Menekşe Tokyay
Köpeği çıkarıp çay demleyen erkekler, Nobel Ödülü kazandırır mı?
Bu yıl Nobel Ekonomi Ödülü’nü cinsiyetler arasındaki ücret eşitsizliğine yönelik kapsamlı çalışmasıyla alan Claudia Goldin, ödülü aldığını duyduğunda eşine müjdeli haberi vermiş. Eşi, “Sana nasıl yardımcı olabilirim?” diye sorduğunda Goldin’in yanıtı, “Köpeği dışarı çıkarmasını ve çay demlemesini söyledim ona. Ben de böylelikle basın konferansı için çalışabilirdim” olmuş. İşte kadının kendini gerçekleştirmesini mümkün kılan yük paylaşımı bazen bu kadar kolay bir adımla olabiliyor: Köpeği dışarı çıkarmak ve çayı demlemek…
Bir süredir toksikleşen uluslararası gündem karşısında kendimi edebiyat ve müziğin kozasında korumaya aldım. Bu süreçte imdadıma Nobel Ödülleri yetişti ki başka bir dünya olduğuna, halen ümitvar kalınabileceğine dair inancım bir nebze de olsa pekişti.
1901’den bu yana 122 yıldır edebiyat, fizik, kimya, tıp, ekonomi ve barış dallarında dağıtılan Nobel Ödülleri sayesinde her yıl insanlığa katkı sağlayan araştırma, eser ve buluşlar tebrik edilip ödüllendiriliyor.
Bir önceki yazımda Nobel Tıp Ödülü’nü mRNA aşı teknolojisi alanında meslektaşı Drew Weissman ile yaptığı çalışmalarla kazanan Katalin Kariko’dan söz etmiştim.
Beni bu sene onun kadar heyecanlandıran bir Nobel Ödülü sahibi daha var: Nobel Ekonomi Ödülü’nün bu yıl kazananı olan ve bu ödülü cinsiyetler arasındaki ücret eşitsizliğine yönelik kapsamlı çalışmasıyla alan 77 yaşındaki Amerikalı ekonomi tarihçisi Claudia Goldin, Harvard Üniversitesi’nde profesör.
Nobel tarihinde bu dalda ödül kazanan üçüncü kadın olan, böylelikle bir anlamda Nobel Komitesi’nin kendi içindeki “cinsiyet uçurumunu” gözler önüne seren Goldin, çalışmasında, kadınların gelirleri ile işgücü piyasasına katılımlarını incelerken, cinsiyet uçurumunun temel dinamiklerini de “didik didik” etmiş bir araştırmacı.
Cinsiyet Uçurumunu Anlamak
Goldin, bu alandaki en kapsamlı çalışmalardan biri olan “Cinsiyet Uçurumunu Anlamak: Amerikalı Kadınların Ekonomik Tarihi” (Understanding the Gender Gap: An Economic History of American Women) isimli kitabını bundan tam 33 yıl önce yayımlamış ve ücret eşitsizliğinin kökenlerine ışık tutmuş. Bunun için de kadınların işgücü piyasasına katılımının, 1790’lı yıllardan itibaren 200 yılını mercek altına almış.
Bunu yaparken de 1700’lü yıllarda çiftlikte kocasıyla beraber çalışan kadınların istatistiklere dahil edilmemesinden dolayı tarihsel kayıtları kıyaslamada büyük zorluk yaşamış. İnsanların zamanlarını nasıl geçirdiklerine dair tarihsel araştırmalar ve endüstri istatistikleri gibi kaynaklar üzerinden, adeta bir dedektif edasıyla yeni veritabanları geliştirmiş. Bunu yaptığında da görmüş ki, resmî kayıtlar kadınların ne kadar çalıştığını bile saymaya “tenezzül etmemiş”.
Goldin, kadınların yüzde 60’ının 1790’lı yıllarda, yani ABD ekonomisi ağırlıklı olarak tarıma bağımlı haldeyken, işgücü piyasasında olduğunu ortaya çıkarıyor. Ancak, Sanayi Devrimi’yle birlikte aile içi sorumluluklar ile istihdam arasındaki denge kadın aleyhine bozulunca sonraki yüzyılda istihdam oranları tepetaklak oluyor.
Kadınların işgücü piyasasına katılımını etkileyen şartları irdeleyen ve “kadın körü” ekonomi ve siyaset anlayışını rakamlar yoluyla eleştiren Goldin’in vardığı sonuçlar şu şekilde özetlenebilir:
Devam eden ekonomik büyümeye rağmen, kadınların gelirleri erkeklerinkine bir türlü yetişemiyor ve kadınlar erkeklere oranla daha yüksek eğitim düzeylerine erişmelerine rağmen eşit eğitimli ve aynı pozisyonda çalışan erkekler ile kadınlar arasında halen bir uçurum var.
Kadınların işgücü piyasasına katılımı 200 yıllık dönemde artış eğilimi göstermek yerine U şeklinde bir eğri oluşturuyor. Yani; ekonomik gelişim ile kadınların işgücüne katılımı arasında U şeklinde bir ilişki var.
Cinsiyetler arası gelir farklılıkları, ağırlıklı olarak “annelik” ile bağlantılı. Bir üniversitenin işletme bölümünden mezun olduktan sonra erkekler, sınıf arkadaşları olan kadınlara kıyasla 10 yıl içerisinde daha yüksek bir gelire erişiyorlar. Çünkü bu süre zarfında kadının kariyerinde kesintiler oluyor ve bir çocuk doğurduysa haftalık çalışma saatleri azalıyor.
Tarihsel olarak bakıldığında, başlangıçta tarım toplumunda istihdam edilen kadınlar daha sonra sanayi toplumuna geçişle birlikte endüstride, ama giderek azalan bir şekilde yer alıyor. 1930’lardan itibaren hizmet sektöründe yer alan kadınlar, eğitimin artmasıyla birlikte istihdam piyasasında bulunmaya devam ediyor. U’nun yeniden yukarı dönebilmesinde ise, 1950 yılında doğum kontrol hapının icadı ve hizmet sektörünün gelişiminin etkisi vurgulanıyor.
Doğum kontrol hapıyla birlikte kadınlar, eğitimleri, kariyerleri ve ailelerine dair daha uzun vadeli planlar yapmaya başladılar. 1950’lerden 1990’ların ortasına dek ABD’de iş arayan veya iş bulan kadın oranı sürekli arttı.
Sanayi Devrimi’nde ABD ve Avrupa ekonomilerinin hızlı bir genişleme sürecine girdikleri, çiftliklerden fabrikalara geçildiği bir ortamda, kadının işgücü piyasasındaki payı düşmüş. Yani gelişen ekonomiler, işgücü piyasasına daha fazla kadın çekememiş. Çünkü diyor Goldin, bu dönemde kadınlar, büyüdükten sonra bile kendi annelerinin evde kalmaya, çalışmamaya devam ettiğini gördüler. Kimisi, uzun süreli kariyer hedeflemediği için eğitimlerini yarıda kesti. 1950’li yıllarda çalışma yaşına gelen birçok kadın, 1960’lı ve 1970’li yılların artan istihdam fırsatlarını öngöremedi.
Toplumda ciddi bir yapısal değişim yaşanırken, kadınlar aile içi sorumluluklarına dair toplumsal normlarla bağlantılı şekilde istihdam piyasasında yer aldılar. 20’nci yüzyılın başında, evli kadınların sadece yüzde 5’i çalışırken, bu dönemde tüm kadınların sadece yüzde 20’si çalışıyordu. 1930’lu yıllara kadar evli kadınların öğretmen veya ofis çalışanı olarak istihdam edilmesini yasaklayan yasalar söz konusuydu. Yani, kadının istihdamının önünde “evlilik” ciddi bir engel olarak görülüyordu ve evli kadınların istihdamının önünde yasal kısıtlamalar vardı.
Kişilerin aile içinde yaşadıkları aslında iş dünyasında da kendini gösteriyor; kadınlar genellikle aile içi sorumluluklarını ve “bakım emeğini” aksatmayacak görevleri tercih ettikçe daha düşük maaşa razı geliyorlar. Bazı okulların öğleden sonra erken saatte bitmesi de kadın istihdamı üzerinde kısıtlayıcı etki doğuruyor.
Kadın, ilk çocuktan itibaren aynı alanda çalışan meslektaşı erkeklerle gelir açısından dezavantajlı duruma düşmeye başlıyor. Evdeki sorumlulukların yükü eşit paylaştırılmadıkça, kadın da istihdamdan uzaklaşmak zorunda kalıyor. Çağımızda ücretlendirme sistemleri, uzun ve kesintisiz kariyerlere sahip çalışanları ödüllendiriyor ve bu çalışanların geç saatlere kadar ve hafta sonları da çalışacak kadar esnek ve ulaşılabilir olmalarını tercih ediyor. Goldin, “Kariyer ve Aile” (Career and Family) isimli kitabında bunu “açgözlü iş koşulları” diye tanımlıyor ve esnek çalışma koşullarına ihtiyaç duyan kadınların bu şekilde cezalandırıldığını söylüyor.
Çocuk bakım sorumluluklarının sadece kadına yüklendiği sistemlerde, bunun kaçınılmaz sonucu, kadının işgücünden uzaklaşması ve/veya emeğinin daha az ücretlendirilmesi şeklinde oluyor. Aile içi sorumluluklarını aksatan erkek, kadının da kariyerinden vazgeçmesine yol açınca, tüm taraflar kaybediyor.
ABD’de de Avrupa’da da Kadın İstihdamında Sorunlar Benzer
Dünya çapında kadınların yaklaşık yarısı, erkeklerin de yüzde 90’ı işgücü piyasasına katılıyor. Pew Araştırma Merkezi verilerine göre, ABD’de geçen sene kadınlar, erkeklerden ortalama yüzde 18 daha az kazandı. Yani aynı niteliklere sahip ve aynı meslekteki bir erkek 1 dolar kazanırken, kadın 82 sent kazanabildi.
Avrupa Komisyonu’nun 2021 yılı verilerine göre, gelişmiş ekonomilerde kadınlar erkeklerden ortalama yüzde 13 oranında daha az kazanıyor. Bu da kadınları daha ileri düzeyde iş fırsatları elde etmek üzere eğitimlerini sürdürmekten veya iş aramaktan vazgeçiriyor.
Kadınlar halen işgücünde yeterince temsil edilmiyor ve erkek muadillerinden daha az para kazanıyor. İstihdam ve ücret uçurumu sadece ekonomiyle alakalı da değil, kadının eğitimi ve aile içindeki rolleriyle ilgili değişen toplumsal normlar da bunu belirliyor. Yani Goldin bugünün ekonomisinde olan bitene ışık tutarken, aynı zamanda mevcut trendlerin şekillenmesinde tarihin nasıl bir rol oynadığını anlatıyor.
Goldin, 2021 yılında Harvard Magazine’de yayımlanan bir podcast’inde, çalışan annelerin erkeklere oranla daha az kazandığından ve kariyerlerinde daha yavaş ilerlediğinden söz ediyor. Ebeveynliği “dik bir yokuş”a benzeten Goldin, annelerin bu yokuşu tırmanırken yavaşladıklarını, çalışma saatlerini azalttıklarını, belli bir süre işgücünden ayrıldıklarını veya daha az zaman-yoğun iş ve firmalara yöneldiklerini söylüyor.
“Ancak” diyor, “çocuk bakımının yükü bir süre sonra azalıyor ve kadınlar ücretli iş saatlerini artırıp daha büyük kariyer hedeflerine odaklanabiliyor. İşte o sırada yokuşun zirve noktasına ulaşmış oluyor kadın. Ve dağın diğer kısmına doğru koşar adım ilerliyor. Ancak bazen iş işten geçmiş oluyor: Ne kadar daha fazla çalışsalar da, cinsiyet eşitliğinin o zengin vadisine hiçbir zaman erişemiyorlar.” Çünkü aynı kadın, bir yandan ofisteki sorumluluklarını yerine getirirken, diğer yandan çocuğunun 2 yaş aşılarını, akşam evde sofraya ne yemek koyacağını veya çocuğunu kreşte bir saat daha fazla tutmaları için müdürden nasıl ricada bulunacağını düşünüyor.
Goldin bir yandan da kadın istihdamında önyargılara dikkat çekiyor. Hatta bir meslektaşıyla birlikte yazdıkları akademik bir makalede, senfoni orkestralarının müzisyenin kimliğini gizleyerek “kör seçmeler” yaptıklarında, daha fazla kadını işe aldıklarını verilerle ortaya koymuştu.
Mücadele, Ama Nasıl?
Peki cinsiyetler arası gelir dağılımındaki bu adaletsiz uçurumla mücadele etmek imkânsız mı? Goldin, bu konuda hem değişimin sebeplerini hem de mevcut tablonun ana kaynaklarını ortaya koyuyor. Devletlere de, özel sektöre de, akademiye de, sivil topluma da bundan sonraki süreci birlikte, kadın dostu şekilde dizayn etmek kalıyor.
“Ben her zaman için bu konuda iyimserim, iyimser kalacağım” diyen ve zamanında Harvard’ın ekonomi bölümüne kadrolu alınan ilk kadın olarak 1990 yılında o meşhur “cam tavanı” kendi çalıştığı üniversitede kıran (Harvard’da ekonomi bölümünün 51 öğretim üyesinin halen sadece yedisi kadın) Goldin, pandemiyle birlikte istihdam piyasasında yer bulan esnek çalışma politikalarının, cinsiyetler arası gelir farklarının üstesinden gelmede etkili olabileceğine dikkat çekiyor.
Buna ek olarak, toplumsal cinsiyet eşitliğinin kadın ve erkekler arasında içselleştirilmesi ve bu içselleştirme sürecinde bakım yükünün adil şekilde paylaştırılması da şart.
Goldin’in Nobel Ödülü aldığı günün sabahında yayımlanan son makalesi “Kadınlar Niçin Kazanır?” başlığını taşıyor. Kadınların işgücü piyasasında “kazanması” için rakamları tarihsel perspektiften adeta “konuşturan” bir araştırmacı, bu makalenin yayımlanmasından birkaç saat sonra Nobel ödülünü “kazanıyor”.
Peki, Goldin Nobel Ekonomi Ödülü’nü aldığını duyduğunda ne yapmış? Derhal eşine müjdeli haberi vermiş. Eşi ise, “Sana nasıl yardımcı olabilirim?” diye sormuş.
Sıkı durun, Goldin’in yanıtı geliyor: “Köpeği dışarı çıkarmasını ve çay demlemesini söyledim ona. Ben de böylelikle basın konferansı için çalışabilirdim.”
Aslında kadının istihdamını ve kendini gerçekleştirmesini mümkün kılan yük paylaşımı bazen bu kadar kolay bir adımla ve jestle olabiliyor: Köpeği dışarı çıkarmak ve çayı demlemek…
Umarım bu ödül de, kadınların toplumda her kademede eşit şekilde temsil edildiği ve emeklerinin karşılığını eşit şekilde aldıkları bir dünya ve Türkiye modeline öncülük eder.
Kadının istihdamına kör eşler, babalar, patronlar, politikalar, uygulamalar diyarında işte bir Nobel Ödülü’nün düşündürdükleri…
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.