Cengiz Erdil
ATALARIMIZ BİZDEN DAHA AKILLIYDI
Felaketler falan derken, Z kuşağından bir gence ne düşündüğünü sordum. “Artık uzaylıların gelmesini bekliyorum” dedi. Oysa eskiler bizden daha çok felaketlerle karşılaştılar, çareler düşündüler. Çare basitti… Yüksekçe ve toprağı sağlam yerde oturmak…
Anadolu’da eski kent ve kasabaların bir aşağı bir de yukarı mahalleleri vardı. Yukarı dediğim biraz daha tepelerde yer alan bir mahalledir, öyle aşağıdakiler-yukarıdakiler meselesi değil; ötekilere yukarıdan bakanların barındıkları yerlerden bahsetmiyoruz. Yerleşim yerlerini ilk kuranlar tepeleri, dağ yamaçlarını tercih etmişler, savunma amaçlı kurulan kaleler çevresinde ev bark sahibi olmuşlar. Ovaların istilası çok sonradır.
İnsanlık tarihi bir yönden de doğal afetlerden kaynaklanan korkunun kayıt altına alınmasıdır. Duvarlara kazınanlarla tabletlere yazılanlar; doğanın gücüdür, tanrılar, yıldırımı tutan ve depremleri durduran kahramanlar vardır o yazıtlarda. Sonuçta eskinin insanları ovalarda tarım yaptılar, dağ yamaçlarında yaşadılar.
Şimdi bunlar yazılıyor ya; yamaç evleri modası çıkarsa şaşırmayın, bu sistem sinekten yağ çıkarmasını iyi bilir!
Ne zaman “para konuşur” dendi, insanoğlunun konut sorunu başladı. Karl Marx’ın ruh ikizi Engels, Kapitalizmin insan yerleşmelerini nasıl cehenneme çevirdiğini ta 1872 yılında yazdığı “Konut Sorunu” adlı eseriyle anlatmıştı.
Uzun hikayedir; sömürgelerinin kanıyla palazlanan batılı ülkeler kentlerine sahip çıktı. Mesela ünlü Paris metrosunda Cezayirlilerin kanı vardır. Elbette bilim çağına kapılmalarını inkar edersek ayıp etmiş oluruz. Avrupa 1755 Lizbon depreminden beri kıyameti yaşamadı. (savaşlar hariç, zaten bu depremin merkezi de Avrupa değil, Atlas Okyanusuydu) Olan efsane ve hurafeler diyarı kadim toprakların sakinlerine oldu. Yüzyılın depremi ‘Levant’ denilen tarihin en eski yerleşim yerlerinden Doğu Akdeniz’i vurdu.
Bereketli ovalarda üzerinde yükselen beton kandırmacalı binalar yerle birdi. ‘Eskinin kerpici bile bu kadar yıkılmazdı ’ diyen yapı uzmanlarının olduğunu da söyleyeyim.
Eskiye bakıp ders almanın ilkesi şöyle dursun, eskiyi yıkarak çok katlı bir garip kent kültürü modasına uymanın sonu budur.
ÜLKE TARIMININ KÖŞE TAŞIYDI
Deprem Bölgesi bu kadar yapılaşmaya rağmen ülke tarımının neredeyse beşte birinin yapıldığı bir coğrafya.
Gözlerden kaçan bir ayrıntıyı yakalayan tarımın içinden biriydi. Modern tarımın temsilcilerinden Sencer Solakoğlu, bölgede canlı hayvan satışının engellenmesini istedi. Yetiştiricilere “Hayvanlarınızı satmayın” diye seslendi.
Oysa depremi fırsata çevirmek isteyen yüreği karalı insanlar çoktan bölgenin yolunu tutmuştu. Zor durumda kalan depremzede yetiştiricilerin büyük küçükbaş hayvanlarını yok pahasına ucuza kapattılar.
Enkaz altında binlerce insanımız kaldı ama yok olan aslında dev bir ekonomiydi.
Yıkılan binalar yerine hemen yenilerin yapılmasından çok bölgede depremin yarattığı kirliliğin ovalara yaylalara dağılmaması gerekiyor ve de kapsamlı kırsal kalkınma projeleri… Bunlar yapılmazsa; büyük kentlerin nüfusu ikiye katlanabilir. Bunun acısını gelecek yıllarda çok çekeriz.