Menekşe Tokyay
Paylaşmayın Artık Yeter!
Ella dokuz yaşında.
Evdeki tüm halleri, tatil görüntüleri, ne yiyip ne içtiği ve ne giydiği sürekli sosyal medyada ailesi tarafından paylaşılıyor.
Bazen “Artık çekme anne!” dese de, annesini durdurabilene aşk olsun. Çekiyor, filtreliyor, sosyal medya hesabına yüklüyor.
Eleştirenlere “Size ne?” deniyor, “Çocuğumun rızası var” yanıtı veriliyor.
Ella yalnız değil.
Ella’nın ebeveynlerine benzer ebeveyn modelleri de oldukça fazla sayıda.
Onun gibi milyonlarca çocuğun görüntüsü her saniye ilgi budalası ebeveynleri tarafından, kâh sevimli bulduklarından kâh anı ölümsüzleştirmek istediklerinden kâh marka iştahı kabardıklarında onlar üzerinden ticari amaçlar güttüklerinden, sosyal medya hesaplarına yükleniyor; etkileşim alıyor, etrafa yayılıyor, paylaşılıyor.
Ancak geriye kalıcı bir anı kalması için çekmecelerde saklanan fotoğraf albümü yapmayı pek tercih etmiyorlar.
Sosyal Medya Üzerinden Paylaşımın Boyutları
ABD’de iki sene önce SecurityORG tarafından gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, ebeveynlerin yüzde 75’i, çocuklarının fotoğraflarını sosyal medyada paylaşıyor; yüzde 80’inden fazlası çocuklarının gerçek isimlerini kullanıyor. Bu fotoğrafları sosyal medyaya yüklemeden önce ise sadece dörtte biri çocuklarından izin alıyor.
Son araştırmalara göre ise, ortalama beş yaşındaki bir çocuğun izni alınmadan çevrimiçi ortamda o yaşına kadar yaklaşık 1.500 görüntüsü birikmiş oluyor. Bu görüntülerin çoğu, çocuğun sonraki yıllarda dijital itibarını zedeliyor, ona dair kişisel verileri güvensiz hale getiriyor.
2030 yılına kadar ise, kimlik hırsızlıklarının üçte ikisinin bu şekilde çevrimiçi paylaşılmış görüntüler üzerinden olması bekleniyor. Zira aileler çocuklarının fotoğraflarını paylaşırken beraberinde onun tüm kimlik detaylarını da internetin uçsuz bucaksız ortamına salıveriyorlar: İsimden yaş aralığına, adrese, fiziksel özelliklere, okuduğu okula, gittiği kursa dek… Bunun sonucunda veri hırsızları için yüz tanımadan pedofiliye dek birçok “açık bilgi” ortalığa saçılıyor.
Ancak her 10 ebeveynden sekizi, hiç tanımadıkları takipçilere sahip.
Gelişmiş Batı ülkelerinde bir süredir “sharenting” (her şeyi sosyal medyada paylaşan ebeveynleri tanımlamak üzere) denen bu konuda artan bir farkındalık söz konusu. Avrupa parlamenterleri üzerinde baskı grupları, bu konuda spesifik bir mevzuat geliştirilmesi ve bağlayıcı kurallar getirilmesi için lobi yapıyorlar.
Çarpıcı Kamu Spotu
Geçtiğimiz günlerde ise, Almanya’da #ShareWithCare kampanyası çerçevesinde Deutsche Telekom ve adam&eveBERLIN isimli kreatif ajans, çarpıcı bir kamu spotu hazırladı, hem de yatıp kalkıp kendisinden bahsettiğimiz o ünlü “yapay zekâ” aracılığıyla…
Teknoloji tarihinde ilk kez dokuz yaşında bir çocuğun sanal olarak yaşlandırılmış derin sahte (deepfake) görüntüsü yaratılarak yetişkin bir kadın gibi konuşması sağlandı. Yapay zekâ aslında kendisi ve tüm bir çocuk neslinin temsilcisi olarak çocuk görüntülerinin çevrimiçi paylaşımı hakkında bizi uyarmış oldu.
Ella’nın tek bir fotoğraf ve yapay zekâ kullanarak yetişkin hali oluşturularak, anne ve babasının güya film izlemek üzere gittiği sinema salonunun dev ekranında gösterime girdi.
Ve sahne artık derin sahte bir spot eşliğinde Ella’nındı: “Selam anne, selam baba!” dedi Ella onu şaşkın bakışlarla izleyen ebeveynlerinin karşısında. “Bu benim biraz daha büyümüş halimin dijital kopyası. Teknoloji bugünlerde nelere kadir, değil mi? Tek istediği; sizin sosyal medyada paylaştığınız ve herkes tarafından kolayca indirilebilen bir fotoğrafım. Bu fotoğrafların sizin için sadece güzel bir anı olduğunu biliyorum, fakat diğerleri için bu bir veri. Ve belki benim için kimliğimin çalınabileceği, hiç yapmadığım şeyler yüzünden hapse atılabileceğim korkunç bir gelecek olabilir. Sesimin kopyalanarak kandırıldığınızı düşünün! Anne, kaçırıldım, başım dertte ve para göndermen gerekiyor! (diye ses kaydımın geldiğini düşünün) Okulda fotoğraflarıma altyazı geçilerek alay edilmek istemiyorum! Paylaştığınız her şey ömrüm boyunca beni takip edecek dijital ayak izleri. Bunu size söylüyorum, çünkü siz benim annem ve babamsınız ve beni sevdiğinizi biliyorum. Beni korumak için bana zarar verecek hiçbir şey yapmayacağınızı biliyorum.” Dolayısıyla Ella açık ve net bir şekilde şunu istiyor: Ailem, unutulma hakkıma saygı göstermeli. Sosyal medya okuryazarlık bilincinin çocuklar arasında henüz çok gelişmiş olamamasından dolayı bu konudaki farkındalık ve hassasiyetin öncelikle yetişkinler düzeyinde oluşması gerekiyor. Birçok yetişkin ve genç, çocukluk döneminde ailesi ve yakınlarının paylaştığı namahrem veya küçük düşüren görüntülerden dolayı Fransa ve Avusturya başta olmak üzere farklı Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde davalar açmış; manevi tazminat taleplerinde bulunmuştu. Almanya, çocukların veri güvenliğinin dijital ortamda korunması konusunda bir süredir oldukça bilinçli kampanyalar yürütüyor ve bu konuda Türkiye’de karar alıcılar ve uygulayıcılar açısından son derece ilham verici örnekler sunuyor. Örneğin, Almanya’nın Telekom şirketi Deutsche Telekom, Teachtoday Toolbox isimli kullanıcı kiti aracılığıyla sosyal medyanın güvenli ve bilinçli kullanımı konusunda her gün kullanıcılarına pratik öneriler getiriyor ve özellikle 9-16 yaş aralığında sosyal medya araçlarını kullanma becerileri kazandırmayı hedefliyor. Germany Safe on the Net ise, DsiN dijital sürücü ehliyetini kullanarak Almanya çapında bu konuda daha fazla eğitim ve sertifikasyon programı sunuyor ve böylelikle her yaştan kullanıcının dijital dünyayı kullanımı ve güvenlik becerilerini artırmayı, özel ve profesyonel bağlamlarda dijital hizmetleri mahrem bir şekilde kullanmayı öğretmeyi öngörüyor. AB çapında birçok çocuk hakları savunucusu sivil toplum kuruluşunun yürüttüğü Every Second Counts (Her Saniye Değerli) isimli farkındalık kampanyası da, Avrupa parlamenterlerini çocukların dijital görüntülerinin denetim altına alınması konusunda harekete geçmeye ve her saniyenin değerli olduğunu anımsatmaya yönelik yeni bir adım. Benzer şekilde, Facebook, WhatsApp ve Instagram’ın çatı şirketi Meta’nın da Avrupa Komisyonu’nun talebi üzerine çocukların dijital dünyada korunmasına yönelik ek tedbirler alması bekleniyor; zira çocukların görüntülerinin sosyal medya platformlarında paylaşılması, onları çok geniş bir pedofil ağına da açık hale getiriyor. İşin uluslararası hukuk boyutu da var. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 19’uncu maddesine göre, çocuğun her türlü istismarında taraf devletlerin ve ilgili kurumların devreye girmesi gerekiyor. 32’nci maddeye göre ise, çocuğun psikolojik, bedensel, ruhsal, ahlaksal ve toplumsal gelişimini olumsuz etkileyen hallerden sakınma gereği vurgulanıyor. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de birçok anne, “instamom” adı altında çocukları üzerinden marka tanıtımları yapıyor; çocuklarının her anını bir markadan daha fazla sponsorluk ücreti almak adına dijital medyanın uçsuz bucaksız uçurumundan aşağıya doğru bırakıyor. Bu konuda kendilerini uyaran hak savunucularına, avukatlara, diğer ebeveynlere ve hatta gazetecilere öfke saçıyorlar; yaptıklarını sadece kendilerinin inandıkları bir mantık çerçevesi üzerinden gerekçelendiriyorlar ama çocuklarının üstün yararını korumakla ilgili herhangi bir adım atmıyorlar. Ticari amaç gütmeyen “daha masum” versiyonlarında ise, çocukların doğum anından itibaren, tüm gelişim evrelerine, yediği mamadan gittiği okula, oyun oynadığı mahalleye dek tüm fotoğrafları herkese açık sosyal medya hesaplarında ve internet sitelerinde çarşaf çarşaf paylaşılıyor. Dolayısıyla, Almanya’daki örnekten ilham alarak Türkiye’de de yapay zekâ destekli benzeri kamu spotlarına veya farklı türden farkındalık kampanyalarına giderek daha fazla ihtiyaç var. Yasal açıdan bu konuda oldukça güçlü ve yeterli bir altyapımız var. Ancak uygulamada ve takipte herhangi bir etki gücü ve yaptırımdan söz etmek mümkün değil. Türkiye’de özellikle Türk Ceza Kanunu’nun 232 ve 233’üncü maddeleri, ebeveynlerin sosyal medya üzerinden çocuklarını ticari bir metaymışçasına afişe etme eğilimlerini aile hukuku üzerinden değerlendirip şikâyet üzerine hapis cezası ile cezalandırılan bir çerçeveye yerleştiriyor. CİMER ve Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü üzerinden bu yönde daha önce bazı şikâyetler ve takipler yapılmış, ancak süreç “örnek bir vaka” oluşturacak ve ebeveynleri yaptırım yoluyla bu eylemlerden caydıracak düzeyde sonuçlandırılmamıştı. Son olarak İsveç’in NATO üyeliğine koşullandırdığımız AB tam üyelik hedefimizi halen canlı tutmak istiyorsak, kendimizi gelişmiş Batı’nın bir parçası olarak görüyorsak, çocukların üstün yararını korumak üzere altına imza attığımız sözleşmelerin arkasında duracaksak, çocuk düşmanlığına geçit vermeyeceksek, Avrupa’da artan bu farkındalığın da samimi ve aktif bir parçası olmalıyız. Çocukların dijital ayak izinin korunması konusunda ilgili tüm bakanlıkların acilen ortak bir eylem planı hazırlaması ve uygulanabilir bir strateji geliştirmesi için sivil toplum ve medya olarak güçlü bir baskı ve takip sistemi kurmalıyız. Bu konuyu medyada sürekli işlemeli, ebeveynlerin ve diğer tüm yetişkinlerin çocukların üstün yararını gözeten bir şekilde sosyal medya kullanımına yönelik olarak akıllıca ve yaygın kampanyalar düzenlemeliyiz. Bertolt Brecht, “Kötülük yağmur gibi yağdığında, kimse ‘dur’ diye seslenmez” der. Ama Ella ve niceleri, bu dijital kötülük karşısında “artık yeter”, diye sesleniyor; sivil toplum kuruluşları ve telekomünikasyon şirketleri “artık yeter” diyor ve her yönden yükselen bu çağrıya kayıtsız kalmanın bedeli çok yüksek. Düşlerindeki çocuk dostu dünyayı bir gün elbet yaratacağız Ella… Dijital ayak izi bırakmadan geçireceğin bir çocukluğu sana elbette bir gün hediye edeceğiz… En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi Çocuğun Unutulma Hakkı
AB Çapında Kampanyalar
Türkiye’de Durum