraat Genel Müdürüdür.
Zihni Derin, 1925 yılında Rize’ de çayın yanı sıra mandalina ve portakal bahçeleri kurulması için meclisten kanun çıkarılmasına öncülük etmiştir.
Her devrimci gibi Zihni Derin’in hayatı da romandır. Dağ tepe dolaşıp ülkede tarım alanlarının belirlenmesini başlatan bu devrimcinin hayatı belgesel film konusu olmalı diyerek, bölgede zaman tünelindeki yolculuğumuza devam edelim… Gelelim 1960’lı yıllara…
KATLİAM BAŞLIYOR.
Doğu Karadeniz Bölgesi’nde, hesapsız kitapsız toprağa ve derelere saldırının tarihi çok eski değildir. Son 60 yılı kaplayan acı bir öyküdür bu.
Zihni Derin, çaylıkların ormanları bitirdiğini, öncülük ettiği mandalina bahçelerinin yıkıldığını görseydi mutlaka çok üzülürdü. Derin, tarımın bir planlama işi olduğunu, bir ürüne aşırı yüklenmenin toprağa zarar vereceğini biliyordu. Ülkemizde teknoloji tarıma damga vurdu, makinası, aleti ve teknikleri çok değişti ama tarımı yapanlar çok çok eski zamanlarda kalan ‘toplayıcılık’ zihniyetinden kurtulamadı(Hollanda’ya bakıverin bir zahmet).
Kestane, gürgen, göknar ağaçları söküldü, arazilerde yeşil merdiven gibi yükselen çaylıklar yer aldı.
Halk yaptı, devlet baktı… Dere yatakları dolduruldu, köy evlerinden geçtik, apartmanlar dikildi. Üstüne bir de denizle derelerin arasına set çeken sahil yolu geldi.
Sonra her yıl aynı laf işitildi. “Bölge o kadar çok çok yağış aldı ki; felaket kaçınılmazdı”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bence bu afet sonrası ilk kez doğru tespiti yaptı. “Eskiden dikey köklü ağaçlarımız vardı, o ağaçları söktüler, yerine çaylıkları yaptılar”
Bölge insanı üzerine düşeni yapmadı… Doğru tespit… Oysa toprağın değerini bilen bölge insanı öncüler tarafından tarım konusunda eğitilseydi bugün bu duruma düşülmezdi. Peki; devlet ve yerel yönetimleri ne yaptı? Oy kaygısıyla katliama göz yumuldu, geldik bugüne…
Bölge iklim değişikliğinin en ağır hissedildiği toprak parçamız.
Devlet şimdi daha beterini yapıyor. Ormanlara maden ve taş ocağı izinleri veriyor, Bölge derelerinin binlerce yıllık akış sistemini değiştiren HES’lere destek çıkıyor.
Kontrolsüz ve plansız yapılaşmaya göz yumuyor.
Bölgeyi bir türlü tarım ve turizm alanı olarak planlayamıyor.
İpin ucu kaçtı. Her yıl sel ve heyelanların daha kötüsünü yaşayacağız.
Çünkü dünyayı gözetleyen NASA böyle diyor.