Menekşe Tokyay
Kadılıktan Medya Ombudsmanlığına
Gündem kurşun gibi ağır ve Ahmet Hamdi Tanpınar’a hak verircesine ülke evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânı tanımıyor.
Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi beylik konu başlıkları gündelik yaşantıda anlamını yitirebiliyor ve örneğin medya ombudsmanlığının öneminden bir arkadaş ortamında söz ederken sanki İskandinavya’nın sorunlarına çözüm arıyormuşuz gibi kendi sesimize yabancılaşabiliyoruz.
Ama belki, bazı çığlıklarımıza toplumda ve hukuk sisteminde karşılık ararken doğru modelleri konuşmak, incelemek, araştırmak, derinleşmek entelektüel bir uğraş olmanın yanı sıra günümüzü güzelleştiren bir pozitif adımın altyapısını da hazırlayabilir.
Kökenleri Osmanlı İmparatorluğu’ndaki kadılık sistemine dayanan ombudsmanlık kurumu Türkiye’de 2012 yılında Kamu Başdenetçiliği’nin kurulmasıyla birlikte kurumsallaştı. Bir başka denetim modeli olarak medya ombudsmanlığını (okur temsilcisi) önce Hürriyet çatısı altında başlatıp ardından bağımsız olarak yürütmeye devam eden Faruk Bildirici ile birlikte mesele çok farklı bir boyuta taşındı.
Bildirici, geçtiğimiz günlerde yayımladığı yazısında, isteyen medya kuruluşlarına dışarıdan ve bağımsız olarak ombudsmanlık yapabileceğini açıkladıktan sonra, medya ombudsmanlığının tüm medya kuruluşlarında kurumsallaştırılması ve Türkiye’ye özgü, yeni, bağımsız bir modelin yaratılması çağrısında bulundu.
“Mesleğimize ilişkin yanlışları eleştirmekle yetinmeyip, öğrenilmiş/dayatılmış çaresizliklere aldırmayarak iyi/doğru/güvenilir gazetecilik için kurumsallaşma hedefli bir çözüm yoluna, gazeteciler olarak birlikte çıkabiliriz” diyor Bildirici.
Medya Ombudsmanlığı Hepimize Faydalı
Siyasal ve toplumsal kutuplaşmanın tüm sosyal katmanlara yayıldığı, medyada taraflılık, sansür, otosansür gibi sorunların sürekli arttığı bir ortamda tüm medya kuruluşlarının bu çağrıya derhal yeşil ışık yakması ütopik olur. Oysa medya ombudsmanlığının yaygınlaşması aslında sadece medya açısından değil okur ve izleyiciler için de gerekli.
Bu şekilde gazete, TV ve internet sitelerindeki gazetecilik hataları, eksikleri, mezenformasyon çabaları sürekli olarak takip edilecek, haber doğrulama mekanizmaları işletilecek, okurun haber alma hakkı doğrultusunda doğru ile yanlışın ayırt edilmesi sağlanacak. Kısacası, haberciliğin standartları, dışarıdan bakan bir gözün, bir tür “Demokles’in kılıcının” varlığı karşısında güçlenecek, bu alanda yer alan her profesyonel gazeteci ve editör bir şekilde kendisine çekidüzen verecek.
Türkiye’de medya ombudsmanlığının yaygınlaştırılması neleri değiştirir?
Öncelikle basın kartı gibi kritik konularda gazetecilerin sorunları daha net bir şekilde gündeme gelir. Basın kartının, yazılı, görsel ve dijital medyayı bir tür “terbiye” etme aracı olmaktan çıkması için medya ombudsmanlığı üzerinden bir lobi çalışması yürütülebilir. Geçtiğimiz yıllarda yüzlerce gazetecinin basın kartı iptal edilirken, çoğununki de “yenileme” adı altında bekletiliyor.
Öte yandan şu anda oldukça dağınık bir görüntü veren basın meslek kuruluşlarının da Türkiye’de yaygınlaştırılacak bir medya ombudsmanlığı sistemine katkı sağlaması, sürecin kapsayıcılığı açısından oldukça önemli.
İsveç Modeli Nedir?
Dünya çapında ilk basın özgürlüğü yasasını kabul eden ülke İsveç… Aynı zamanda ombudsmanlığın beşiği olan İsveç’teki Pressombudsmannen, yani medya ombudsmanlığı uygulamasına bakarsak; gazeteler, dergiler, TV kanalları, internet siteleri ve sosyal medyadaki editoryal içeriğin iyi gazetecilik uygulamalarıyla uyumuna dair tüm şikâyetlerin 1969 yılından beri bağımsız bir şekilde ele alındığı bir kurum.
Ombudsmana şikâyette bulunan kişi veya kurum, ilgili haberden kişisel olarak etkilendiklerini ve isimlerinin, fotoğraflarının veya tanınmalarına yol açan başka herhangi bir bilginin verilmesi sonucunda kendileri ve kişisel ilişkilerine zarar verildiğini iddia edebilirler.
İsveç’te medya ombudsmanı, basın kuruluşlarının halka doğru haber verip vermediğini, haber kaynaklarının eleştirel olup olmadığını, manşetlerle metnin uyumunu, kullanılan fotoğrafların aldatıcı olup olmadığını sürekli denetliyor. Bizim medyamızın da kanayan yaralarından biri olan şiddet, intihar haberlerinde bilginin ve fotoğrafın basın etik ilkelerine uygun şekilde kullanılıp kullanılmadığının denetimi de İsveç medya ombudsmanının görev tanımına giriyor.
Cinayete kurban giden birinin fotoğrafı ve isminin mağdur ve yakınlarına zarar verecek şekilde kullanılması veya haber konusuyla herhangi bir bağlantısı olmasa da kişinin etnik kökeni, cinsiyeti, siyasi duruşuna dair detayların habere iliştirilmesi de ilgili basın kuruluşunun medya ombudsmanının radarına girmesine yol açıyor.
Haber dilinin yansızlığı ve ilgili tüm tarafların görüşlerine aynı haberde yer verilmesi, dolayısıyla okurun veya izleyicinin algı çerçeveleriyle oynamaksızın habere konu olan tablonun objektif şekilde sunulması da İsveç’te basın etiğinin olmazsa olmaz şartlarından…
İdeal dünyada zaten dikkat edilmesi gerektiği üzere haber için kullanılan fotoğraf, ses kaydı gibi tamamlayıcı unsurlara veya haberi hazırlayan muhabire atıfta bulunarak fikri mülkiyet haklarına riayet edilmesinin denetimi de ombudsmanın öncelikleri arasında.
Çok-Taraflılık Temel Alınıyor
Bu konudaki şikâyetler, halk tarafından medya ombudsmanına iletilir ve o da ilgili şikâyeti İsveç Basın Konseyi’ne iletip iletmemeye karar verir. Basın Konseyi ise şikâyete konu olan eylemi medya etiği kuralları bağlamında inceledikten sonra ya para cezası verir ya da mütalaasını yayımlar. Bunun sonucunda ilgili medya kuruluşu medya ombudsmanına da bir ücret ödemek durumundadır.
İsveç’te medya ombudsmanının, yani Caspar Opitz’in görev tanımı ve finansmanı, Basın İşbirliği Komitesi’nin sorumluluğunda olup bu komitede İsveç Gazeteciler Birliği, İsveç Yayıncılar Birliği ve İsveç Medya Yayıncıları Derneği bulunuyor. Dolayısıyla bu kurumun işleyişinde de paydaşlık ve çok-taraflılık ön planda tutuluyor.
Yıllar önce UNICEF’in dünyadan yedi ülkenin çocuk hakları konularında, uzman gazetecilerine yönelik olarak yürüttüğü bir proje dahilinde, İsveç’teki ombudsmanlık kurumlarını ziyaret etmiştim. Hatta bu esnada İsveç kraliçesiyle de birkaç saatlik bir röportaj yapma ve ülkenin her bir kademesine sirayet eden demokrasi ve kamusal denetim mekanizmasını yerinde görme fırsatı bulmuştum. İsveç’te her okulun ayrı bir ombudsmanı olması ve çocukların yaşadığı akran zorbalığının yanı sıra öğretmenleriyle veya müdürleriyle yaşadıkları zorlukların da bu ombudsmanlar tarafından yerinde çözülmesi beni oldukça etkilemişti.
Medya özgürlüğü konusunda örnek ülkelerden biri olarak gösterilen İsveç’te de gazeteciler tehditlere maruz kalıyor ve çevrimiçi nefret söylemleri dillendirilebiliyor. Öte yandan medyanın mülkiyet yapısına bakarsak, günlük gazetelerin yüzde 90’ından fazlası altı şirketin elinde. Ancak ombudsmanlık gibi bir kurum sayesinde veriye dayalı habercilik halen ülkenin etik değerleri arasında ön planda, çünkü bu kurum beraberinde hesap verebilirliği de getiriyor.
Hayaldi, Gerçek Olur mu?
Hayal bu ya, benzer bir mekanizmanın medyamıza getirilmesi ile belki hepimizin özlemini duyduğu ve farklı siyasi eğilimlerden kişileri bile ortak değerlerde birleştiren medya ortamı doğrultusunda büyük bir adım atılır. Elbette Bildirici’nin çağrısının bu aşamada tüm medya organları tarafından eşit şekilde karşılık bulması bir ütopya olur. Özellikle mevcut siyasi dengelerde, medyadaki mülkiyet yapısında bir anda her şeyin güllük gülistanlık olması ve medya ombudsmanının sihirli dokunuşuyla etik değerlerin baş tacı edilmesi de beklenemez.
Ancak Bildirici’nin çağrısına küçüklü büyüklü haber portallarının, gazetelerin, TV kanallarının olumlu geri dönüşte bulunmaları, kendisinin çerçevesini çizdiği hayalini dinleyip bu hayale ortak olması hepimizi ortak bir paydada birleştirecek.
İnsanlık için küçük olsa da, emin olun ki bizim güzel ülkemiz, değerlerimiz ve ilkelerimiz için çok devasa bir adım olacaktır. Çünkü doğru haber almak, hepimiz için aslında “nefes almak” anlamına geliyor artık. Minik Serçe’nin de o güzel ifadesiyle, konu biz değiliz, konu memleket…