Kayıp Silahlar Bir Gün Patlarsa…

Sedat Peker’in ülkedeki siyasi kirlenmişliğe dair ifşaatları, daha önce de ifade ettiğim gibi “büyük bir kısmı bilinen veya tahmin edilen” devlet içindeki kuralsızlıkların “adreslenmesi” imkânını sağladı. Nokta atışı olacak şekilde, “Filanca olayın baş aktörü şu kişi, şu maksatla ve şu çıkar uğruna bu işi yapmıştır” diyemesek de sisteme hizmet eden gazetecisinden tutun devletin imkânlarını kullanarak şahsi menfaat sağlayan bürokratına, faili meçhul cinayetlerin azmettiricisi olan odaklardan tutun mafya ile samimiyetini gizleme gereği duymayan siyasetçisine kadar tıpkı bir “gölge oyunu netliğinde (!)” her şeyin farkında idik.
Hatta Suriye’ye giden silahlar konusundaki iddialarını da “şüphe duyduklarımız” başlığı altında bu kapsama dâhil edebiliriz. Ancak Sedat Peker’in geçtiğimiz hafta attığı tweetler ile ortaya koyduğu, “15 Temmuz sonrasında kayıt dışı yollarla silah dağıtımı yapıldığı” iddiası, bana göre şu ana kadarki ifşaatları içinde -ülkenin geleceği açısından- en çarpıcı olanıydı. İddialara konu olan hazırlıkların hangi amaca hizmet edebileceği, dönemin hâkim siyasi anlayışı ve muktedirlerin söylemleri ekseninde değerlendirildiğinde, tehlikenin farkına varmamak ve bundan kaygı duymamak elde değil.
Konuya girmeden önce şunu ifade edeyim; bu meseleleri Sedat Peker’den öğreniyor olmak, kendisine bir sempati falan duymamıza sebep olmuyor. Çünkü kendisi günün birinde suçunu ikrar ederek, “Ben bu yapılanlara alet olmayacağım, topluma her şeyi anlatacağım!” diyerek ortaya çıkmadı. Kendisinden vazgeçilmiş olması, “ağabey - kardeş” yakınlığında olan ilişkinin çatışmaya dönüşmesine sebep oldu. Zira kendisinden vazgeçilmemiş olsaydı, Sedat Peker de bugün deşifre etmeye çalıştığı yasadışı yapılanma içerisinde bir unsur olarak görevini yapmaya devam edecekti. Artık söz konusu yapılanma içerisinde olamadığına göre, kendisinden bekleneni bir başkası veya başkaları yerine getirecektir.
Konuya geri dönecek olursak; birçok iddiada olduğu gibi kayıt dışı silahların dağıtımı meselesi de iktidar cenahı tarafından ciddiye alınmadı veya görmezden gelindi. İsmi Peker tarafından zikredilen Ahmet Onay isimli şahıs, iddiaları zımnen doğrulamasına rağmen, adalet mekanizmasında da herhangi bir kıpırdanma olmadı. Türkiye’nin hali hazır siyasi konjonktürü gereği Meclis çatısı altında kurulacak bir komisyon tarafından konunun araştırılmasının iktidar bileşenlerince kabul edilmesini aklımızdan dahi geçirmiyoruz.
Birkaç sene öncesine dönecek olur isek 2016 senesinde Ankara’da bir cinayet işleniyor. Katil Mustafa Maraş; “Silahı 15 Temmuz gecesi Ankara Emniyeti’nin önünde dağıtmışlardı” diyor. Bunun üstüne o dönemde CHP Milletvekili olan Mehmet Tüm Meclis’te üç soru önergesi, iki de araştırma önergesi veriyor. Ancak tüm bu girişimler AKP ve MHP oyları ile reddediliyor. Dolayısıyla o günden bugüne iktidar partilerinin şeffaflık anlayışlarında bir değişiklik olmadığını düşünecek olursak, yeni iddiaların araştırılmasının önünü açmalarını beklememiz için de bir neden kalmayacaktır. İçişleri Bakanlığı’nın şu ana kadarki sessizliği de bu saptamamızı doğrular nitelikte.
Türk sağının milliyetçi cenahının ontolojik ve tarihi köklerine inildiğinde, yasa dışı silahlanmanın örgütlenme biçimlerinin ayrılmaz bir parçası olduğu görülecektir. Herhangi bir şahsın ismi ile müsemma olmadığı gibi, herhangi bir iktidara da özgü olmayan bu örgütlenme biçiminin, milliyetçi – mukaddesatçı Türkiye sağının muhalif hareketleri etkisiz hale getirme stratejisinin aracı olduğunu biliyoruz. 1970’lerin siyasi çatışma ortamında, sol hareketleri bastırmak maksadı ile sokağa salınan paramiliter örgütlerin döktüğü kanın arka planında, bugünlere kadar süren hamaset, içi boş beka edebiyatı ve bizzat devlet tarafından silahlandırılmış oldukları gerçeği vardır. Ortaya çıkan ve reddedilemeyen aktüel iddialar, amiyane tabirle Türk sağının “iş yapma” biçiminde önemli bir değişiklik olmadığını, müktesebata bağlı kalındığını gösteriyor.
Gelelim, bu yaşananların kaygı duyulması gereken boyutuna. Sosyal medya hesaplarında yayınladıkları “silahlı şov” videoları ile gündeme gelen ve iktidar fanatizminin etkisi ile uyuşmuş olan genç arkadaşlar ne için hazırlık yapıyor olabilirler? İktidarın yetkili isimleri tarafından yapılan “bu memleketi teslim edemeyiz” mealinde açıklamaların, olası bir seçim yenilgisinde iktidara koşulsuz olarak tabi olan bu kitle açısından “gayr-i nizami harp talimatı” olarak algılanması çok da uzak bir ihtimal değildir. Kaybetmeye olan tahammülsüzlüğünü İstanbul seçimlerinde gösteren siyasi iktidarın olası ülke seçimlerini kaybetmesi durumunda yaşanması muhtemel toplumsal gerilimin, silahların patlamasına ve kan dökülmesine sebep olması, gözardı edilmemesi gereken bir tehlikedir.
Sonuç olarak; oldukça sıklaşan ve artık heyecan yaratmayan “mutat müjdeler” dışında olağanüstü bir gelişme olmaması hâlinde bu dönemin, siyasi iktidarın son dönemi olduğu muhtemeldir. Kamuoyu yoklamaları da bunu gösteriyor. Bu durumda sorumlu bir yönetimden beklenecek olan ileride nefret uyandıracak ve pişmanlığa sebebiyet verecek sözler söylememeye dikkat etmek, kontrolden çıkmaya teşne kitleyi teskin etmek ve demokrasi ipine sarılmak olmalıdır. Bakarsınız ileride lazım olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi