İ. Bülent Çelik
Koyun kokusu
İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesinin biyoloji bölümünde tam altı buçuk yıl okudum.
Hayır, okul altı buçuk yıl değildi tabi ki!
Fen Fakültesi gibi ağır bir müfredatı, yüzde seksen devam zorunluluğu olan bir okulda okurken, bir yandan da profesyonel karikatüristlik yaptığım için; yani bu karikatür sevdası yüzünden okuldan, iki buçuk yıl fazladan tetebbu ederek mezun olabildim.
…
O zamanlar ‘karikatüristlik’ taşrada çok bilinen bir meslek değildi.
Kahvehanede, babamın bir arkadaşının: “Yiğenim, İstanbul’da ne iş yapıyorsun?” şeklindeki sorusuna, “Karikatüristim!” cevabını verince, amca önce başını gövdesiyle birlikte bir süre öne arkaya sallamış, sonra da kaşlarını kaldırıp aldığı derin nefesi verirken “Öyle gezmeynen iş olmaz!” diye bir cümle kurmuştu.
…
Anlamamıştım! Ne gezmesi?
Çok zaman sonra “dank” etti!..
Kelimenin sonundaki “türist” den, işin gezmeli mezmeli, “hayta” bir iş olduğunu düşünmüştü amcacık!
..
Neyse konuya dönelim.
Okulda o kadar uzun süre takılınca bazı normlarınız değişebiliyor.
Misal hücre ve hücre çekirdeği o kadar hayatımızın içindeydi ki, okulun genetik kurunu bitirdiğimde, hücre çekirdeği anlamına gelen “nükleus” kelimesini, herkesin; Sultan Hamam’daki hamalların bile bildiğini sanıyordum.
…
Sonra anladım ki ‘Nomenkülatura binnaris’i bile çok az kişi biliyormuş!
Mesleki kaptırıp gitmişlikle gelen mesleki salaklık!
…
İşte bu yüzden ben gerçekten ciddi ciddi şundan kuşkulanıyorum.
Acaba Sayın Nebati, bu memleketin hazinesinin ve maliyesinin bakanı olarak bu söylediğinde samimi olabilir mi?
Tıpkı, damak tadı henüz Türk Milletinin düzeyine ulaşamamış ve bu yüzden “Et pahalı geliyorsa koyun kestirin, daha ucuza geliyor, ben öyle yapıyorum” diyen Büyük Birlik Partisinin başkanı Sayın Mustafa Destici gibi…
Daha önce “Et yemeyin, ot yiyin, daha sağlıklı” diyen bakan gibi…
…
Yani gerçekten, Sayın Nebati Bakanımız da “Aslında ette bir fiyat sorunumuz yok.
Koyun diye bir evcil hayvanımız var. Fiyatı dana etinden çok ucuz. Ama eti kokuyor! Artık gelişmiş olan vatandaşımızın, gelişen damak tadına uygun değil. Onu sevmiyor!”
mealindeki cümleyi, gerçekten de, zenginlik pergeliyle çizilmiş bir daire içinde yaşadığı ve o dairenin dışından bihaber olduğu için kuruyor olabilir mi?
…
Bu abiler, gerçekten de hiç kasaba gitmiyor ve kasapta koyun eti diye bir etin satılmadığını, kuzu etinin de dana etinden daha pahalı satıldığını bilmiyor olabilirler mi?
…
Mesela Türkiye’nin en büyük seyahat acentasının ve bissürü ottelin sahibi olan Turizm Bakanı, ortalama vatandaş arasında parasızlıktan ömür boyu tatile çıkamamak gibi bir durum olduğunu bilmiyor olabilir mi?
…
Mesela bissürü hastanesi olan Sağlık Bakanı; parasızlıktan, “ya amansız bir hastalığa yakalanırsam hastane parasını nasıl öderim” endişesinin beynini kemirmesi sonucu amansız hastalığa yakalanan bir gariban kesimin var olabileceğini tahmin edemiyor olabilir mi?
…
Sordum:
Amerika’da en baba etin kilosu 12 dolar. Amerikalı asgari ücretlinin saat ücreti 15 dolar.
Bizde En ucuz et 350 Lira. Asgari ücretlinin saat ücreti 35 Lira.
Adam bir kilo eti bir saatlik ücreti ile fazla fazla alırken, bizim garibanın, bırak saati, bir günlük yevmiyesi bile yetmiyor!
…
Arkadaş!
Şu bakanları zenginden seçmeyin hakikatten yahu!..
Hergün Papermoon’da porsiyonu iki bin liraya risotto yiyen adam makarnanın paket fiyatını bilebilir mi?
Açık ve net anlatmak lazım!
Konuya girmeden merhum Nehar usta’yı bir analım.
Nehar Tüblek Hürriyet gazetesindeki köşesinde sık sık üzerine vatandaşın oturtulduğu biz kazık karikatürü çizerdi.
…
Zamları ve hayat pahalılığını, elinde filesiyle bu kazığın üzerinde oturan vatandaşı konuşturarak anlatmaya çalışırdı.
Bu görüntü, zammın ve enflasyonun etkili bir sembolü haline gelmişti.
…
Bu girizgahı şunun için yaptık?
Geçen gün, 18 Dakika programında Emre Hoca ile Merdan Yanardağ’ın; RTÜK korkusundan ziyade yüksek nezaketlerinden kaynaklanan bir hassasiyetle, kazığı Nehar Tüblek gibi yerli yerine oturtamayınca, ‘enflasyonun azalmasının fiyatların ucuzlaması anlamına gelmeyeceğini’ anlatmakta nasıl zorlandıklarını, nasıl kıvrandıklarını izledim.
…
Her ikisi de konuşmacısı oldukları programın; kuşağı, çerçevesi, ağırlığı yanında, akademisyen duruşlarının çizdiği sınırlar içinde kalma kaygısıyla olsa gerek, mizahın o hınzır tarzını kullanamadılar ve Nehar ustanın üslubundaki o çıplak netliğe ulaşamadılar .
…
Misal Emre Hoca, meseleyi izah etmeye çalışırken, kazığın gırtlağa, ciğere kadar sokulması” gibi bir oral tanımlama ile fiili bir nebze yumuşatma yoluna gitti.
…
Merdan Yanardağ ise, enflasyon artış hızını, otomobille gidilen bir yola benzeterek, enflasyon yüzde yüz iken, otomobille 200 km yol aldıysanız, enflasyon yüzde elliye düştüğünde 100 km daha yol alırsınız. Böylece aldığınız yolun toplamı 300 km’ye çıkar” gibi bir oransal modelleme yaptı.
…
Son üniversite sınavında 1 milyon öğrencisine sıfır çektirmiş bir ülkenin insanına, başlarındaki en büyük belayı matematikle anlatmaya çalıştı.
…
Metin Akpınar üstadın, ünlü “Beyoğlu Beyoğlu” oyunundaki repliği ile nokta koyalım!
“Na hak yere kendinizi helak etmeyiniz beyler!”
Gelin, doğrudan Nehar ustaya dönelim.
Enflasyonun azalması ile ürün fiyatlarının nasıl azalmayacağını açık seçik onun metoduyla anlatalım.
…
Efendim enflasyon, garip kıçımıza sokulan uzun bir kazıktır!
Ancak reel ücretler, ‘reel yani gerçek enflasyon oranı’ kadar yükselirse bunu hissetmeyiz!
Yani kazık kıçımıza, ücretimizin artışı ile enfflasyonun artışı arasındaki fark kadar girer.
Buradan da anlaşılacağı gibi her kesimin enflasyonu, o kesimin ücret artışı ile bağlantılıdır.
…
Ücretin hiç artmadığını düşünelim:
Enflasyon yüzde seksen ise kazığın 80 cm’si kıçımıza girmiş demektir.
Tam bu esnada enflasyon %50 düşerse kazığın kıçımıza doğru bu kez, 80’nin yarısı, 40 cm daha itelenmesi demektir.
Enflasyon yarı yarıya düştüğü halde kazığın kıçımızdaki boyutu, inmek bir yana 120 cm ye çıkar.
…
Peki bu kazık abdominal bölgemizi ne zaman terk eder?
Ancak enflasyon eksiye düşerse kazık duhul etmiş olduğu seviyeden geriye doğru çekilmeye başlar.
Bir yıl sonra enflasyonun sıfır olması, ürün fiyatlarının bir yıl sonra bugünkü fiyatında olması, yani kazığın kıçımıza girdiği yerde sabit durması demektir.
…
Peki Nehar Tüblek usta bunu “edepsizliğinden” mi bu şekilde anlatıyordu.
Tabi ki hayır!
Kendisini tanımış birisi olarak söylüyorum.
Aksine çok latif bir insandı.
Ancak biliyordu ki vatardaş ancak böyle tarif edersen daha net anlar.
Yer ile yeksan
Erdoğan, iftar yemeğinde emeklilere yaptığı konuşmada, Kılıçdaroğlu’nun vaadettiği ikramiyeyi kast ederek: “Muhalefet iktidara gelirse, ekonomiyi iki günde yer ile yeksan edecek” dedi.
…
Şimdi biz, yıllarını Maliye Gelirler Kontrolörlüğü, Hesap Uzmanlığı gibi devletin hesap kitap işinde yetişmiş, borcun, alacağın ciğerini bilen Kılıçdaroğlu’nun “veririm” demesine mi inanacağız; ben ekonomistim diyen ama tutarlı bir diploma bile gösteremeyen, “Nas” deyip zaten çökmüş bir ekonominin beline son baltayı indiren, hazinenin kasasını tüketip 50 milyar dolarlık borç senedi bırakan Erdoğan’ın “veremez!” demesine mi inanacağız?
…
Hesap ettim!
Emeklilere verilecek ikramiye, dolar hesabıyla yılda 8 milyar dolar yapıyor.
Hani, Kılıçdaroğlu’nun bir “Hesap Uzmanı” olarak devlete ihalelerle fazladan atılan kazık olarak hesap ettiği 418 milyar doların 8 Milyarcığı!..
Endişeye mahal yok!
Soğan kafalı?
Edebiyat öğretmenimiz cevabını beğenmediği öğrenciye “Soğan kafalı!” derdi.
…
Soğan ikiye ayrılır!
Öyle yumruğu vurunca değil..
Üretim açısından.
“Kısa gün soğanı” Eylül Ekim’de ekilir, bu aylarda hasat edilir, hemen satılır.
“Uzun gün soğanı” Şubat, Martaylarında ekilir ve yaz ortasında hasat edilir. Sonra da depolanarak kurutulur.
Kurumamışı hemen, kurusu ertesi yıl piyasaya verilir.
…
Siz, işi bilmediğiniz için, soğan depolarına stok yapıyorlar diye terörist muamelesi yaparsanız, depoları basarsanız, üretici korkudan soğanı depolamaz, tazeyken elden çıkarır.
Elde az miktarda kalarak ertesi yıla ulaşabilen uzun gün soğanı 25 Liraya, 30 liraya satılır!
…
Soğan kafalılığın alemi yok!