Eda Yılmayan
MASALIMI YAZARKEN ANNEMLE YENİDEN BULUŞTUM
Ahmet Ümit bu sefer bir aşk masalıyla okurlarının karşısında. Annesinin iyi bir masal anlatıcısı olduğunu söyleyen Ümit,
“Bu kitabı yazarken yıllar evvel kaybettiğim annemle yeniden buluştum” diyor.
Polisiye edebiyatın sevilen ismi Ahmet Ümit aşkı anlattığı bir masal yazdı. Bir Aşk Masalı isimli kitapta beş farklı şehirde geçen bir hikâyeyi okuyoruz. Beş ülkenin prensi bir gece aynı rüyayla uyanır. Rüyalarında daha önce görmedikleri güzellikte bir kent ve kokusunu, ruhunu hissettikleri peri gibi bir kız vardır. Beşi birden bu kızın peşine takılır. Rehberleri ise Aşk Tanrıçasıdır. Ancak bu mutlu sonla biten bir masal değil! İnsanların sadece iyicil yanlarını ortaya çıkaran bir anlatı da değil! Ahmet Ümit anlattığı bu masalla aşkı ve iktidarı sorguluyor. Aşkın bir özgürlük olduğunu söyleyen yazar, amacının insanın yüce bir varlık olduğu inancının aksine kötücül yanlarına da dikkat çekmek ve bir insanlık eleştirisi yapmak olduğunu vurguluyor. “Teknoloji gelişti bir yandan uzaya, Mars’a gidiyoruz ama bir yandan insanlar hâlâ açlıkla uğraşıyor, başörtüsü gibi saçma sapan meseleleri, kadınların ne giyeceğini tartışıyoruz. İnsanlar dilleri, dinleri, cinsiyetleri farklı diye birbirlerine baskı uygulamaya, öldürmeye devam ediyor. İnsanlar hâlâ kul kültürüne biat ediyor.” Ümit insanın doğasını, hakikatini anlamadan bir sistem kurmanın zor olduğunu belirtiyor.
Bir Aşk Masalı kitabında masalların uçsuz bucaksız hayal dünyasında geziniyoruz. Zümrüdüanka kuşu, yılanlar, filler, kahinler, devler masal boyunca yoldaşımız oluyor. Ahmet Ümit’ten yeni bir Başkomser Nevzat kitabı beklerken o okurlarına masal anlatmayı tercih etti. Biz de kendisiyle yaptığımız söyleşiye nefes nefese okuduğumuz polisiye romanlarına biraz ara verip soluklanmak için mi masal yazdığını sorarak başladık. Artan kadın cinayetlerinden, aşkın bir esaret olmadığından, ataerkil düzenden, Türkiye’de hâlâ kırılamayan kul kültüründen girdik AKP’li Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın Türkçe’ye ilişkin çok tartışılan açıklamasından, iktidarı bırakmanın neden zor olduğundan çıktık. Söyleşinin tamamı Bidebunu izle Youtube kanalında.
Türkiye’de polisiye denilince akla ilk gelen isim sizsiniz. Son yayımlanan kitabınızsa bir masal kitabı. Daha önce ‘Masal Masal İçinde’ ve ‘Olmayan Ülke’ isimli kitaplarınız yayımlanmıştı. Masal yazmaya nasıl karar verdiniz? Polisiyenin sürükleyici, koşturmalı dünyasından uzaklaşmak biraz nefes almak için mi masal yazdınız?
Polisiye yazan bir yazar olarak biliniyorum ama zaman zaman polisiye dışında metinler de yazıyorum. ‘Masal Masal İçinde’ ve ‘Olmayan Ülke’ masal kitaplarım. ‘Ninatta’nın Bileziği’ isimli bir destan yazdım. İlk hikâyelerimde polisiye yoktur. Ağırlıklı olarak polisiye yazıyorum ve polisiye yazmayı da çok seviyorum. Polisiye çok heyecan verici, merakla okunan ve merakla yazılan bir tür ama bu bile zaman zaman insanı sıkabiliyor. Bir de her konuyu polisiye ile anlatamayabilirsiniz. Her konunun, her içeriğin bir biçimi olması gerekir. Bu biçimi bulmak doğru. Aşk masalı ve aşkı anlatan bir hikâye anlatmak istiyordum ama amacım bir insanlık eleştirisiydi. Bugün çağımız uygarlığın tıkandığına tanıklık ediyor. Teknoloji gelişti bir yandan uzaya, Mars’a gidiyoruz ama bir yandan insanlar hâlâ açlıkla uğraşıyor, başörtüsü gibi saçma sapan meseleleri, kadınların ne giyeceğini tartışıyoruz. İnsanlar dilleri, dinleri, cinsiyetleri farklı diye birbirlerine baskı uygulamaya, öldürmeye devam ediyor. İnsanlar hâlâ kul kültürüne biat ediyor. Bir yandan müthiş bir zekâ, yaratıcılık diğer bir yanda derin bir cehalet, yıkım. Bir tarafta refah, bir tarafta yoksulluk. Sistem eleştirisi yapabiliriz, kapitalizm, sanayi toplumu eleştirisi yapabiliriz ama hepsinin temelindeki malzeme insandır. Yıllarca gerek dinler gerek Rönesans gerek sosyalizm “İnsan en yüce varlıktır” düşüncesine inandılar. Bütün düşünceler bunun üzerine kuruldu. Bu doğru değil! Biz iyi insan olduğumuz kadar kötüyüz. Fedakâr olduğumuz kadar benciliz. Şefkatli olduğumuz kadar vahşiyiz, acımasızız, yıkıcıyız. Zeki olduğumuz kadar aptalız. Bunları koyduğumuz zaman ancak uygarlık kendine bir ders çıkarabilir. Bunun üzerine çeşitli siyasal sistemler kuruldu. Bunlar önemli ama insan doğasını, insanın hakikatini anlamadan bir sistem kurmak son derece zor. O nedenle bu masal kitabında aşktan yola çıkarak bir insanlık eleştirisi yapmak istedim.
“MASALLA YENİ BİR YAZIMSAL YOLCULU YAPMAK İSTEDİM”
Neden masal peki?
Aşka en çok yakışan türün masal olduğuna inanıyorum. Aşkın akılla ilgisi yok. Aşk akıl dışı ve mantık dışıdır. Sevgide akıl vardır, iyilik vardır, karşılıklı fedakârlık vardır. Çoğu zaman bir insana neden âşık olduğumuzu çözümleyemeyiz. Birdenbire kendimizi rengârenk bir girdabın içinde buluruz. Mantıkla aşkı sınırlandırmak zordur. Polisiyede bunu yapamazsınız. Masalda istediğim her şeyi yapabilirim. Zümrüdüanka küllerinden doğar, beş prens aynı gece aynı rüyayı görür. Bu masalı o yüzden yazmaya karar verdim. Yeni bir Başkomser Nevzat romanına başlamadan yazınsal başka bir yolculuk yapmak istedim.
BEŞİN SIRRI
Anlattığınız masalda ‘beş’ önemli bir rakam. Beş şehir, beş prens var. Bu beş prens aynı rüyayı görüyor. Rüyayı da beşinci ayın, beşinci gecesi görüyorlar. Nedir beşin sırrı?
Kadim bilgilerde, bütün mitolojilerde sayıların nesneleri belirtmek dışında da anlamı vardır. Mitolojinin tanımlamasına göre iki dişidir, üç erildir. İkisinin birliği evlilik, ilişki, insanın soyunun devamı, aşk, sevgi, bütün bunları temsil eder. Eril üç, ikiyle beşe tamamlanacaktır. Bu tamamlanış kadın ve erkeğin birliğidir. Dolayısıyla masal bu ilişkiyi, aşkı belki de evliliği tanımladığı için her şeyi beş üzerine oturtmaya karar verdim. Genellikle içerik kurguyu belirler. Burada da öyle oldu. İçeriğe uygun bir şekilde beş sayısını kullanmaya başladım.
“AŞK YAŞATMAKTIR”
Aşk Tanrıçası dile geliyor. Prenslere aradıkları şehri ve kızı bulmaları için ne yapmaları gerektiğini söylüyor. İlki kararlı olmaları. Peşinden cesaret, tutku, iyilik ve özgürlük geliyor. Özgürlük önemli. Kitabın sonunda bu aşk masalı özgürlüğe bağlanıyor. Sizin masalınızda özgürlük bize neyi anlatıyor?
Aşk gönüllü köleliktir. “Hayatımın anlamı sensin”, “Hayatımın merkezinde sen yer alıyorsun” diyorsunuz. Bu gönüllü bir şey, burada bir sorun yok. Bir süre sonra şöyle oluyor: Genellikle bunu erkekler yapıyor. Bir adam bir kadına âşık oluyor. Kadın da belki başta ona âşık oluyor ama bir süre sonra adam diyor ki “Ben sana âşık oldum artık benim için yaşayacaksın.” Kılığına, kıyafetine, iş yerine, konuşmasına, arkadaşlarına, her şeyine karışıyor. Bizde şarkılar da var. ‘Ya benimsin ya toprağın’, ‘Saçlarını yol getir’ gibi ilkel şarkılarvar. Korkunç bir kültür. Aşkın kanıtı ölmek veya öldürmek değildir. Aşkın kanıtı yaşatmaktır. Aşk dediğimiz zaman gözlerimiz ışıyor. Hastalıklı beyinler, yanlış kültür, ataerkil yapı özellikle erkeklerde “Ya benimsin ya toprağın” ya da “Benim dediğimi yapmazsan seni öldürürüm sonra da kendimi öldürürüm” gibi bunun örneklerini özellikle son dönemde Türkiye’de kadın cinayetlerinde görüyoruz. Bu artışı da buna bağlamak lazım. Kadınlar uyanıyorlar. Kadınlar artık erkeğe bağlı yaşamak istemiyor, erkeğe biat etmek istemiyorlar. Kadın eğer özgürse, kendi ayakları üzerinde duyuruyorsa onunla beraber birine âşık oluyorsa burada özgürlük vardır. Aşk almak üzerine kurulu değildir, vermek üzerine kuruludur.
“ASIL SORUN; KUL KÜLTÜRÜ”
Bizim toplumumuzda bir kul kültürü var. Siz bir söyleşinizde toplumsal yapıların öneminden söz ediyorsunuz. Sözünü ettiğiniz ataerkil sistemin yanı sıra bu kul kültürü de kadın-erkek ilişkilerini belirlemiyor mu? Kentleşmeyle zorunlu olarak bu yapılar çözülüyor. Kadın cinayetlerindeki artışın sebebi de bu olabilir. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Güzel bir konuya değindiniz. Bizim ülkemizdeki asıl sorun; kul kültürünün yaygın olarak devam etmesi. Önümüzdeki yıl cumhuriyetin 100. yıldönümünü kutlayacağız. 100 yıllık bir cumhuriyet deneyimimiz var. Cumhuriyetin özü şudur: Yetkiyi padişahtan, kraldan, imparatordan alıp halka vermek ve kul kültürünü kaldırmak. Kral, padişah, imparator olduğunda onların tebaaları var, vatandaşlar ve yurttaşlar yok! İttihat Terakki ve sonra Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde cumhuriyetle beraber bu kul kültürü ortadan kaldırılacaktı ama maalesef biz bunu kaldıramadık. Kul kültürü devam etti. Bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün zamanında bile Atatürk’ü bir padişah olarak andılar. Daha sonra İsmet İnönü’yü, Menderes’i, Süleyman Demirel’i de. Zaten Tayyip Erdoğan tam da bunu istiyor. Kul kültüründeki sıralanış şöyle: En üstte tanrı, onun altında kral, onun altında ailede erkekler var, kadınlar yok! Bugün sanayileşme elbette kul kültürünü parçalar. Çünkü Fransız Devrimi’ni yaratan şey de sanayileşmeydi. Sanayileşme olduğu için insanlar monarşinin dar kalıplarından çıkmak istediler. Krallığı yıktılar ve bir cumhuriyet kurdular. Vatandaş olmak istiyorlardı. Kapitalist sistem ve sanayileşme de bunu gerekli kıldı. Şimdi bizde de bu oluyor. Kadınlar çalışmak zorunda. Ev kadınlığı görünmeyen bir emektir.
“BİR ZAMANLAR KUTSAL OLAN KADINLARDI”
Erkeklik kutsal bir şey değil! Binlerce yıl önce Çatalhöyük’te ana tanrıça vardı. Erkek tanrı yoktu. Erkekler kadını kutsal zannediyorlardı. Kadını dölleyenin kendileri olduğunun farkında değillerdi. Kadınlar topraktan, rüzgârdan, sudan dölleniyor sanıyorlardı. Bir zamanlar kutsal olan kadınlardı. Erkekler şimdi kutsal olan benim çünkü tanrımız erildir diyor. Kul kültürünün yıkılması gerekiyor. Gerçekten Türkiye’de bireyler, vatandaşlar ortaya çıktığında kadınlar özgür olarak ortaya çıkacaklardır. Fransız devriminin simge resmi vardır. En önde elinde bir bayrakla bir kadın vardır. Türkiye’de kadın kurtuluşu mücadelesinin sürdüğüne inanıyorum. Bütün kadınlarda bu bilinç oluşuyor ve artık ‘Yeter!’ diyorlar.
“AKIL DIŞI BİR AÇIKLAMA”
Cumhuriyetin değerlerine savaş açmış bir iktidar var. Dilimiz kültürün taşıyıcısı. Masallar da sözlü kültürün taşıyıcıları. AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın bir açıklaması oldu. “Cumhuriyet düşünce setlerimizi yok etmiştir. Bugün konuştuğumuz Türkçe’yle düşünce üretemeyiz” diyor. Çok sayıda kitabınız var, Türkçe yazıyorsunuz, kitaplarınız 34 dile çevriliyor. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son derece talihsiz, anlamsız bir konuşma. Birtakım özlemleri dile getiren ama yararı da olmayan bir konuşma. Yunus Emre Türkçe yazan ve çok güzel yazan şairlerimizden biridir. Nâzım Hikmet Arapça yazmadı. Bunu söylemenin anlamı yok! Söylenmek istenenle bu o kadar saçma ki… Bunu anlatan kişi Arapça konuşmuyor Türkçe konuşuyor. Bir de her şeyi karıştırıyor. Kullanılan harfler Arapça ama kullanılan dil yine Türkçe’ydi. Şimdi deniliyor ki “Dedelerimizin mezarlarını okuyamıyoruz”. Bu topraklarda Hititler yaşamış. Antik Yunan, Roma, Doğu Roma, Likya, Frigya, Troya var. Hayata yeniden başlasam Osmanlıca mutlaka öğrenirim, dilim Türkçe’dir evet ama bununla yetinmem. Latince, Yunanca öğrenirim. Her ören yerinde, antik şehirde bunlar yazılı. Kültürden söz edeceksek liselerde seçmeli ders olarak Latince okutmamız lazım. Dili ortadan kaldırmak ne demek! Bununla yazıyoruz bununla kendimizi ifade ediyoruz. Orhan Pamuk bu dille Nobel aldı. Bu nasıl bir laftır. Akıl dışı bir şey! Anlamadığım şey şu: Arap ülkelerinde büyük reformlar mı gerçekleşti? İslamiyet’in aydınlanma dönemi, Endülüs dönemidir. O dönem önemli bir dönemdir ama orada kalmıştır. Arap ülkelerinin çocukları İngilizce öğreniyorlar. AKP’lilerin çocukları da İran’a ya da başka bir Arap ülkesine gitmiyorlar. İngiltere’ye, Amerika’ya gidiyorlar.
“DİYANET’İN MERCEDES TUTKUSU İNANILMAZ”
İktidarı bırakmak kolay bir şey değil! Tanrıça diyor ki “Taht demek, çıkar birliği demektir. Çıkar birliği olanlar da birbirine muhtaçtır. Sen olmazsan adamların da olmaz, adamların olmazsa sen de olmazsın, çünkü bunlar siyasetin hakikatleridir. Sarayın görkemli duvarlarının arkasında yaşanacak çirkin ve ucuz hakikatler.” İktidarı bırakmak cesaret istiyor değil mi?
Aşk iktidarsızlıktır. Hakimiyet kurmak değildir. Ele geçirmek, fethetmek değildir. Aşk gönül kazanmaktır. Dolayısıyla iktidarın karşıtıdır. Tasavvuf için de bunu söyleyebiliriz. Hz. Muhammed diyor ki “Ölmeden önce ölünüz.” Hayattaki bütün nefsinizi öldürünüz ancak o zaman ilahi aşka Allah’a kavuşursunuz diyor. Bugün siyasi iktidar kendisini İslamcı olarak tanımlıyor ve bu dünyada şaşaa debdebe içinde yaşayalım diyor. Diyanet’in Mercedes tutkusu, sarayda akan paralar inanılmaz şeylerdir. Bunların gerçek hayatla ilgisi yok! Nefis denilen şey iktidar. İktidar denilen şey nefsin örgütlenmiş halidir.
“MASALLAR İLK VATANIMIZA, ÇOCUKLUĞUMUZA GERİ DÖNÜŞTÜR”
Masal Masal İçinde kitabınızda “Annem iyi bir masal anlatıcısıydı” diyorsunuz. Büyüklerimiz sözlü kültürün kuşaklar arasında yayılmasını sağlayan kişilerdi. Anneniz sizi nasıl etkiledi?
Annem sözlü bir masal anlatıcısıydı, beni çok etkiledi. Hayal dünyamı geliştirdi. Masal ilk vatanımıza, çocukluğumuza geri dönüştür. Romanı batıdan aldık, roman Türklerin bulduğu bir dil değil. Şiiri İran’dan aldık. Masallar bizim öz edebi alanlarımızdan biri. Dede Korkut Hikâyeleri gibi. Büyükler için de yazdım. Hayallerimizi kaybediyoruz. Hayat koşulları çok zor ve giderek daha da zorlaşıyor. Bir durup, nefes almak gerekiyor. Bunun için de edebiyat başlı başına önemli. Masala dönmek çok kıymetli. ‘Olmayan Ülke’, ‘Masal Masal İçinde’ okullarda okutuluyor. Benim en çok okunan kitabım Masal Masal İçinde’dir. Sadece Türkiye’de değil, Rusça, Arapça yayımlandı. Kore’de ve Balkan ülkelerinde yayımlandı. Türkçe’de yazılmış, anlatılmış masalları önerdim ve okudular. Kitabım Kore’de okullarda okutuldu. Birkaç kitap sonra çocuklar için bir masal yazacağım.
“YAŞLANDIKTAN SONRA ŞİİR YAZABİLİRİM”
İlk kitabınız 1989’da yayımlanan bir şiir kitabı. ‘Sokağın Zulası’. Daha sonra öyküleriniz ve polisiye romanlarınız geldi. Hâlâ şiir yazıyor musunuz?
Kayıp Tanrılar Ülkesi kitabımda ikili anlatım var. Mitolojik bölümler şiir aslında. Başlı başına şiir yazmıyorum. Daha çok romanlarımın içindeki bölümlere ekleyerek yapıyorum. Şimdi daha hızlı düşünüyorum, hızlı hareket ediyorum. Biraz daha yaşlandıktan sonra belki de yazarım. Belki o zaman hafifler düşünce tarzım. Ağırlaşmak, yavaşlamak lazım, şiire de o yakışıyor. Bir dönem kendimi şiire verebilirim.
1995 yılında hem çocuklar hem de yetişkinler için masal yazmaya başlıyorsunuz. Kızınızın bunda bir etkisi oldu mu?
Çok etkisi oldu. Masalı kızım için yazdım. Annemin çok torunu var, onlara adadım. Kızıma çok masal anlatırdım. Ama sonra Olmayan Ülke’yi torunum Rüzgâr için yazdım. Kızımın ve torunumun o kitaplarda etkisi olmuştur. Bir Aşk Masalı’nı da başka bir kızıma kedim Leia’ya adadım. Annemi kaybedeli çok oldu ama bu kitabı yazarken annem yanımdaydı, bana sesleniyordu, şöyle yapma bunu yazmalısın diyordu. Bu kitabı yazarken annemle yeniden buluşmuş oldum.
Çocuk Kitapları
Masal Masal İçinde
Ahmet Ümit
Yapı Kredi Yayınları
Olmayan Ülke
Ahmet Ümit
Yapı Kredi Yayınları
Robinson Crusoe
Daniel Defoe
Çevirmen: Erol Erduran
Remzi Kitabevi
Lokumlu Masa
Gürsen Özen
Günışığı Yayınları
Müzik Satan Çocuklar
Yalvaş Ural
Resimleyen: Haslet Soyöz
Marsık Kitap
Annemle Uzayda
Ahmet Büke
Resimleyen: Sedat Girgin
Günışığı Yayınları
Haftanın Kitapları
Arzunun Serbest Dolaşımı
Ahmet Tulgar
İletişim Yayınları
Aret’in Yeri
Aret Silahlı
Eva Yayınları
Çocukta Rezilyans
Esneklik ve Toparlanabilme Becerisi
Alper Hasanoğlu, Şirin Seçkin
Remzi Kitabevi
Korku Metropolü İstanbul
18.Yüzyıldan Bugüne
Uğur Tanyeli
Metis Kitap
İstanbul İstanbul
Orhan Kemal
Everest Yayınları
İktidarların Sofrası
Yemek, Siyaset ve Simgesellik
Artun Ünsal
Everest Yayınları
Çok Satanlar
- Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig
- Bir Aşk Masalı, Ahmet Ümit
- İnsanlığımı Yitirirken, Osamu Dazai
- Kaplanın Sırtında: İstibdat ve Hürriyet, Zülfü Livaneli
- Seninle Başlamadı, Mark Wolynn
- Mermer Adam, Jean-Christophe Grange