Boray Acar
“Her Şey Geççek” diyebilir miyiz?
Keşke her şey, Tarkan’ın yandaşları öfkelendiren, muhalifleri heyecanlandıran ve müzikaliteden öte politik yanı ağır basan popülist çıkışında ifade ettiği kadar basit olabilseydi. İnsanların ağzından çıkan her söze dikkat ettiği, basit bir sosyal medya paylaşımı yüzünden kendisini hâkim karşısında bulduğu bir dönemde, bireysel konfor alanının dışına çıkılarak sergilenen herhangi bir tutumun önemsiz addedilmesi elbette haksızlık olur. Hatta kitlelerde karşılığı olan popüler figürlerin kaygı ve korku duvarlarını yıkarak gösterdikleri cesaret, özellikle takdire değerdir. Ancak hayatın ve yaşananların ağırlığını şarkı sözlerine sığdırmak ve söylendiği gibi geçeceğini düşünmek pek de mümkün olamıyor.
Hiç kuşkusuz, mevcut durumdan yani dönem siyasetinden en fazla etkilenen ve kuşaktan kuşağa aktarılacak sosyal maluliyetin de merkezinde olan unsur, ülkenin genç nüfusu. Haftalardır, farklı açılardan bu konu üstüne düşünüyor ve yazıyorum. Çünkü bu konu dışında kalan politik açmazları, öyle veya böyle rasyonel adımlarla iyileştirilebilme şansına sahibiz. Veya geri getiremeyeceğimiz şeyler için “Aydınlık için feda edilen…” gibi sloganvari söylemlerle siyasi bir romantizme sığınabiliriz. Ancak gençleri hedef alan politikalardaki tutarsızlıklar ve yanlışlıklar karşısında telafi mekanizmasını hızla harekete geçirmek imkânına sahip değiliz.
Genç kuşakları ele aldığımızda odaklanmamız gereken başat konu eğitim. AKP iktidarı dönemi eğitim politikalarına şöyle bir bakacak olursak; sınav sistemlerinin nerdeyse her yıl değiştirilmesinin yarattığı kaos, “Dindar nesil yetiştirme” düsturu ile bir çoğumuzun mezun olduğu ortaokul ve düz liselerin “İmam Hatipleştirilmesi”, devlet okullarının kalite seviyesinin her geçen gün düşürülmesi, eğitimin ticarileştirilmesi, pandemi döneminde yüz yüze eğitim konusundaki kararların yol açtığı dönemsel kayıplar dahil olmak üzere baştan sona “fiyasko” olarak niteleyebileceğimiz bir tablo karşımızda duruyor. Tabii ülkeyi yönetenler, benimle veya benim gibi düşünenlerle aynı fikirde değiller. Her alanda olduğu gibi eğitimde de şaha kalktığımızı düşünüyorlar. Özgür düşünen ve sorgulayan bireyler yetiştirmek gibi bir dertlerinin olmadığını biliyoruz. Tutsak oldukları dogmatizm de onları böyle davranmaya itiyor.
Geçtiğimiz hafta yirmi yıllık eğitim karnesi hayal kırıklıkları ile dolu olan siyasi iktidar bunlara bir yenisini daha ekledi ve YÖK eliyle 2022 yılı itibariyle Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı’ndaki baraj uygulamasını kaldırdı. Yirmi yılın serencamında ülkedeki üniversite sayısını, -yarattığı apartman kampüsler ile- iki katına çıkarmakla övünen siyasi irade, bugün kanunların verdiği imkânları kullanarak kurulan vakıf üniversitelerinin öğrenci açığını kapatmanın derdine düşmüş olsa gerek… Öğretim üyesi açığının herkesçe bilinir hâle geldiği bir ortamda, imkânsızlıklar yüzünden trajikomik atamaların yapıldığını sıklıkla duymaya başladık. Eğitim kalitesindeki düşüşün bir kanıtı da üniversitelerimizin dünya sıralamasındaki üzücü durumları… Özgür düşünen bireyler yetiştirmesini beklediğimiz kurumların başına atanan liyakatsiz yöneticilerin de bu başarısızlıkta hatırı sayılır seviyede payları olduğunu söylemeden geçmeyelim.
Niceliği niteliğe tercih eden ve sınava girmeye hazırlanan 2,5 milyon öğrenciyi kısa vadeli politik hedeflerin ve seçim hesaplarının nesnesi hâline getiren bir anlayışın marifetlerini görüyoruz. İlk fırsatta kapağı dışarıya atmaya çalışan sayıca önemli bir nüfusun olduğu, birçok üniversite mezunu gencin mezun oldukları ihtisas alanı dışında, çoğu zaman da niteliksiz işlerde çalışmak zorunda kaldığı, öğretmen ihtiyacı yüz binler seviyesinde iken, atama bekleyen beş yüz bin dolaylarında öğretmenin olduğu toplum gerçeği bu politikalar ile yaratıldı. Yetişme çağındaki gençleri yetenekleri ve yeterlilikleri doğrultusunda kategorize etmek yerine, kullanamadıkları enstrümanlar ve hatıralarda kalan meslek adları ile baş başa bırakan, karamsarlığa, içe dönüklüğe, hatta -bir kişi dahi olsa göz ardı edemeyiz- intihara sürükleyen sosyal pandeminin temelleri böyle böyle atıldı. Şimdi; belki de asırlık bir toplumsal deformasyona sebep olabilecek böylesi bir durum için “Geççek” diyebilir miyiz, sanmam. Aksine, uzunca bir süre bizimle “Kalcak”.