Boray Acar
Sivas Katliamı’ndan bugüne kalan…
Sivas katliamının üstünden tam 28 sene geçti. Farklı siyasi tandanslardan kalem sahipleri, siyasi aktivistler veya kendisini yaşananların bir yerinde gören ve hisseden herkes kendi meşrebince aynı ezberi bıkmadan, usanmadan tekrar ediyor. Bir kesim, etkinlik kapsamında, davet(!) üstüne kente gelmiş olan yazar, ozan ve şairlerden müteşekkil bir grup aydının “Radikal İslamcı” bir provokasyona alet olmuş yobaz bir kitle tarafından hunharca katledildiğini dile getiriyor iken, karşıt görüşlü insanlara göre Aziz Nesin’in yapmış olduğu açıklamalardan bağımsız olarak orada bulunması bile başlı başına bir provokasyon veya daha açık ifade edecek olur isek katliam nedeni. Diğer bir deyişle; meseleyi kutuplaşmaya hapsetmek isteyen anlayışa zımnen yardım edildiğini de söyleyebiliriz.
Bana göre, kendini olayın öznesi olarak gören herkesin, toplumu bölme kuvvesi ile kullanıldığı alışılagelmiş çirkin tertiplerden bir tanesi. Halk kitleleri arasındaki muhtemel yakınlaşmayı ve hoşgörüyü tehlike olarak görenlerin, halk kitlelerini birbirlerinden uzaklaştırmak, toplumu kamplara ayırmak, dahası düşmanlık yaratmak için sinsice planladığı bir ateş hattı.
İslamcı bir gazetenin, ismini anmak istemediğim dinbaz bir yazarı, geçtiğimiz hafta yazmış olduğu bir yazıda Başbağlar katliamından bahisle acıları yarıştırıyor. Sözün özü; Sivas katliamına (kendisi katliam demiyor elbette) tepki gösterenleri Başbağlar katliamı ile ilgili kalem oynatmamakla suçlarken, ölen 15 yaşında bir çocuğun bile laik kesim tarafından “aydın” statüsünde değerlendirildiğini ifade ediyor. Hastalıklı bir ruh hâli ve bitmeyen kini ile yakılarak öldürülen insanlar, onların mensubiyetleri, fikir dünyaları, eserleri ve topluma bıraktıkları ile kendince hesaplaşıyor. Bir yandan da, Başbağlar’da katledilen insanların, vasıfları ve kimlikleri önemsizleştirilerek hiçe sayıldığı tezinden hareketle bir “karşı acı” yaratma gayesi güttüğünü söyleyebiliriz. Hülasa; sinsice planlanan ateş hattına, şuursuzca benzin dökmeye devam ediyor. Tarih boyunca bu ve benzeri sapkınca fikirlerin olmadığı bir dönem yok. En azından yakın gelecek için de rasyonel düşünen toplum kesimi açısından bu yönde bir beklenti olduğunu sanmıyorum.
Bu sapkınca söylemlerin müşteri bulamayacağı, çağdaş dünyanın değerleri ile yetiştirilmiş bireylerin ezici çoğunluğa ulaştığı bir sosyolojik zeminin uzağında olduğumuz aşikâr. Hatta kurumların demokratik işlevlerini yerine getirdiği, adalet mekanizmasının siyaset müessesesinin baskısından kurtularak görevini yapabilir hâle geldiği, yani hayatın “normal” akışında seyrettiği bir düzenin, yönetenlerce hedeflenmediğini de görebiliyoruz. Aksine, kirli emellere hizmet eden güruhun sahiplenildiği, katliamların meçhul olmayan faillerinin aklanmaya çalışıldığı, toplumun gözleri önünde cereyan eden çirkinliklerin örtbas edildiği ve adaletin tecelli etmesi için çaba göstermesi gereken kadroların bizzat kavganın tarafı olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Sivas katliamında zafiyet gösteren yöneticilerin bugün nerelerde olduklarına veya faillerin avukatlığını yapanların kimler olduklarına bakıldığında, muhayyilemizdeki hakkaniyet ve adalet çizgisinin neresinde olduğumuz kolaylıkla anlaşılacaktır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Çubuk’ta katıldığı cenaze töreninde uğradığı saldırı esnasında yaşananları, devlet görevlilerinin olay anındaki tutumlarını ve sonrasındaki beyanatları gözden geçirdiğimizde; Sivas katliamının bir benzerinin yaşanması için verili koşulların bugün için de var olduğunu okuyabiliyoruz. Hulusi Akar, “… Değerli arkadaşlarım! Şu ana kadar mesajlarınızı verdiniz, tepkilerinizi gösterdiniz” diyerek çirkin saldırıyı bir “ifade şekli”ne indirgerken, Devlet Bahçeli, “Yüzde 9,83 oy aldığın yerde ne işin vardı?… O adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kılıçdaroğlu?” diyerek saldırıyı aklıyor, - Aziz Nesin’in Sivas’ta olmasını sorgulayan zihniyeti anımsatırcasına - ana muhalefet partisi liderinin hareket alanına açıkça ambargo koyuyordu. Konu Meclis çatısı altında gündeme geldiğinde ise taş üstünde taş bırakmayarak teröristlere dünyayı dar etmekle övünen İçişleri Bakanı’nın, ülkenin başkentinde ana muhalefet liderine yönelik saldırı karşısında güvenliğin sağlanamamış olmasını, “ziyaretten önceden haberdar olmamak” ile gerekçelendirdiğini de görmüş oluyorduk. Velhasıl; katliamın merkezine suçu değil tahriki koyan ve kayıpların mesuliyetini Aziz Nesin’e yükleyen kalemşorundan ve otel dışındakilerin zarar görmemiş olmasına şükreden siyasetçi profilinden bugüne evrilenin, aynı siyasi anlayışın yeni sürümleri olduğunu kaygı ile seyrediyoruz.
Bir gün bu utanılası katliamlarla, makus saldırılarla siyasi baskı altında kalmaksızın yüzleşeceğimize, toplumsal fay hatlarını harekete geçirme stratejisinin hangi amaca hizmet ettiğini ve kimlerin bu bölünmeden siyasi menfaat sağladığını demokratik bir zeminde konuşacağımıza, beka masalları arkasına gizlenen kirli siyasi hesapları ortaya çıkaracağımıza ve bu minvalde kitleleri barıştıracağımıza olan inancımı kaybetmek istemiyorum. Ümit ediyorum benim neslim de “Hayal ettiğimiz ülke bu değildi…” diyerek göçüp gitmez bu dünyadan…