Anıl Özgüç
UNUTMA, HAFIZA VE ÖZÜR DİLEME ÜZERİNE: THE SHINING
Sadece onun filmlerini izleyerek iyi bir yönetmen ya da gerçek bir izleyici olabilirsiniz, ki gerçek izleyici olmak ne de uzun bir yolda yürümeyi gerektirir. Sadece onun filmlerini ikinci kez izleyerek sonsuz katmanlı analizlere doğru yola çıkabilir, yolda senaryolarının gerçek edebiyat, iskeletin mitoloji ve psikanaliz üzerine kurulu olduğu gerçeğiyle yüzleşirsiniz. O sizi metinden metine savurur durur ve her filminin sonu, o filmi bir kez daha izleyeceğinizin teminatıdır. Onu sevenler anlayacaklar beni, bir kez daha, bir kez daha izleme dürtüsü içinize gelip yerleşiverir.
Bugün Stanley Kubrick 94 yaşında. Eğer doğmamış olsaydı sinema başka bir sinema olacaktı, eminim.
Hiçbir Kubrick filmi sıradan değildir
Ama bugün Kubrick’in doğum gününü “The Shining” ile kutlamalı. Her sahnesi göstergelerle bezeli, köşelere gizlenmiş küçük ve özenli ipuçları yoluyla, görünenin ardında çok başka birşey olduğunu daha ilk sahnesinden hissettiren “The Shining” ile.
Film bir acayip helikopter sahnesiyle başlıyor. Bir helikopter dağların arasında yol alan bir arabayı takip ediyor, sahneye “Dvorakvari” bir müzik eşlik ediyor. Kalın metal nefesli sesleri, kararlı bir melodiyi ağır ve emin adımlara üflerken, arkada kayıp, “arada kalmış” ruhların çığlıkları duyuluyor. Bir şey geliyor çok belli, izleyici daha ilk andan dehşete kapılmış, ama neden dehşete kapıldığını pek de anlamıyor. Bu his film boyu devam edecek, izleyici tüm film boyunca “tekinsiz” sularda yüzdüğünü hissedecek. Ama bu hissin kaynağı ne?
Oteller tekinsizdir
İzleyen adına ilk yanılgı bir korku filmi seyrediyor olduğu varsayımı. Oysa “The Shining” kesinlikle bir korku filmi değil. Korku, muğlak bir ifadede arkada hem izleyenin hem de filmin içinde belli belirsiz ama durmaksızın yürüyor. Hissedilense korku değil, “tekinsizlik”
Mark Fisher –ki kendisi yaşamı boyunca bu hisle yaşadığından, kısa ömrünün neredeyse tamamında depresyonla mücadele ettiğinden ve belki de dünyayı tekinsiz bulduğundan olsa gerek- “Tuhaf ve Tekinsiz” adlı çalışmasında “Tekinsizlik” kavramını şu şekilde açıklıyor. “Tekinsizlik hissi ya hiçbir şey olmaması gerekirken bir şeylerin olması durumunda ya da bir şeyler olması gerekirken hiçbir şey olmaması durumunda ortaya çıkar”
Bu hissin en önemli kaynağı kuşkusuz filmin başrolünün bir otel olması. “Overlook Oteli” filmin ana karakteri.
Otel ya da “otelde kalmak” insan ruhunda neye karşılık geliyor? Oteller temsil ettikleri geçicilik duygusuyla okuru/izleyeni zamana hapsetmeyi mümkün kılıyor. (Marc Auge, 2012) Tüm o geçicilik, “ev gibi ama ev değil, içinde yaşıyorum ama az sonra döneceğim” hali kimliksizlik, ait olamama ve arada kalma duygusunun altını çiziyor.
Zamana hapsolma/hapsetme zaten Overlook Oteli’nin filmdeki ana fonksiyonu. Otel bir suçun üzerine, Amerikan Yerlileri’ne ait bir mezarlığın üzerine kurulu olduğundan zamansızlık ve ölümsüzlükle lanetlenmiş. Misafirlerini içeriye hapseden, Jack Torrance’ın hastalıklı ruhunu hissedecek olan otel, ona da suç işletecek ve ardından içine hapsedecek.
Ünsal Oskay ise, Erwing Gofmann’ın yıllar boyu üzerinde çalıştığı kavram olan “Total Kurum” olduğu analizini yapıyor Overlook Oteli için. Hapishane, tımarhane, hastane, yatılı okul ve kışlalar gibi içinde yaşayan insanların kendi aralarında geliştirmeye çalıştıkları karşı kültürü güdüleyerek, bu kurumlardaki yönetimin buyruğu altına almaya çalışan bir “Total Kurum”. Ve ekliyor, “The Shining’de yüzeydeki “yaşanan gün” çok öncesinden belirlenmiştir. 1921 tarihli fotoğrafta Jack Torrence’ın zaten yerini almış olması bunu göstermektedir”
Artık “The Shining”in korku filmi olmadığından emin olabiliriz, o bir suç hatta geçmişin suç yüküyle bir yüzleşme filmi. Amerikan Yerlileri ve Yahudi soykırımının göstergeleriyle kolektif suçun, aile içi şiddet ve hatta ensest faili olarak Jack Torrance’ın öyküsünü anlatarak da bireysel suçun filmi.
“The Shining”de suçun izlerini sürmek
Emekli öğretmen, eski alkolik Jack Torrance ne zamandır yazmak istediği kitabını da yazabilmeye olanak tanıyacak sıradışı bir iş buluyor, kış aylarında kapalı olan Overlook Oteli’ne göz kulak olmak. Bu bir yandan Jack’in filmin gerisinde ailesine uyguladığı şiddetin etkilerini de tamir etmek için bir fırsat olarak sezdiriliyor. Jack, sinirli olduğu bir anda oğlu Danny’nin kolunun “kazayla” kırılmasına neden olmuş, karısı Wendy ile de arasında bitmek bilmeyen ama yüzeyde de çok gösterilmeyen bir gerginlik var. Bu yeni işin, yaşananları unutturması, aileyi onarması, Jack’i sağaltması umuluyor.
Ama elbette işler öyle olmuyor, Overlook zaten suçu ve zamanı içine hapsederek var olduğundan, Jack Torrance’ın da ruh sağlığı yavaş yavaş dağılıyor. Otelin hayaletleri canlanmaya başlıyor ve Jack, otelin daimi misafirlerinden olmaya doğru emin adımlarla ilerliyor.
Hatırlanması ve yüzleşilmesi gereken ilk suç soykırım. Overlook Oteli (Tam da burada “Overlook” sözcüğünün “görmezden gelmek” anlamına geldiğini hatırlatmak gerek) Amerikan Yerlileri’ne ait bir mezarlık üzerine kurulmuş. “Beyaz Adam”ın Amerikan Rüyası’nı var edebilmesinin ilk şartı önce Amerika’nın esas sahiplerini yok etmek ve soykırımın izlerini apar topar silme çabası. Kubrick kişisel tarihin de, kolektif tarihin de ne kişinin ne de toplumun yakasını o kadar kolay bırakmayacağını ilk andan hissettiriyor.
Tarihin karanlık dehlizleri
Jack Torrence’in ruhsal dağılması -her ne kadar izleyen daha ilk sahnede bu tekinsizlik girdabına düşmüş olsa da- ilk olarak otelin penceresinden karısı ve oğlunu labirentin içinde oynarken izlemesi anında kendini hissettiriyor. Labirent meselesi önemli, Kubrick burada Minotaur ve Theseus göndermesini yaparak metnini iyice sağlamlaştırıyor. Öykü bilindik.
Vücudu insan, kafası ise boğa olan canavar Minotaur, Thebai kralı Minos’un karısı Pasiphae ile Posedion tarafından Minos’a gönderilen bir boğanın ilişkisinden doğar. Minos, yaratığı, o sırada sarayında kalan Atinalı mimar Daidalos’a yaptırdığı Labyrinthos’a kapatır. Yapı o kadar karmaşıktır ki, mimarından başka kimsenin içeride yolunu bulması mümkün değildir. Her yıl Atina’dan getirdiği yedi genç erkek ve yedi genç kadını da Minotaur’a yem olarak verir. Theseus ise bir yıl bu yedi genç erkek içinde gönüllü olarak yer alır ve Ariadne ve onun ipi sayesinde önce Minotaur’u öldürür, ardından yolunu bularak dışarı çıkar.
Otelin dışında duvarları çalıdan oluşan ve bir tür eğlence aracı olarak inşa edilen labirentte, Wendy ve Danny’nin kovalamaca oynaması sırasında Wendy’nin giysilerinin mavi, kırmızı ve beyaz olması (Amerika) ve oyun sırasında sıkça labirent içinde çıkmaz yola girmeleri (Amerikan Rüyası’nın çöküşü) ve tüm bunlar olurken Jack’in otelin penceresinden onları izlerken başının duruşunun ve gözlerinin bir boğayı andırır hale dönüşmesi… T.S. Eliot’ın dediği gibi, “Tarihin pek çok hin dehlizi vardır”
Filmin son sahnesinde labirente tekrar döneceğiz.
White Man’s Burden (Beyaz Adamın Laneti)
Jack Torrence’ın artık kendi olmaktan çıkıp otelin kayıp ruhlarına, sıkışmış, arada kalmışlarına katıldığı ilk an belki de bar sahnesi. Jack içkiyi bırakmış olmasına rağmen bara iniyor ve kendi ifadesiyle tüm zamanların en iyi barmeni Lloyd’a içki sipariş ediyor. “White man’s burden Lloyd, white man’s burden”
Jack bunu neden söylüyor?
Bu cümle Rudyard Kipling’in aynı adlı şiirinin ilk dizesi. Sömürgeci, sömürürken bir gerekçeye ihtiyaç duyuyor: Medeniyet götürmek! Şiir şöyle başlıyor: “Sırtlan beyaz adamın lanetini, Dök ortaya en iyi mahsülünü, Gönder oğullarını sürgüne, Efendilerinin istediği hizmete”
Tarihin gizemi, suçun yükü artık ortaya dökülmeli. Overlook Oteli artık görmezden gelinmeyi kabul etmiyor, olan bitenin en başından beri farkında olan Danny’nin gözünden, izleyen de suçun farkına varıyor. Otelin asansörünün hep kapalı duran kapılarından (kapılar kapalıdır, çünkü suçumuzu itiraf etmek istemeyiz) fışkıran kan, suçun hiçbir zaman gizli kalmayacağını, kanın elbet bizi boğacağını tekrar hatırlatıyor. Asansör otelin üzerine inşa edildiği yerlilere ait mezarlığa iniyor, asansörden üzerimize boca olan kansa yerlilerin kanı. Ne de olsa uluslar kan üzerine inşa ediliyor.
Ana Hapsolmamak İçin Geçmişe Bakmak
Kubrick çözümü de gösteriyor.
Geriye dönüp geçmişe bakmak, onunla yüzleşmek. Tıpkı filmin son sahnesinde, labirentin dehlizlerinde Danny’nin Minotaur’a dönüşmüş babasından kaçarken yaptığı gibi. Geçmişe dönmek, geriye gitmek, olan bitenle yüzleşmek, özür dilemek ve en sonunda devam edebilme gücünü kazanmak.
Yüzleşmeden hiçbirimize rahat yüzü yok.
Kubrick bugün 94 yaşında ve parlamaya devam ediyor.
The Shining’i izleyecekler için anahtar kelimeler
· 42
· Walt Disney
· Little pig, let me come in!
· J.D. Salinger
· Bavul
· Calumet
· Canterbury Tales
· Colorado, Timbuktu, Oregon
· Gold Room
· Adler marka daktilo
· Hansel ile Gretel