Boray Acar
Kim, kimi ötekileştiriyor dersiniz?
“Cumhurbaşkanı’nın mahdumu olmak dışında herhangi bir vasfı yoktur” diyerek varlığını ihmal etmek gibi bir şansımız yok. Sonuçta söyledikleri basında yer buluyor ve isminden söz ettirmeyi başarıyor. Bilal Erdoğan, Konya’da “Girişimci İş Adamları Vakfı” tarafından düzenlenen etkinlikte bir konuşma yapmış. Konyalı iş adamları, İlim Yayma Vakfı’nın Başkanlığını ve meşhur(!) TÜGVA’nın Yüksek İstişare Üyeliği’ni yürüten, dünya işlerinden elini eteğini çekmiş, kendisini ilime, irfana ve hayır işlerine vakfetmiş değerli bir “Müslüman Türk Büyüğü’nün” kendilerine ayna tutmasını istemiş olmalılar ki davet etmişler. Kendisi de Türkiye ekonomisinin nasıl “şaha kalktığını” ihracat rakamları ile anlattıktan sonra, yıllarca inançlı olduğu için ötekileştirilmiş bir kesimin çocuğu olmaktan yakınmış.
Dünyayı kıskandıracak kalkınma hamlelerini ve ekonomideki şahlanışı, kendisinden daha ehil ve yetki sahibi olan aile büyüklerinden sürekli dinlediğimiz, dahası yaşadığımız için fazlaca üstünde durma gereği duymuyorum. Asıl ilgimi çeken ise konuşmanın diğer kısımları. Öyle zannediyorum, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihinde belli bir dönemde uğradığı baskının ekmeğini bu kadar iyi yiyebilen ve bu durumdan siyasi rant elde etme hünerini gösterebilen başka bir kesim yoktur. Yönetim şeklini değiştirerek devleti tüm kurumları ile ele geçirmelerine rağmen bu ezilmişlik edebiyatını sürdürmekten vazgeçmediklerine göre, bir bildikleri vardır. Terör örgütü ile devlet arasında sıkışan ve senelerce kendilerini ifade etme hürriyetine dahi sahip olamayan, doğdukları topraklar dışında mahalle baskısına maruz kalan ve gerçek manada ötekileştirilen etnik azınlıklar dahi bu beceriyi gösteremediler.
Bakın neler söylemiş Bilal Erdoğan; “Umudum şu: Türkiye’de bir yandan kutuplaşma edebiyatı yapanlar, başka başka kesimlerin birbiriyle çatışmasını gözleyenler, insanları ötekileştirmekten vazgeçsinler. Biraz da plazalarında muhafazakâr insanların neden olmadığı konuşulsun arkadaşlar. Türkiye’de birileri, birilerinin ötekileştirilmesinden bahsederken, Türkiye’nin o büyük firmaları, Türkiye’nin o büyük zenginleri kendi plaza ve binalarında neden bir başörtülünün asla çalışamadığının hesabını versinler. O zaman kutuplaştırmayı kimin yapıp, yapmadığı daha iyi ortaya çıkacaktır. Ben, yıllarca inançlı diye ötekileştirilmiş bir kesimin çocuğuyum. Ama bugün benim içinde bulunduğum vakıflarda, içinde bulunduğum kurumlarda biz kimseyi ötekileştirmeden herkese ulaşmanın mücadelesini veriyoruz. Umut ediyorum ki bunlar daha doğru anlaşılır. Daha doğru takdir edilir ve aslında böyle olmayanları da milletimiz daha iyi görür.”
Tabii bu söylemler, ilgisiz bir yere hatır için davet edilen bir konuğun yapmış olduğu konuşmadaki, günümüzün gerçekleri ile bağdaşmayan dolgu maddeleri. Oysa ki konu kadın olduğunda üstünde durulması gereken bugünün gerçekleri var. Örneğin; Bilal Erdoğan’ın, neredeyse her gün bir yenisini yaşadığımız kadın cinayetlerinden söz ettiğini, kadına yönelik şiddete karşı kalkan olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı ile ilgili fikir beyan ettiğini duydunuz mu? Veya plazalarda kimlerin çalıştırıldığından önce, kadına yönelik hakaretin zirvesi olan ve TMMOB üyesi iki meslektaşım tarafından dava konusu yapılan “gözaltında yapılan çıplak arama” konusunda herhangi bir düşüncesi var mıdır dersiniz. Elbette yok, olamaz da. Çünkü söyledikleri üzerinde düşünülmesi gerekmeyen, kendisini de içine alan bir kesimin dillerine pelesenk olmuş ezberlerinin sıradan bir tekrarı. Hatta daha da ileri gidelim. Tarihi süreci gözden geçirecek olursak Cumhuriyet ideolojisinin kadını ele alış biçimi de oldukça sorunludur. Eşit yurttaşlık, seçme ve seçilme hakkı gibi önemli ve batı dünyasının bir kısmının dahi geç intibak ettiği belli konularda gösterilen cesaret takdire şayan olmasına rağmen kadının yerini ev ile sınırlı tutan açıklamalar, kapatılan dernekler vesaire bu konudaki kafa karışıklığının göstergesidir ve ayrı bir yazı konusudur. Dolayısıyla tarihi kökleri olan cari bir soruna, kadına bakışlarının ne olduğunu iyi bildiğimiz siyasal İslamcılardan herhangi bir açılım veya çözüm beklemediğimi ifade etmek istiyorum.
Ötekileştirme vurgusu ise başlı başına bir fiyasko. Böyle bir kelam etmeden önce kendi mahallerine dönüp bir bakmalarını şiddetle tavsiye ediyorum. Bakın daha birkaç gün önce ilahiyatçı yazar Hayrettin Karaman kendisine ait internet sitesinde sorulmuş olan bir soruya verdiği “fetva”(!) niteliğinde yanıtında bilerek Aleviliğini koruyan, özetle Sünnileşmeyen bir gence kız verilemeyeceğini ifade ediyor. Bana veya benim gibi düşünen çok sayıda insana, hatta dini esaslara göre zırva olsa da toplum vasatı tarafından ciddiye alınabilecek ve fikir muamelesi görmesi muhtemel bir söylem. Senelerce özellikle “Kızılbaşlık” kavramı çevresinde yürütülen düşmanlaştırma siyasetinin objesi olmuş, toplum için izdivaç ile sınırlandırılamayacak bir ötekileştirme aracı. 12 milyondan fazla Alevi nüfusun olduğu ve renklerin ayırt edilemeyecek düzeyde karıştığı bir toplumda daha tehlikeli, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı ve kirli ne söylenebilir? Bu ayrıştırıcı ve farklılıkları ötekileştiren söylem dilinin alt metinlerinde, kapıları işaretleyerek saldırmaya motive potansiyele hizmet etmek olduğunu görmek için derin bir fikri donanıma sahip olmak gerekmiyor.
İttihatçı gelenekten tutun da, “Affedersiniz ‘Ermeni’ dediler…” söylemine kadar memlekette değişmeyen tek şey ötekileştirmekten medet uman ve acılara sebep olan siyasi anlayış ve söylem dilidir. Yumrukların havada uçuştuğu siyasi tarihimizde, (28 Şubat gibi) belli dönemler dışında kaostan uzak ve korunaklı kalmayı “tercih etmiş” ve de “başarmış” olanlar bu toplumun mütedeyyin kesimidir. Şimdi birilerinin, babasından oğluna kadar bu toplum kesimine yaslanarak ve olmayan bir trajediyi varmış gibi göstermeye çalışarak yapmaya çalıştıkları şey de olsa olsa ucuz siyasetten başka bir şey değildir.
- Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü vefatının 83. senesinde saygı ile anıyorum…