Boray Acar
Tükenişin Sancısı…
Toplum, siyasi iktidar ile yüzleşiyor.
Algı yönetimine dayanan iletişim stratejileri, iktidarın en güçlü tarafı iken, son zamanlarda büyük iletişim hataları yaptıklarını görüyoruz. Bu, alışık olduğumuz bir durum değil. Yirmi senedir yönettikleri ülkede kendi kusurlarının sonucunda ortaya çıkan güncel sorunları bile muhalefete yıkma kıvraklığına sahip bir iktidardan beklediğimiz bir şey de değil. Bunu tüm politik alanlarda sıkışmış olmalarına bağlayabiliriz.
Bir yandan da bir suç örgütü liderinin -kimilerine göre iddia, kimilerine göre ise itiraf olan- açıklamaları ile ortaya dökülen çirkinlikleri örtme çabalarının akim kalması da bu sıkışmışlığa tuz biber ekiyor. Tabii bu ifşaatların sonucunda alınması gereken bir dizi önlemin alınmıyor olması ve herkesin hâlihazır pozisyonunu koruyor olması da parti içi kliklerin yapılması gerekenleri engellediğini, parti içi dengelerin siyasi itibarın önüne geçtiğini düşündürüyor.
Bakanları, çok sayıda milletvekilini, parti teşkilatlarını, hatta parti mensubu gibi davranan yeni tip bürokrasiyi de içine alan koca bir siyasi camia üstüne genelleme yapıyor gibi görünsek de aslında “tek adam” etrafında dönen bir dünya üstüne konuşuyoruz. Tayyip Erdoğan dışında kalan herkesin söylediklerini fazla da ciddiye almadan magazin tadında dinliyoruz. Tabii bu manzaranın oluşmasında Tayyip Erdoğan’ın, kendi ekibini kontrpiyede bırakan çıkışlarının da önemli bir etkisi var. Örneğin, Fahrettin Koca’nın “Aşı yok” beyanatı üstüne Tayyip Erdoğan çıkarak rahatlıkla “Ben buna katılmıyorum” diyebiliyor. Üstelik toplum genelini de buna alıştırdı ve artık bu çıkışlar pek de yadırganmıyor.
Tesadüfi bir şeyden söz etmiyoruz. Bizzat kendi projesi olan yönetim sistemi sayesinde “şahsını” ülkede olan müspet veya menfi her şeyin öznesi ve sorumlusu hâline getirmeyi tercih etti. Partinin kuruluş aşamasında yanında olan baskın figürleri tek tek ekarte edip, “düşük profilli” siyasilerden ve bürokratlardan müteşekkil bir ekip kurarak yerini tahkim etmesi de bu tek adam rejiminin hazırlık sürecinin bir parçasıydı. Onun onayı olmadan yaprak kıpırdamadığı gibi, her türlü eleştiriye de bizzat kendisi laf yetiştirmek, had bildirmek(!) durumunda kalıyor. Doğal olarak hata yapması da kolaylaşıyor.
Geçtiğimiz hafta yaptığı grup konuşmasında, “Millet aç, aç!” diye yükselen figana atıfla, “Neymiş; ‘Millet aç’mış. Aç olarak dolaşanları buyurun, siz de doyuruverin! Nankörlük parayla değil” diyebildi. Seçim akşamlarında gelenek hâline getirdiği balkon konuşmalarındaki temel vurgusu olan ve her seçimde değişen ülke nüfusuna bağlı olarak, “… milyonu birden kucaklama” esaslı “sözde” siyasetinin, aç olanları, acz içinde olanları veya ülkenin durumundan hoşnut olmayanları muhalefete havale etme siyasetine evrildiğini görüyoruz. Bilinçaltındaki çaresizliğin dışavurumu olan bu açıklama ile AKP’nin “hizmet” anlayışının kimleri kapsayıp kapsamadığının farkında olmayan kitleleri uyandırması için muhalefete replik vermiş oluyor.
Kim bilir belki bundan da, “128 milyar dolar nerede?” benzeri bir iletişim malzemesi çıkabilir. Zira bu slogan, Erdoğan’a fazlasıyla dert olmuş olmalı ki hafta sonunda, “Merkez Bankası’nın döviz rezervi 100 milyar dolara ulaştı” gibi bir açıklama yapma gereği duydu. “Geriye 28 milyar dolar kalmış, onu da nasılsa önümüzdeki hafta bulurlar…” gibi bir algı yaratmak mı istedi, bilemiyorum. Gerçi Mahfi Eğilmez’in “28 Mayıs 2021 itibarıyla TCMB’nin brüt rezervleri 93,7 milyar dolar, net rezervleri 13,6 milyar dolar, swap hariç net rezervleri eksi 56 milyar dolardır” açıklamasını yaparak, Merkez Bankası’nın internet sitesinde de olan bilgiler ile Erdoğan’ı tekzip etmiş olması, bu derdin öyle çok da kolay berhava edilemeyeceğini gösteriyor. Yani; doğru noktalara temas eden etkin bir muhalefetin, Erdoğan gibi mağrur bir lideri bile aynı gün içinde kolayca düzeltilecek açıklamalar yapmaya zorladığını ve imajını sarsabildiğini görüyoruz.
Bu bağlamda TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın, geçen hafta mecliste yaptığı konuşmaya da “iktidarı kendi argümanları ile köşeye sıkıştıran etkili bir muhalefet” örneği olması açısından kısaca değinmek istiyorum. Erkan Baş, “Erdoğan muhalefette iken nasıl hesap yapıyorsa öyle hesap yapacağım…” diye başladığı konuşmasında Tayyip Erdoğan’ın 1993 yılında yaptığı bir konuşmayı aynen aktardı. Asgari ücret ile geçinmek durumunda olan bir ailenin sadece çay ve simit tüketmesi durumunda bile biyolojik yaşamını sürdüremeyeceği gerçeğine dayanan bu basit hesap, bugünün Türkiye gerçeği ile örtüşüyor ve ülke insanının nasıl bir fakruzaruret içinde olduğunu gösteriyor. Mecliste üç vekil ile temsil edilen bir partinin başkanının yerli yerinde yaptığı konuşmanın, AKP sıralarında yarattığı gerilim bile ülke siyasetinde taşların yerinden oynadığının göstergesi. Erkan Baş’ın güçlü, etkili ve direkt siyasi üslubunun, tüm muhalefet partilerine örnek olmasını ve toplumda karşılık bulmasını ümit ediyorum.
Sonuç olarak; kaybetmenin eşiğinde olan siyasi iktidar, müflis tüccar misali ortada ne varsa toplamaya çalışıyor. Ülkeyi getirdikleri durumun yarattığı suçluluk psikolojisiyle de ağızlarından çıkan her söz, işledikleri suçun ikrarı, itirafı ve tükenişin sancısı niteliği taşıyor. Muhalefete de bunu toplumsallaştırmak, #HADİ hashtag’i ile sosyal medyada viral olan Hak, Adalet ve Demokrasi taleplerini ısrarla yinelemek, etnik sınıf ayırt etmeksizin kitleleri iktidarın yarattığı siyasi ve ekonomik darboğaz ile yüzleştirmek kalıyor.