BETONA GÖMÜLMEK…

Antik çağlardan Osmanlıya kadar Anadolu uygarlıklarına hayran olmamak elde değil. Kaleleri, tapınakları ve konutlarını, yüksek veya düz alanda korunaklı sayılabilecek yerlere kurmuşlardı, dış düşmandan çok doğanın hiddetinden uzak olma ilkesine dayanan kent planları vardı. Su kaynaklarından yararlanmayı ama uzak durmayı da yaşadıkları felaketlerle öğrenmişlerdi. Mitolojide ve kutsal kitaplardaki ‘Tufan’ su kaynaklıydı.

Bilim ve teknoloji gelişti, insanoğlu ‘doğadan daha güçlüyüz’ havasını atıyordu ama gözü doymuyordu. Toprak ve su artık para getiriyorsa değerliydi; alınır, satılır, taşınır kısacası kazanç uğruna yok edilir hale geliverdi.
Küresel ısınmanın sadece bir derecelik artışının bile dünyayı ne hale getirdiğini gördük, doğasına saygı duyanlar bu felaketleri daha az hasarla atlatabiliyorlar ve ‘Ne yapmalı?’ sorusuna yanıtı daha hızlı arıyorlar.

VE BİZDEKİ DURUM…

Öncelikle şunu belirtmek lazım… Ülkemizde çarpık kentleşme hayatın can damarı akarsu havzalarında büyük tehdide yol açtı. Anadolu topraklarında çevresel sorun yaşamayan akarsu ve göl kalmadı desek yeridir.
Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde çöken apartmanları yapan beton dökücü ‘hepsini onay alarak yaptım’ demiş… Her halde belediye başkanları, siyasetçiler, bunlar yapılırken kafalarını dere kumuna sokmamışlardı. Elbette o apartmanlardan konut alanlar da…
Ülkemizde son 40 yılda yaşanan sel afetlerinin yüzde 60’ı Karadeniz Bölgesi’nde olmuş. Anadolu Ajansı’nın araştırma haberine göre 1989-2019 yılları arasında sellerde bin 242 yurttaşımız hayatını kaybetmiş.
İnterneti tararsanız göreceksiniz, her selden sonra suçluyu kolayca yakalamışız, haberler her yıl kopyalanabilir(!) hale gelmiş. Dere yataklarına yapılan binalar (bazıları devlete ait) ve suyun akışının bilerek değiştirilmesi, kaynaklarına plansız HES’ler yapılması…
Anadolu’nun kuzeyi diğer bölgelere oranla su baskınlarını bundan böyle daha çok yaşayacak. Güneyde ise kuraklık tehlikesini geçtik; artık alarm veriyor. Bilim dünyası bu görüşte.
Konunun uzmanları öncelikle neler yapılması gerektiğini şöyle özetliyorlar;

  • Dereler artık derelere bırakılmalı. Bu söz derelerin yalnız başına bırakılması anlamına gelmemeli. Dere ıslah projelerine ağırlık verilmeli. Dere yataklarında 200 metrelik alanlar tüm yapılaşmaya kapatılmalı. Dere kenarlarında özellikle kent ve kasaba geçişlerinde setler yapılmalı.
  • Yeraltı barajları kurulmalı. HES’lere göre pahalı ama gelişmiş ülkelerin kuraklığa ve su taşkınlarının önlenmesi için yeni geliştirilen bir sistem. Yeni dersek; Romalılara ayıp etmiş oluruz. Bunun ilk örnekleri neredeyse 2 bin yıl öncesine dayanıyor.
  • Karadeniz Bölgesi için kapsamlı bir tarım ve turizm planlaması yapılmalı. Bölgede maden aramalar sonlandırılmalı, küçük ölçekli sanayi için kafa patlatılmalı. Dağın başında silah ve hassas kuyumcu terazisi yapımını beceren Karadeniz insanının zekasına bizzat şahidim. İmkan verilirse küçücük atölyelerde neler yapacağına şaşırırsınız. Tarım ve turizm ise ayrıntıya girmeye gerek yok, yaylalarda, vadilerde hayvancılık, arıcılık, küçük otel ve pansiyonculuğun yaygın olduğu eko turizm herkese bir fikir verebilir sanırım.
    Daha pek çok başlık var ama önemli olan bunlar bence… Karadeniz’i sel vuruyor dedik. Ege’yi ise kuraklık… Ege’yi bu yaz kavuran kuraklıkla ilgili izlenimlerim de haftaya…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cengiz Erdil Arşivi