Hüseyin Tapınç
İKİNCİ YÜZYIL
Yılın son günlerindeyiz. Siz bu yazıyı okuduğunuzda yılın bitmesine iki gün kalmış olacak.
Türkiye her zaman olduğu gibi bu sene de yeni yılı evinde karşılayacak. Bakmayın siz medyada ya da sosyal medyada kopan gürültüye; yılbaşında şuradaki program bu kadar lira, buradaki menü bu kadar lira diye dolaşan haberlere. Biz yeni yılı evinde kutlayan bir ülkeyiz, kutlamalarını evin dışında yapanlar son derece dar bir kitleyi oluşturuyor ülkemizde. Üstüne üstlük bugünkü ekonomik koşullarda ev dışında yılbaşı kutlaması yapmak bir mucize olur. Bir de tabii ki, yılbaşı kutlamalarına külliyen karşı olan bir kitle de mevcut.
Kutlamaları ister evimizde, ister ev dışında gerçekleştirelim toplumun yarısından fazlası yeni yılın arifesinde önümüzdeki on iki aya dair karamsar beklentilere sahip. Yeni bir yılın başlaması bile umutlarımızı yeşertmiyor, içimizdeki neşeyi canlandırmıyor. Üstelik dünyanın en mutsuz ülkelerinden biri olarak 2023’e gireceğiz.
Ülkemizde yılbaşı kavramı ve kutlamaları ile ilgili tarihçenin kökleri Osmanlı Devleti’ne kadar uzanıyor. Burada kutlamaların adresi kuşkusuz ki sadece saray ile sınırlı ve ilk kutlama da 1829 yılına dayanıyor.
Cumhuriyet tarihine geldiğimizde yeni yıl kutlamalarına dair üç önemli tarihe rastlıyoruz.
Gökhan Akçura’nın da belirttiği gibi, birinci önemli tarih, miladi takvime geçiş ile birlikte Cumhuriyet’in ilk yıllarında 1926 yılını 1927 senesine bağlayan gece kutlama adına tam 12’de Elektrik İdaresi’nin bir dakikalığına ışıkları söndürmesi ve ikinci önemli tarih de Teyyare Piyangosu’nun 1931’i 1932’ye bağlayan gece yarısında ilk yılbaşı özel çekilişini yapmasıdır. Bu alandaki üçüncü önemli tarih de yılbaşı kutlamalarının ilk kez 1935 yılında resmi tatil statüsüne alınması ve 1 Ocak gününün tatil ilan edilmesidir.
Yılbaşı kutlamalarının başlaması, ülkemizin modernleşme, daha doğrusu Batılılaşma projesindeki adımlarından sadece birisini teşkil etmektedir ve tüm diğer modernleşme adımlarında olduğu gibi bu konu da toplumsal ve kültürel çatışma cephelerinden birisini oluşturmaktadır.
Yakın tarihimize geldiğimizde, bu kültürel çatışmanın daha da şiddetlendiğini görüyoruz. 1990’lı yıllardan başlayarak muhafazakâr ve İslamcı kesimin yeni yıl ve Noel kutlamalarını birbirine de karıştırarak yeni yıl kutlamalarına şiddetle karşı çıktıklarını ve alternatif kutlamaları toplumsal gündeme soktuklarını da biliyoruz.
1991 yılından itibaren “Mekke’nin Fethi Kutlamaları” Yılbaşı’nın en önemli toplumsal rakibi olarak konumlandırılmıştır. Bunun dışında, Yılbaşı kutlamalarının özellikle Ramazan ayları ile örtüştüğü dönemler de önemli tartışmalara ve toplumsal ayrışmalara neden olmuştur.
Özellikle son yıllarda hemen her toplumsal olayda görüşlerini bildiren Diyanet İşleri Başkanlığı 23 Aralık’ta camilerde okutulan hutbede yılbaşı kutlamalarını “kültürel yozlaşma” olarak nitelendirmiş, “yılbaşı adı altında yapılan eğlencelerin, bu eğlencelerde yer alan sembolik figürlerin kültürümüzle bir ilgisinin olmadığını” belirtmiştir. Başkanlık “inancımız, tarihimiz ve kültürümüzle bağdaşmayan batıl örf, adet ve gelenekleri hayatımıza yansıtmama” çağrısında bulunmuştur.
Oysa ki, aynı kurumun bundan tam yirmi sene önceki değerlendirmelerinde dönemin Diyanet İşleri Başkanı Noel ve Yeni Yıl kutlamalarının ayrımını net bir şekilde yapmış ve 1 Ocak’taki yılbaşı kutlamalarının anneler günü, babalar günü, işçi bayramı, doğum günü gibi evrensel kültürün bir parçası olarak üretilen ve geliştirilen, bütün insanlığa mal olmuş olumlu bir davranış biçimi olarak görülmesi gerektiğini bildirmiştir.
Türkiye, 2023 yılına, Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılı’na, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açıklamalarında simgeleşen böylesi bir savrulmanın içinde giriyor. İkinci Yüzyıl’ın hemen başında ülke tarihinin belki de en önemli seçimini yaşayacağız. Seçimin temel sorusu, “bundan sonrası için nasıl bir cumhuriyet ve nasıl bir demokrasi” olarak önümüzde duruyor. Seçim sizin, seçim hepimizin seçimi.
Yeni yılınız kutlu olsun.