Menekşe Tokyay
Daha İyi ve Güzel Bir Yaşam… Peki Ama Nasıl?
Nasıl daha iyi ve güzel bir yaşam kurarız? Ben sormuyorum, kendisini “beyni anlamaya çalışan bir bilim insanı” olarak tanımlayan beyin cerrahisi profesörü Türker Kılıç soruyor.
Ama hepimiz zaman zaman tam da bu soruyu kendimize ve yakın çevremize yöneltiyor; açmazlarımıza ve isyanlarımıza çözümler bulmak için beyin fırtınaları yapıyoruz. Örneğin, değerli Sümerolog-tarihçi Muazzez İlmiye Çığ’a göre yaşamın anlamı, “Dünyadaki yerimizin izini sürmek ve yaşama sebebimizi bulmak”tan geçiyor. Çığ, “Bunun için de zihnini hep yeni şeyler öğrenmeye açık tutmak gerek” diyor.
Prof. Türker Kılıç, Doğan Kitap etiketiyle kısa süre önce “Nasıl daha iyi ve güzel bir yaşam kurarız? Beyinbilimin yanıtı” başlıklı müthiş bir kitap yayımladı.
Beynindeki Bağlantısallıkları Tanı
Bu sene yapay sinir ağlarıyla makine öğrenimini mümkün kılan keşifler yapan iki bilim insanının üzerinde çalıştığı beyin bağlantısallığının matematik modellemesinin Nobel Fizik ödülü aldığı düşünüldüğünde daha iyi ve güzel bir yaşamın sırrı, büyük ölçüde beynimizin içini tanımakla da bağlantılı hale geliyor.
Bu açıdan, aslında “yaşamın yapı taşı atom değil enformasyon” diyen, “nasıl oluyor da 1500 gramdan ve 100 milyar nörondan oluşan bu et düşünebiliyor, nasıl zihin oluşturuyor, nasıl dil öğreniyor?” diye soran Prof. Kılıç, insan merkezli yaşam yerine “yaşam merkezli insan anlayışını” örneklerle çeşitlendiren yaklaşımıyla sadece bilimde değil sosyoloji ve felsefeden siyaset bilimi çalışmalarına dek birçok alandaki ön kabullerimizi sorgulatarak okurun ufkunu açıyor.
Peki, nasıl daha iyi ve güzel bir yaşam kurarız?
Kısa yoldan zengin olmanın, doğru sorular sormaktansa hızlı yanıtlar vermenin ve hatta kısa yoldan zengin olmanın geçer akçe olduğu, düşünce zenginliğindense düşünce sığlığının adeta pandemi haline geldiği bir çağda, yaşamımızı ve dünyamızı nasıl iyileştiririz ve nasıl anlamlandırırız?
Aslında yanıt net: Hayatlarımızın arasındaki kesişimsel bağlantısallıkları önemseyerek ve yeryüzündeki her canlıya eşit derecede önem ve saygı göstererek…
Prof. Kılıç’ın dediği gibi, her şey içinde bulunduğu ağ ile anlamlı… “Eğer kendinizi geliştirmek istiyorsanız en kolay yolu, yanınızdakini geliştirmek” diyor kendisi. Çünkü yaşamın ve bu dünyanın tek sahibi biz değiliz. Çünkü yaşam aslında canlı ve cansız tüm bileşenlerinin aritmetik toplamının da ötesinde. Çünkü her şey içinde bulunduğu ağ ile gerçekleşiyor.
Yeni Bir Yaşam Kültürü
Yeni bir bakış açısı, yeni bir yaşam kültürü gerekli. Oysa, birbiri ardı sıra vahşet, istismar, tecavüz, kadın ve çocuk cinayeti haberleriyle doluyor telefon ekranlarımız…
Vicdanını yitirmiş bir çağın gerçekleri karşısında insanlığımızı koruma uğraşı veriyoruz.
Bebekten katil yaratan karanlığın bileşenlerini sorgulamadıkça ve sadece sonuca odaklandıkça yaşam merkezli insan anlayışından fersah fersah uzaklaşıyoruz.
Oysa, Prof. Kılıç’ın da dediği gibi, “Sağlıksız bir ormanın içindeki, sağlıksız bir ağacın üzerindeki yaprağın sağlıklı olması mümkün değil.” Bir toplumun sağlığını iyileştirmek ve onarıcı adalet seçeneklerini konuşmak yerine hapis cezalarının süresine odaklandıkça, canlılara yönelik hiçbir şiddet türü tamamen sona ermiyor, çünkü failler cezanın “yatarı”na bakıyorlar sadece.
Bizim artık yeni bir yaşam modeli üzerinde tartışmamız gerekiyor.
TÜİK verilerine göre geçen yıl cinsel istismara maruz kalan yaklaşık 29 bin çocuğun %85’inden fazlası kız çocuklarıyken; bu yılın ilk altı ayında en az 14 kız çocuğu katledilmişken; Adalet Bakanlığı verilerine göre Türkiye genelinde başsavcılıkların çocukların cinsel istismarına ilişkin açtığı dosya sayısı 2015-2023 arasında yaklaşık iki katına çıkmışken ve çocukların cinsel istismarı iddiasıyla geçen sene 40 binin üzerinde yeni dosya açılmışken “nasıl daha iyi ve güzel bir yaşam kurarız?” sorusunun ilk aşamada tek yanıtı oluyor bizim için: “Hayatta kalmaya çalışarak” ve “ruh ve beden bütünlüğünü koruyarak”…
Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ndeki fiziksel ihtiyaçlar ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak üzere en alt seviyelerde “debeleniyoruz” adeta…
Yetkililerin tam tersi iddialarına rağmen, kadınlara karşı işlenen fiziksel suçların cezasız kalacağına, benzer durumda kaldığımızda hukukun bizi korumayabileceğine dair endişelerimiz kaplıyor kalbimizi…
İçimiz alabildiğine şişiyor.
Balon gibi şişiyor.
Patladı patlayacak…
Kendimizi ve çevremizi risklerden korumak ile gündelik yaşantımıza devam etmek arasındaki sarkaçta gidip geliyoruz ürkekçe…
Murathan Mungan’ın “Türkiye’de yaşamak uzun zamandır her sabah aynı anda birçok cephede savaşmaya uyanmak anlamına geliyor,” dediği bir şiddet sarmalının içinden geçiyoruz.
Tüm bu yozlaşmış sarmalın ve çürümüşlüğün içine son olarak anlaşmalı hastanelerin yoğun bakım servislerinde bebeklerin canına kıyarak, SGK’yı dolandırarak zengin olan çetelere dair kan dondurucu gerçekler de dahil oldu. Özdemir Asaf’a “İnsanlar, insanların içinde, insana hasret yaşarlar” dedirten bir karanlık bu…. Yarın acaba bizi nasıl bir korkunçluk daha bekliyor diye düşünerek geçiyor günümüz…
Kısa Süreli Hassasiyetler
Başkalarının acılarına olan hassasiyetimiz ise 24 saatle sınırlı kalabiliyor, tanık olduğumuz vahşeti kısa sürede gündemden düşürüp “kanıksayabiliyoruz”. Çünkü bir sonraki acı, son sürat üzerimize geliyor.
IPSOS verilerine göre Türkiye’de her 100 kişiden 38’i ruh sağlığı sorunu -ağırlıklı olarak depresyon, fobi ve anksiyete bozukluğu- yaşarken nasıl daha sağlıklı bir toplum olabileceğimizi merak ediyoruz.
Çocuk yetiştirmeyi kolay bir şey sanıyoruz. Önüne o “sihirli ekranı” yerleştirdiğimizde, çocuğun “özgürlük alanını” önemsediğimizi, “modern ebeveyn” olduğumuzu sanıyoruz. Ancak birçok çocuğun ve gencin, dijital araçlara ve sosyal medya ağlarına denetimsiz bir şekilde maruziyetinin, onları kriminal ağların dipsiz kuyularına çekme riskini umursamıyoruz. Okullarda bu konuda yeterli ve etkin bir dijital okuryazarlık eğitimi vermek ise gündemimizde bile değil.
Örneğin ABD’de 14 eyalet başsavcısı, kısa süre önce TikTok’a çocukların ruh sağlığını olumsuz etkileyen içeriklere ve bağımlılık yaratan özelliklere yer verdiği gerekçesiyle dava açmış, TikTok’ta viral olan bazı meydan okuma (challenge) videolarının ölüme dek vardığına dikkat çekmişti.
Bizde ise ancak bir cinayet sonrasında bir mesajlaşma ve sosyal medya uygulamasına erişim engeli getirerek tüm sorunların kökten çözüleceğine inanıyoruz. Gençlere ve çocuklara alternatif bir yaşam modeli ve bir yaşamdaşlık sunmadıkça, onları “yasakları VPN’le delmeye” teşvik etmekten öteye geçemiyoruz.
Gençlere ve çocuklara yaşamın sadece nefes alıp vermekten ibaret olmadığına, beynin gelişimi için kültüre, sanata, bilime su gibi, hava gibi, gıda gibi ihtiyacımız olduğunu anlatamadıkça onlarla bir yaşamdaşlık kuramıyoruz.
Ben söylemiyorum, TÜİK verileri söylüyor: Son 12 ayda 15 yaş ve üzeri fertlerin %85,3’ü sinemaya, %93,7’si canlı gösteriye, %92’si kültürel alanlara ve %94,9’u ise canlı spor etkinliğine gitmedi. Neden gitmedi? Çünkü gidemedi.
Tasarruf Tedbirleri ve Eğitimden Kopuşlar
Tasarruf tedbiri alınacak en son alan “eğitim” iken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde taşımalı eğitimi kaldırınca çocuklar okul yolunda otostop çekiyor, onları araçlarına zorla bindirmeye çalışan kişiler karşısında yaşam hakları tehlikeye giriyor, üstelik kız öğrenciler evlendiriliyor.
Türkiye’de eğitimden kopan çocukların sayısı alarm verirken, son bir yılda %38’lik artışla 612 binden fazla çocuk eğitim sisteminin dışında kaldı.
Neden eğitim dışında kaldı? Çünkü okula ulaşamadı. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nin en dibinde kalıverdi. Kız çocukların, sokaklarda güven içinde ve özgür olarak yürüyebilecekleri, eğitim politikalarında önceliklendirilecekleri aydınlık yarınlara dair hayalimiz bir kez daha ötelendi. Çünkü onlar da tasarruf edilecek bir “kalem” olarak görüldüler.
Öte yandan, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yıl sonu raporuna göre KADES uygulaması üzerinden 400 bin kadın şiddet ihbarında bulundu. Yani ülkemizde her saat 45 kadın şiddet ihbarında bulunuyor. Son bir yıl içinde korunma talebiyle yetkili mercilere başvuran 39 kadın, koruma altındayken katledildi. İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkmanın bedelini binlerce kadın yaşamıyla ödüyor.
İnsan yaşamını hiçe sayan, cezasızlık algısını perçinleyen, çocukları eğitimsiz kadınları da güvencesiz bırakan bu tablodaki tüm parçaların aslında mekândan ve zamandan bağımsız bağlantısallıklarını gözden kaçırıyoruz.
Bağlantısallıklar Her Yerde
Bir çocuğu aile sevgisi ve ilgisinden mahrum ederek, onu dijital dünyanın ortasına bırakmanın sonucunda siber uşaklaştırmadan kriminal ağların parçası olmaya dek birçok risk karşısında terk etmenin, mekân ve zamandan bağımsız olarak onu ileride “suça sürüklenen bir çocuk” haline getirme riski, işte Prof. Kılıç’ın da sözünü ettiği bağlantısallıkla örtüşüyor.
Aynı şekilde okulu cazip bir eğitim ekosistemi haline getirmemenin, çocuklara yıllardır hak savunucularının tüm çağrılarına rağmen ücretsiz okul yemeği vermemenin, tasarruf gerekçesiyle okullarda çocukları pis dersliklere ve salgın hastalıklara davetiye çıkaran tuvaletlere mahkûm bırakmanın aslında birbiriyle kesişen bağlantısallıkların olduğu bir ağ oluşturduğunu gördüğümüzde, çocukların eğitimden kopuşlarının altındaki sebepleri de daha iyi kavrıyoruz.
Çünkü hijyen sadece hijyen değildir, yemek de sadece yemek değildir. Sistemin parçaları birbirini etkiler, insanlar birbirini yaratır, sistemin içindeki parçalar ancak yanındaki parçayı geliştirdikçe gelişir. Toplumun kendisi bir “beyin” ise, eğitimden toplumsal cinsiyet eşitliğine, adaletten beslenmeye dek her şey aslında birer “nöron” ve hepsi bir bağlantısallık ağı içinde yanındakini var ediyorlar veya yok ediyorlar.
Sizin keyfinize göre kritik bir kalemde aldığınız tasarruf tedbiri, bilardo topları misali, tüm bu bağlantısallık ağını zaman ve mekândan bağımsız şekilde belki de nesillerce etkileyecek sonuçları tetikliyor.
Toplumsal sistem tamamen birleşik kaplar düzenine göre işliyor. Bugün yarattığımız veya yaratamadığımız enformasyon ağının içindeki her şey, yaşama bir şeyler katıyor veya yaşamımızdan bir şeyler alıyor.
Daha Güzel Yaşamın Sırrı
En baştaki soruya geri dönelim: Nasıl daha iyi ve güzel bir yaşam kurarız?
Yaşamla ilişkimizde yeni bir sayfa açarak, sahip olmak yerine yaşamı anlamlandırmaya odaklanarak…
Örneğin eğitimin, en kısa sürede yanıt veren çocuklar yetiştirmektense, doğru zamanda ve meraka dayalı soru soran, farkındalığı yüksek, yaratıcı çocukları ödüllendirmeye odaklanmasını sağlayarak…
Cüzdanları kolay yoldan doldurmaya değil, yaşamı zenginleştirmeye ve hayatı anlamlandırmaya çabalayan nesilleri eğitecek güçlü eğitimci kadroları yetiştirerek…
Çocukların eğitimden kopuş eğilimlerini takip eden, bu konularda tavsiyelerde bulunan, nelerin yanlış yapıldığı konusunda eleştirilerini dillendiren uzmanları dinleyerek…
Yaşamın hakkını, örneğin Kaz Dağları’nı veya sokak hayvanlarının canını, gerektiğinde insana karşı koruyarak, insanın doğanın bütün unsurlarıyla beraberce var olduğunu ve tüm canlılarla eşit haklara sahip olduğunu, zira okyanusun içinde sadece bir damla olduğunu ayırt etmesini sağlayarak…
“Yaşam hikayemiz, dünyayı bulduğumuzdan daha iyi ve güzel bir yer olarak devretme çabasıdır. Çünkü yaşama ne şekilde baktığımız, yaşamın bize ne şekilde baktığını belirler,” diyor Prof. Kılıç.
Belki biraz da Tagore’ye kulak vererek: “Bir insan, ne zaman gölgesinde oturamayacağını bildiği halde ağaç dikmeye devam eder, işte o zaman yaşamın anlamını anlamaya başlamıştır.”
Prof. Kılıç’ın kitabında sayısız örnekle ve yaşanmışlıkla ele aldığı bu yeni yaşam modeliyle ne şekilde etkileşime geçeceğimiz, aslında içinde yaşadığımız kültür tarafından belirleniyor.
Sistem bir toplumda sadece sosyoekonomik açıdan avantajlı kesimin çocuklarının gıdaya ve nitelikli eğitime erişimi olabileceği önkabulü üzerine kurgulanırsa, “önce ben karnımı doyurayım da, başkaları başının çaresine baksın” mantığıyla hareket edilirse, dünyada biricik ve tüm canlılardan üstün olduğumuz yanılgısına teslim oluruz ve “daha iyi ve güzel bir yaşam ideali”nden kendimizi kendi ellerimizle uzaklaştırırız.
Çünkü aslolan, parçaların birbiriyle olan bağlantı ağıdır. Parçaların bağlantıları zayıfsa, son kertede sistem de zayıflar. Çünkü sistem, birbirleriyle etkileşim içindeki parçalardan oluşan bir ağdır.
Toplumsal kuralları sadece ayrıcalıklı kesimin tekelinde gören, trafikte içinde hasta olan ambulansın bile önünü keserek sağlık çalışanını yumruklama cüreti gösterebilen, kendi perspektifinden üstün gördüğü her insanı yaşamın üstünde konumlandıran bir yaşam kültürü yerine, artık, yaşamı gerektiğinde insana karşı koruyan ve doğadaki tüm canlıların yaşam hakkını eşitleyen bir yaşamdaşlık üzerine uzun uzun konuşma, tartışma, fikir üretme zamanımız geldi de geçiyor bile…