Eda Yılmayan
İklim merkezli bir distopya: Dünyanın Dibi Oteli
Bir süredir hazırladığı podcastlerle iklim krizini ele alan Gazeteci Mehveş Evin, şimdi de bunu kurguya taşıyor ve “Dünyanın Dibi Oteli” ile okuru 2050’deki distopik dünyaya davet ediyor.
Gazeteci Mehveş Evin, kısadalga.net’teki yazılarında iklim krizine, Türkiye’deki doğa tahribatına, topraklarımızın maden sahalarına nasıl açıldığına, biyolojik çeşitliliğin tükenişine dikkat çekiyor. Evin, aynı platformda iklim krizine ilişkin ‘2050 Gelecekte Bir Yolculuk’ isimli bir podcast serisine imza attı ve Gazeteciler Cemiyeti tarafından ‘yılın podcast’ ödülüne layık görüldü. Bu dizide yazar, dinleyicileri 2050 yılına götürüyor, sıcaklığın, hava kirliliğinin arttığı, özel kıyafetlerle, maskelerle sokağa çıkılan distopik ama bir o kadar da gerçekçi bir yaşamı kurguluyor. Evin, Leyla’nın hikâyesini şimdi de yeni yayımlanan ‘Dünyanın Dibi Oteli’ kitabıyla sürdürüyor ve devamı da gelecek gibi görünüyor. Mehveş Evin’le kitabından yola çıkarak dünyayı bekleyen iklim kaynaklı sorunları, Türkiye’nin bir iklim politikası olup olmadığını, yakın zamanda Mısır’da düzenlenen İklim Değişikliği Konferansı’nı konuştuk.
‘2050 Gelecekte Bir Yolculuk’ başlıklı Kısadalga.net’te bir podcast serisi hazırladınız. Türkiye’nin dört bir yanında açılan madenler, sit alanı olan yerlerin yerleşime, otel inşaatlarına açılması, kesilen ağaçlar, hızla betona dönen şehirler… Biraz geriye gidip iklim konusuna nasıl odaklandığınızı öğrenmek isterim. Sizin için bardağı taşıran ve konuya kayıtsız kalamadığınız nokta hangisiydi?
Gazetecilik hayatımda özellikle 2008-2009 sonrasında tanımını sorunlu bulduğum ‘çevre haberleri’ yapıyordum. Çevre haberi denilince sanki bizim dışımızda bir çevre var ve bir şeyler anlatıyoruz gibi anlaşılıyor. Bu haberleri yaparken Doğu Karadeniz’de hidroelektrik santrallerin yapımının, Hasankeyf Barajı’nın nelere yol açtığını, kıyıların talanı, turizm, maden yatırımlarının nelere sebep olduğunu gördük. Yerel direnişleri takip ettim. Bu işler hem de maalesef hukuksuz yapılıyor. Türkiye’nin hızlı bir kalkınma ve büyüme derdi var. Genelde bize anlatılan da istihdam yaratıldığı. Bu arada da mahvedilen bir ekosistem var. İnsanlar bunu birebir yakınında yaşadığı zaman, Gezi’de olduğu gibi, anlıyor. Gezi bir kent savunması, hakkı, bir bilinç, yeşil alana ihtiyaç olarak çıktı. Bu sadece bizim sağlığımız açısından değil, bütüncül bir şekilde geleceğe daha sağlıklı bir çevre nasıl aktarırız sorusuyla tamamlanıyor. Bu hikâyelere girdikçe, okudukça, yazdıkça doğa konusunda yazıp çizmek daha önemli hale geldi. Açık Radyo’da 2000’lerin başından beri Ömer Madra bütün bu gelişmeleri takip eden yayınlar yapıyor. Bir dönem ben de Açık Radyo’ya yayınlar yaptım. ‘2050 Gelecekte Bir Yolculuk’ podcast serisini hazırlarken Kısadalga.net’in Yayın Yönetmeni Kemal Göktaş, “İklim konusunu anlatmak istiyorsun ama daha farklı bir dille anlatmamız lazım. Haber diliyle olunca çok fazla ilgi çekmiyor” dedi. İlk önce bozuldum ama düşününce hakikaten belki de farklı anlatmamız gerekiyor bu hikâyeyi diye düşündüm. Birtakım iklim modellemelerinden, senaryolarından ki bunların haberlerine Türkiye’de de her gün denk geliyoruz, bunlardan yola çıkarak bir kurgu öykü yazdım.
Kitabın adı neden ‘Dünyanın Dibi Oteli’?
Dünyanın Dibi Oteli kitapta bir bölümün adı. Editörüm Neslihan Perker’in ısrarıyla kitabın adı oldu. Kahramanımız Leyla eski, terk edilmiş bir otele sığınmış, orada hayat kurmuş göçmenlere rastlıyor. Sığınmacılar kendi aralarında bu yere dünyanın dibi oteli diyorlar. Aslında hem kaçtıkları afetlerden, geride bıraktıklarından dünyanın dibi otelini uydurmuşlar. Biz de kitabın adının bu olmasına karar verdik.
Hikâye benim için de tanıdık olan yerlerde geçiyor. Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Lamponia’da, (Kozlu köyünün hemen üstünde), Behramkale’de, Büyükhüsun köyünde. Kaz Dağları’nın maden sahalarına açılması, Çanakkale kömür santralleri, o bölgede yeni yapılan tünel, en son Arıklı Köyü’nde uranyum, toryum aranması, Assos antik limanın doğal dokusunun bozulması… Bu yaşananların hikâyenizi orada kurgulamanızda etkisi oldu mu?
Benim de sevdiğim gittiğim bir bölge. Kuzey Ege’ye ulaşılması da zordu ama köprü ve otoyol açılınca her şey kolaylaştı. Orada mücadele veren insanları da bizzat tanıyorum. Pek çok insan İstanbul’daki hayatını bırakıp orada farklı bir yaşam kurmak için gitti. Ancak imar planları yeniden çıkıyor. Sadece madencilik de değil sorun. Assos’ta bir liman meselesi vardı, zar zor hukuki olarak engellendi. Büyük bir limanın yapılması demek oradaki denizi ve devamını mahvetmek demek. O bölge bir gün her şeyden kopup gidersem belki dağın eteklerinde bir yaşam sürebilir miyim diye düşündüğüm bir yer. Hikâyeyi o nedenle orada kurguladım. Tabi hikâye sonra Çanakkale’den İstanbul’a evriliyor.
SÜNGER ŞEHİRLER
Kitabınızda kan davasına benzer su kavgaları olduğunu yazıyorsunuz. Hatta bazı köylerde yağmur duasına bile çıkılmadığını çünkü üzerlerine rahmet değil asit yağdığını ifade ediyorsunuz. Yakın gelecekte su kavgaları baş gösterir mi? Bunun için 2050’yi görür müyüz ne dersiniz?
Şu anda bile başladı. Türkiye Akdeniz ikliminde. Akdeniz için yapılan bütün gelecek tahminleri ve geçmişine de bakarak çok büyük bir kuraklık söz konusu. Modern insan olarak Melen örneğinde olduğu gibi oradan buradan su getirtelim diye düşünüyoruz. Bunu sürdürmeniz mümkün değil! Bu sefer Melen ve o bölgedeki bütün ekosistemi öldürüyorsunuz. Su olmayınca hayat yok! Kuraklık meselesi ciddi bir sorun sadece yağışla da bağlantılı değil. İklim afetlerinde ya uzun süreli sıcaklıklar söz konusu ya da normal rejimin dışında neredeyse bir tropik yağmur gibi yağıyor. O suyu da tutamaz hale geliyorsunuz. Bu kadar betonlaşmayla toprak, orman, ağaç olmayınca da yağan yağmurun gidecek yeri yok! Yağmur suyunu tutmasını bilmiyoruz biz. Bütün Avrupa’da, gelişmiş ülkelerde sünger şehir diye bir kavram var. Kitapta da örneğini verdim, Çin’de uygulanıyor. Şehirler yağmur suyunun ızgaralardan boşaltılmasını, akıp gitmesini değil yağmur suyunu toplayıp kullanmaya yönelik bir anlayışla yönetiliyor. Su en kritik meselelerden biri.
İKLİM KURGU EDEBİYATI
Hikâyede sözünü ettiğiniz bir ‘Merkez Sistem’ var. Bu bana George Orwell’ın 1984 kitabındaki iktidarı çağrıştırdı. İnsanlar dronelarla takip ediliyor. İklim mültecileri var. Görüldükleri yerde öldürülüyorlar. Sokağa çıkma yasakları uygulanıyor. İnsanların kuşatıldığı, baskıcı rejimlerin altında ezildiği, öldürüldüğü bir sistem. George Orwell’ın kitabında anlattığı yönetimle paralellik kurabilir miyiz?
İklim kurgu edebiyatı; iklimle bağlantılı bilim kurgunun bir türü olarak kabul ediliyor. Burada da geleceğe dair iklimle bağlantılı felaketler, yönetim biçimleri konuşulurken Orwell bunun en tepe noktasıdır. Geleceği düşünürken şu andaki gidişatla iklim krizi gibi dünyanın her tarafından göçlerin arttığı, milyonlarca insanın yerinden edilmek zorunda olduğu bir ortamda demokratik uygulamanın işleyeceğini düşünmüyorum. İklim kriziyle baş etmek için bir teknokrat hükümet kuruluyor fakat bunlar da görevlerini kötüye kullanıyorlar. Belki bugünkü dönemle, yapılanlarla ilgili bir derdim de olabilir.
Yaşar Kemal fotoğrafı, Deniz Küstü kitap görseli
Buket Uzuner fotoğrafı Toprak kitabı
Zeytin Kuşu kitabı
Ahmet Büke, Deli İbram Divanı
İklim değişikliği ve küresel ısınmanın etkileriyle ilgilenen iklim kurgu türünde; Buket Uzuner’in son kitapları (Su, Toprak, Hava ve yakın zamanda yayımlanacak Ateş), Zeynep Göğüş’ün ‘Zeytin Kuşu’ kitabı ya da doğanın tahribatına ilişkin yayımlanan ‘Deli İbram Divanı’ sayılabilir. Yaşar Kemal’in Deniz Küstü’ kitabını da atlamayalım. Örnekleri çeşitlendirebiliriz. İklim merkezli kitaplar yazmaya devam edecek misiniz?
Devam etmeyi istiyorum. Arkadaşlarım da “Dünyanın Dibi Oteli kitabı bitmedi gibi, devamı gelecek mi?” diye sordular. Bu anlamda bir katkım olursa yazmayı istiyorum.
“TÜRKİYE’NİN İKLİM MÜLTECİLERİ POLİTİKASI YOK!”
İklim mültecileri de önemli bir mesele. Sıcak bölgelerden insanlar kaçmaya başlayacak ve dünya nüfusunda değişiklikler olacak. Sınırlarını sıkı sıkıya kapatan ülkeler var. Türkiye’nin mülteciler konusunda net bir politikası yokken sanki iklim krizi, iklim mültecileri gibi konuların çok uzağındayız gibi geliyor. Siz nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye’de böyle bir politika yok! Dünyada konuşuluyor. Birleşmiş Milletler uyarılarda bulunuyor. Uzak Doğu Asya sadece adacıklardan söz etmiyorum, Bangladeş bunu en sert şekilde yaşadı. Pakistan’da eylülde korkunç seller yaşandı, binlerce insan öldü. İnsanlar sadece savaş, çatışma için göç etmiyor. Yaşadıkları yerler yok oluyor, yiyeceğe ulaşamaz hale geliyorlar. Afganistan’da da insanlar karınlarını doyuramadığı için göç ediyor. Türkiye’de mülteci politikası karman çorman. İnsanlar da tepkisel. Gelmesinler bunlar yanlış politikalar diye… Savaşla da bağlantılı Türkiye bir geçiş noktasına dönüştü. Bu göçler hızlanacak. Türkiye’den başka alanlara hem de Türkiye’ye göçler olacak.
Sürdürülebilirlik, yeşil ekonomi kavramlarını da sormak isterim. Kitabınızda bir bölümde “Yeşil ekonomi diye yeni ihalelere girip servetlerini katladılar!” diye belirtiyorsunuz. Şirketlerin dillerinden, pazarlama stratejilerinden düşürmediği sürdürülebilirlik kavramı var. Neyin sürdürülebilirliği bu? Artık yeni kavramları, başka önerileri konuşmaya başlamamız gerekmiyor mu?
Büyük şirketlerin kârlarını, kazançlarını, büyümelerini daim tutabilmek için kullandıkları meseleler bunlar. Bunları şirketler uydurmadı. Dünya Gıda Örgütü, BM kullandı bu ifadeleri. Amaç örneğin A şirketinin mümkün olduğunca doğaya zarar vermeden ya da doğaya zarar verdiğiniz oranda vergi ödeyerek ya da başka katkılar yaparak bu sistemin korunmasını sağlamaya çalışmak. ‘Yeşil yıkamacılık’ da deniliyor buna. Adil ticaret önemli. Siz kahve üreticisinden aldığınız 3 kuruşa kahveyi burada 100’e satarsanız bu da sürdürülebilirlik değil! Karmaşık bir kavram. Sonuçta şöyle düşündüm. Elbette iyi örnekler var. Genel bir politika belirlenmediği sürece AB kurallar getirdiği için mecburen şirketler buna uyuyor. Türkiye, AB üyesi de olmadığı için boş bir alan var.
Sivil toplum örgütlerinin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kampanya yapanlar zaten doğayı sömüren şirketler. Su havzalarını kurutup ardından gölet alanlarla ilgili sivil toplum örgütleriyle projeler yapılıyor. Dolayısıyla sivil toplum kuruluşları bu şirketleri aklama mekanizmaları mı?
Genelde ‘yeşil yıkamacılık’ dediğiniz hikâye oluyor. Örneğin Sivas’ta bir maden şirketi var. Orada yarattığı yıkımı insanlar görmüyor ama İstanbul’da iklim değişikliği üzerine panel veriyor. Bunları teşhir etmek de yine sivil toplumun üstüne düşüyor. Toplumun duyarlı olup sorgulaması gerekiyor. Sorulmadığında her şey böyle gitmeye hızla devam edecek.
“MISIR İKLİM AKTİVİSTLERİNİ SOKAKTA BİLE YÜRÜTMÜYOR”
Yakın zamanda Mısır’da İklim Değişikliği Konferansı düzenlendi. Beklenen kararlar zirveden çıkmadı. Yapılan açıklamaları siz nasıl buldunuz?
Büyük bir hayal kırıklığı. Bir tek kayıp hasar fonu oluştu. Bu da 30 yıldır konuşulan bir şey. Gelişmiş ülkelerin vermediği iklim afetlerinden en çok etkilenen, kırılgan halklara bir paranın verilmesi gerekir. Üzerinde konuşulan miktarlar zaten yeterli değil deniliyordu. Mısır’ın insan hakları karnesi çok kötü. İklim için aktivistleri sokakta bile yürütmüyorlar. Ülkede ölümle mücadele eden iklim aktivistleri var. Şarm El Şeyh’te bu zirvenin düzenlenmesi Katar’da Dünya Kupası’nın yapılması gibi bir şey. Konferansın bir sürü petrol şirketinin lobisine sahne olduğu yazılıp çizildi. Yeterli adımlar da maalesef atılamıyor.
Çocuk Kitapları
Tom Sawyer’ın Maceraları
Mark Twain
Büyülü Fener Yayınları
Gözcü Kulesinde
Delal Arya
Can Çocuk
Samed Behrengi
Toplu Masallar
Büyülü Fener Yayınları
Sıkıntıdan Patlayan Kasaba
Selen Aydın
Resimleyen: Sadi Güran
Günışığı Yayınları
Mutluluk Kutusu
Charlotte Gingras
Kırmızı Kedi Çocuk
Tuhaf Bilimler Akademisi
Şöhret Doğruyol Sağbaş
Epsilon Yayınları.
Haftanın Kitapları
Tablodaki Kadın
Sanat Tarihinin Kitap Tutkunu Kadınları
Asuman Kafaoğlu Büke
Epsilon Yayınları
Türklerin Tarihi: Orta Asya’nın Bozkırlarından
Avrupa’nın Kapılarına
İlber Ortaylı
Kronik Kitap
Türkiye’de Refah Devleti ve Siyaset
Erdem Yörük
İletişim Yayınları
Geceye Uyananlar
Cahide Birgül
Kafka Kitap
Avrupa’nın Kısa Kültür Tarihi
Emmanuelle Loyer
Çeviren: Alp Tümertekin
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Çalınan Dikkat
Neden Odaklanamıyoruz?
Johann Hari
Çeviren: Barış Engin Aksoy
Metis Yayınları
Çok Satanlar
1. Bir Aşk Masalı, Ahmet Ümit
2. Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig
3. Kaplanın Sırtında İstibdat ve Hürriyet, Zülfü Livaneli
4. Seninle Başlamadı, Mark Wolynn
5. Kırmızı Pelerin, Gülseren Budayıcıoğlu
6. Mutlu Olma Sanatı, Arthur Schopenhauer